YENİ PAZAR SEMALARINDA SAVAŞ UÇAĞI İSTEMİYORUZ !…

HÜRRİYET, BARIŞ VE İŞ İSTİYORUZ

Son zamanlarda, Sırbistan içinde bulunan Sancak bölgesinde siyasî sıkıntılar yaşanmaktadır. Gerek Sancaklı halkın gerek siyasî partilerin ve gönüllü derneklerin ilettiği şikâyetler bu iddiayı desteklemektedir. Bugün, hürriyet, barış ve refah Sancak’taki Müslümanlar’ın tek hedefidir. Ancak geçmişe bakılacak olunursa, Sırbistan’daki yönetimlerin daima bunun tersi bir tutum içinde oldukları görülecektir. Sözümüzü desteklemek için geçmişe bakmakta fayda vardır.

Sırbistan, 1389-1878 yılları arasında Türk idaresinde kalmış bir ülkedir. Ancak, 1389 yılındaki Kosova savaşından sonraki uzun bir süre Sırbistan mahallî beyler tarafından idare edilmiştir. Özellikle de din ve eğitim alanında, Türkler oraya hâkim oldukları bütün zamanlarda Sırplar’ın işine karışmamışlardır. Bu meyanda kiliselerin teşkilâtı eskisi gibi devam etmekle kalmamış; kendi vergi – sini toplama, eğitim ve yargı işi tamamen kiliseye bırakılmıştır.

Sırplar kendi okullarında teşkilât, yönetim ve müfredat itibarıyla tamamen serbest olmuşlardır. Sırplar arasındaki anlaşmazlıklarda ve suçlarda kilise mahkemesi yargılamayı yapmış ve son hükümü vermiştir. Türk devleti ise sadece infaz işini icra etmiştir. Bunların açık mânası, bir nevi devlet içinde ikinci bir devletin mevcudiyetine izin verilmiş olmasıdır. Hem devlet yöneticileri hem de Sırbistan’daki Müslümanlar bu düzene tam olarak saygılı olmuşlardır. O tarihlerde Batı dünyasında böyle bir şey hayâl bile edilemezdi. Açıktır ki Sırplar, Türkler ’in ve Müslümanlar’ın sayesinde millî kimliklerini ve birliklerini koruyabilmişlerdir.

Türkler olmasaydı, Sırplar’ın Bulgaristan, Hırvatistan ve Macaristan istilâsı ve bunun sonucunda da toplu katliam ve din değiştirme tehlikeleri baş edebilmeleri mümkün olamazdı. Türkler, Belgrad’ı Macarlardan almışlardır. Fakat, Macaristan’ın ve dolayısıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan üzerindeki niyetleri hiçbir zaman eksik olmamıştır. 1817’de kurulan Sırbistan Pırensliği’nde de Avusturya-Macaristan şirketleri iktisadî ve hatta mimarî bir hâkimiyet kurabilmişlerdir. Sırplar’ın tarihi doğru kaynaklardan okuyup kimlerin kendilerine ne ettiklerini görmeleri çok şey kazandıracaktır.

Sağlanan imkânlar ve hürriyet ortamının sayesinde Sırplar’ın, uzun bir süre boyunca, Türk devletinin sadık bir müttefiki olarak davrandıklarını biliyoruz. Ne var ki, bir yandan AvusturyaMacaristan İmparatorluğu, öte yandan da Rusya bu işbirliğini bozmak ve Türk devletini zayıflatmak için Sırplar’ı kullanmaya gayret etmişlerdir. Meselâ, Avusturya-Macaristan, bu uğurda asırlık siyasetinden vazgeçerek Sava-Tuna hattı boyunca bir özerk bölge (Askerî Bölge) kurup oraya Sırp ahali yerleştirmiş, askerlik yapmak ve sadece o bölge içinde kalmak kaydı ile Sırplar’a bir nevi özerklik vermiş ve o bölgedeki Sırp-Ortodoks kilisesini resmen tanımıştır.

Rusya da Sırbistan’daki ve Karadağ’daki Ortodoks Kilisesi’ne ve ileri gelen kişilere daima maddî yardımlar yapmış, Sırp gençlerine Rusya’daki okulların ve özellikle harb okullarının kapılarını açmıştır. Bu çalışmalar zaman içinde semeresini vermiş ve Sırbistan’da türeyen çeteler asayişi ciddî olarak bozmuşlardır. 1804 yılında vuku bulan ilk Sırp isyanının başları da hep sözü geçen askerî bölgede veya Rusya’da yetişmiş kimseler olmuştur. İşin aslı ise başkadır; Türk-Osmanlı devletinin hasımları zenginlik ve güç elde etmek için Türk devleti ile sürekli bir mücadeleye ve bu yolda Hıristiyan ahaliyi maşa olarak kullanmaya karar vermişler ve bu mücadelede de Balkanlar’ı birinci derecede önemli yer olarak seçmişlerdir.

Oradaki Hıristiyanlar’a da ana hedef olarak “Türker’i sürünüz veya öldürünüz” şiarını benimsetmişlerdir. Bu hasta zihniyet, 1700’lerden bu yana bütün gücü ile zehrini kusmaktadır. Meselâ, Karadağ Kıniyaz’ı Negoş’un 1847 yılında Viyana’da basılan “Dağ Çelengi (Gorski Viyenas)” adlı şiir derlemesinin büyük bir bölümü, Türkler’in (Müslümanların) neden öldürülmeleri gerektiği ve nasıl öldürüleceği konusuna hasredilmiş ise de böylesi canavarca ifadeler kullanan bir eser hem Sırbistan’da, hem Karadağ’da kutsal bir kitap muamelesi görmekte ve okullarda ezberlenmesi mecburî olan bir eğitim unsuru olarak günümüzde de kullanılmaktadır. Bu zihniyetin etkisiyledir ki Sırbistan’ın bağımsızlık savaşlarında birçok yerde mukim Müslümanlar’ın tamamı öldürülmüştür.

Meselâ, 1804 yılındaki Sırp isyanında, Seniçe kalesini kuşatan Kara Yorgi, kaleyi vire ile teslim almış, fakat teslim olan askerlerin ve ahalinin tamamını kılıçtan geçirmiştir. 3000 kişinin katlini de “kazara” olarak nitelemiştir. Sırbistan’ın bağımsızlık kazanmasından sonra da Müslümanlar ancak kaçarak kurtulabilmişlerdir. Kalanlar, ya din değiştirmeyi kabûl etmiş veya kitle hâlinde katledilmiştir. Bu zihniyet, Bosna’da da kendisini öldürme, tecavüz, işkence, yağma ve kundaklama şeklinde göstermiştir. Yaşanan dehşeti, birçok gazeteci, BM ve UNPROFOR açıkça belgelemiştir. Sırebrenisa Soykırımı bunun dehşetli bir uygulamasıdır.

Bosna’daki Sırp çetelerinin başı Ratko’nun “Mermi harcamayın, boğazlayın” şeklindeki emri video kayıtları ile sabittir. Bu utanç verici gerçeklere rağmen Sırbistan siyasetçileri, ülkelerindeki Boşnak ve Arnavut Müslümanları yok saymakta ve çeşitli yöntemlerle baskı oluşturarak bunların ana vatanlarını terk etmeleri için durmak bilmeyen bir kin içinde çalışmaktadırlar. Sancak’ta eğitim ve mahallî yönetim felç edilmiştir. İnsanlar fikirlerini ifade etmek, kendi dinlerini ve dillerini öğrenme ve öğretme imkânlarından yoksundur.

Sancak’ta işsizlik ve fakirlik alabildiğine yaygındır ve gençler bu bunalımdan kurtulmak için AB ülkelerine kaçmaktadırlar. İlgi çekicidir ki Sırbistan, AB ile tam üyelik için müzakere yürütürken, NATO karşıtı tutumu belli olan Rusya’dan silah ve cephane alarak batıya meydan okumaktan çekinmemektedir. Medenî dünyaya meydan okumanın tipik bir örneği 10-11 Nisan 2020 günü yaşandı. Sırbistan hava kuvvetlerine ait savaş uçakları Yeni Pazar üzerinden alçak uçuş yaparak halkı taciz etmiş, Korona virüs salgını sebebiyle zor günler yaşamakta olan Sancak halkını korkutmaya çalışmıştır.

Ortada bir sebep yokken böylesi bir tahrikin ne mânâya geldiğini anlamak zor olmasa gerektir. Özet olarak söylemek gerekirse, Sancak Boşnakları mili kimliklerini inkâr eden baskıcı Belgrad yönetiminden, sadece temel insan haklarını elde etmek ve barış içinde yaşamak için mücadele vermektedir. Ne yazık ki, Sırbistan’nı büyükelçisi olarak Türkiye’de bulunmuş ve Türkçe uzmanı olan Prof. Tanaskoviç, birtakım çevrelerin sözcülüğünü üstlenerek, asırlardır süren mücadeleyi sonlandırmak için barışçı yollar ve yöntemler aramak yerine, Sancaklı Boşnaklar’ın hak arayışını “Sırp fobisi” ve “Korona virüsten daha tehlikeli bir felâket” olarak ilân etmek gafletine düşebilmiştir.

Bu zihniyet Yeni Pazar’daki bir caddeye Aliya İZETBEGOVİÇ isminin verilmesi talebine bile tahammül edememektedir. Bir bilim adamının kalemi ile yazıya geçmiş olan işbu nefret ifadelerini ve iftiraları ve böylesi bir nefreti uygulamaya geçirmekte olan siyasetçileri şiddetle kınıyoruz.

Türkiye’de yaşayan Bosna Hersek ve Sancak göçmenleri olarak, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz aziz Türk Milletine ve Kamuoyuna saygı ile duyururuz.

 

Kültür Sokak Kültür Apt. No. 1/1 Tandoğan / ANAKARA
15.04.2020
 

Kâmil ÇALIŞKAN
Yönetim Kurulu Başkanı
Kamilcaliskan1949@hotmail.com

Yazar