Yazan: Oya Canbazoğlu
Konu: Bulgaristan’ın temel sorunu biziz ve haklarımız tanınmadan davamız devam edecektir.
Yılın başında, T.C. Sofya Büyükelçisi Sayın Dr. Hasan Ulusov, Edirne’de Türk iş adamları ve yatırımcılar, kültür sanat temsilcileri ve bilim adamları ile görüşmesinde Bulgaristan’da Türkçe öğretim ve eğitim sorunlarının semereli ve sonuç veren bir yaklaşımla çözülmesi konusunu ilk kez olmak üzere kesin kararlılıkla kamuoyuna taşımıştı. Olay ilgi uyandırdı. Takdir buldu. Beklenti başladı.
11 mayıs 2019 tarihinde, Kırca Ali şehrinde, dev bir Türk yatırımı olan “Teklas” seri tesislerinin dördüncüsünün açılımında hazır bulunan Bulgar devleti kurum temsilcileri, Başbakan Boyko Borisov, Meclis Başkanı Tsveta Karayançeva, Başbakan Yardımcıları, Maliye Bakanı, Belediye Başkanı Hasan Aziz, Türk yatırımcı ve iş adamları ile fabrikada çalışacak emekçilerle birlikte törene toplanan Güney Doğu Rodoplar’ın Türk ahalisi önünde beklenen konuşmasını yapan Sayın Dr.Hasan Ulusoy, acizlik kazanan Türkçe öğrenme konusunu bu defa Türk iş adamı ve yatırımcılar adına yeniden gündeme getirdi. Türkçe bilme ülkemizdeki Türk fabrika, işçilik, atölye, fırın, lokanta ve hizmet servisleri sayısının artmasıyla her geçen gün daha da fazla önem kazanıyor. “Türk fabrikasında çalışan, Türkçe bilir” yerleşti. Bu olaya bir resmiyet kazandırmak amacıyla Büyükelçi Dr. Hasan Ulusoy çözüm bekleyen bu olaya “Türkiye devletinin el uzatmaya” hazır olduğunu ilk kez dile getirdi. Bu çözüm değişik biçimlerde olabilirdi.
Fabrika kendisi Türk dili kursları düzenleye bilir. Uzmanlaşma ve kalifiye kursları Türkçe düzenlenebilir. İşçilerle hafta sonu dil öğrenme çalışmaları örgütlenebilir. Türkçe eğitim veren meslek lisesi açılabilir vb.
En iyi niyetle yapılan öneriye, hükumet, muhalefet ve aşırı milliyetçi kesimden sert tepki gelmesi hatta, Bulgar devletine milyonlarca leva kazandıran, binlerce işçiye iş veren, ailelerini besleyen Türk sermayesinin yüzüne Türkçe külü savurmaya yeltenenlerin küstahlığı dikkati çekti. Türkçe öğrenilmesine karşı olduklarını bir anda dile getirdiler. Düşmanlık istifra etmeye başladılar. Bu olayı bir dış sermaye girişinin getirdiği bir yenilik, bir edinim olarak kabullenen çıkmadı. Sanki ayaklarına basıldı…
Oysa büyük sayıda Türk şirketinin son yıllarda Bulgaristan’a akışı; bizde gerçekleştirdikleri üretimlerin Avrupa Birliği (AB) merkez üretim sisteminde daha büyük pay alması; ikili ticaret hacminin neredeyse 5 milyar Dolara ulaşması, Bulgaristan’ın transit taşımacılık rolü, özünde öncelikle Türk ve Bulgar dilleri olan ilişkilere nitel değişiklikler kazandırdı. Bulgaristan’ın Türkiyesiz olamayacağı, bunalımların dayattığı problemlerin üstesinden gelemeyeceği bir inanç oldu ve kök saldı. Bulgaristan’da, AB üyesi olmanın milli sorunlara kendiliğinden çözüm getirmedine inananlar arttı. Sofya’da “biz komşuyuz” sözünü sıkça işitmeye başladık. Türk dili kurslarına katılanların daha fazlası Bulgar. “ Türklerden yemek yemem” takıntısından kurtulanların lokantalarımızdan çıkarken “karnım doydu” dediğini işitiyoruz.
Edirne hafta sonu pazarını boşlamayanlar, haftalık ve yıllık tatil için Türkiye’yi seçenler, Türkiye sağlık hizmetlerini anlatmakla bitiremeyenler, Bulgaristanlı gençlerin eğitim ve turistik geziler için Türkiye’yi seçmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve sayıları neredeyse bir milyonu bulan soydaşlarımızın her yönüyle yeşeren Türkçesi, çifte vatandaşlık ve açık kapı siyasetinden yararlananların arasız gelip gitmesi, Türkçe ve Bulgarca öğrenme açısından kolaylık ararken buluşuyorlar.
Totalitarizmin baskı terör ve zulüm (Türkleri cahil bırakma ve dillerini ve halk kültürlerini unutturma) yıllarında bile Bulgaristan Türklerinin üretim dili, tütün, buğday, mısır, lavanta, gül vs üretiminde, sebzecilik ve hayvancılıkta kullandıkları dil, anadilleri yani hep Türkçeydi. Çocukların oyun dilimizde Türkçemizdi. Nenelerimizin ninni ve masallarını Türkçemizle dinledik. Adalet ve ahlak derslerini dedelerimizden Türkçe aldık. Bulgaristan Türkleri sanatı ve edeviyatı Türkçe oluğup biçinlendi. Her Türkün evinde Türksat’a bakan bir çanak anten var.
Olaya tarihsel açıdan bakıldığında, biz Bulgaristan Türkleri, Bulgar devletine asa el açmadık.
Vergi verdik ki, devlet okullarında bizim çocuklarımıza da Türk dili ders odaları açmasını talep ettik. Bu bizim en insancılık, en doğal hakkımızdı. Atalarımız her Bulgar köyünde Bulgar çocuklarına okul açılmasına önayak olmuştur. Oysa bizim 2 700 000 okulumuz yıkıldı yakıldı. 2 500’den fazla öğretmenimiz işsiz bırakıldı. 1984-1989 yılları arasında Türkçe kitaplarımız toplandı yakıldı. Türkçe müzik kasetlerimiz, teyplerimiz toplanıp imha edildi.
Tarihlerinde kendi dillerinde okulları olmayan Bulgarların kilise okullarındaki dersler Rumca görülüyordu. Ruslar, Bulgar kilise dili Yunanca olsun diye yoğun baskı yaparken, 1872’de Doğu Ortodoks Dini kiliselerinde ibadet Bulgarca yapılacak, kilise ve manastır okullarında dersler Bulgarca görülecek diyen, Padişah fermanıdır. Bu, 1300 yıllık Bulgar tarihinde Bulgarlara tanınan en önemli ve büyük, kimlik oluşturan manevi edinimdir. “Sveti Stefan” Kilisesinin İstanbul Büyük Şehir Belediyesi parasıyla onarılması gibi sayısız dostluk jestleri yapılırken, Bulgaristan’daki Türk iş yerlerinde çalışanların Türkçe öğrenmelerine karşı olumsuz ses yükseltilmesi, anlaşılır gibi değildir.
Kırca Ali “Teklas” kürsüsünden halkı selamlarken, Sayın Dr. Hasan Ulusoy’un “Türk dilini yazı ve konuşma dili olarak öğrenenlere Türkiye devleti el uzatmaya hazırdır” sözleri, hemen tepki gösteren Bulgar kurum yetkilileri ile milliyetçi parti liderlerine, sahte “anayasa savunucularına” bir Osmanlı tokadı oldu.
Ne yazık ki, Bulgarlar kendi yakın tarihleri bilmiyorlar.
Bugün Türkçe dersleri açılmasından korkanlara hatırlatıyorum. İlk Bulgar gazeteleri, ilk Bulgar kitapları Sofya’da, Vidin veya Varna’da, Veliko Tırnovo veya Burgaz’da çıkmamış, Osmanlı ana kenti İstanbul’da basıldığını biliyor-muydunuz. İşte bu eserler:
- Dragan Tsankov (1859-1863) “Bulgariya” gazetesi;
- Nikola Mihaylovski (1863-1865) “Sıvetnik” (danışman) gazetesi;
- Todor Burmov (1963 – 1967) mizah gazetesi “Gayda”.
- Petko R. Slaveykov (1867 – 1872) “Makedobya gazetesi;
- Nikola Gineviç, Todor İkonomov (1864 – 1873) “Turtsiya” – (Türkiye) gazetesi;
- Todor Burmov (1865-1867) “Vremya” (Zaman) gazetesi;
- Hristo Stoyanov (1870-1874) “Pravo” (Hukuk)gazetesi;
- İvan Naydenov (1874- 1876) “Napredık” (Terakki);
- Marko Balabanov (1874-1876) “Vek” (Asır;
- Dragan Tsankov, Hristo Vaklinov (1874-1877) “İztoçno Vreme” (Doğu Zamanı);
- Andrey Stoev Tsanov (874 -1879) ‘Zornitsa” (Tanyeri) adlı gazeteleri yayınladılar .
- Biz bugün Bulgaristan’da XIX. Asır Osmanlı hürriyetlerini yaşayamıyoruz.
Osmanlı devleti Bulgarların hak ve özgürlüklerine kısıtlama, sınır koyan bir Ferman yayınlanmamıştır.
Bugün Bulgaristan’da çıkan bir Türkçe gazetemiz yok.
Oysa İstanbul’da çıkan gazetelerin arkasında kitapçılar ve kütüphaneler vardı. Bize bugün bu haklar neden tanınmıyor. Bulgar makamları hiçbir anayasa ve yasa ardına gizlenemez. İnsan haklarımız çiğneniyor. Zulüm görüyoruz. Çocuklarımız kör cahil kalıyor. Geleceğimiz karartılıyor.
Hafta sonunda Razgrad ilinin tarihsel mekanlarından Deliorman dergahı “Demir Baba Tekke”sinde Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Avrupa Parlamentosu mitingi düzenlendi. Söz alan AP 17 milletvekili ve parti politik kutlama temsilcisi Bulgarca konuştu. “Türkçe konuşmak istediklerini, anadilimizde konuşma yasağının kaldırılmasını, özgürlük” istediler. Mitinge Avrupa liberallerinden temsilciler de katıldılar ve onlarda, “çok kültürlülüğün ana kalesi, Avrupa Birliği ülkelerinden Bulgaristan’da 1 milyon vatandaşın ana dili olan Türkçenin yasaklı olmasından, çocukların okullarda anadilini öğrenememesinden, Türkçe konuşanların cezalamdırılmasından” yakındılar ve durumu protesto ettiler. Bütün konuşmalar, toplu haklarımız ve özgürlüklerimizin içinde en değerlisi olan anadilde okuyup yazma hakkımızı yeniden kazanma üzerinde durdur. Bu konuda uluslararası baskıyı arttırmak amacıyla anadil, Türkçemiz konumuz AP meclisine tanıtılacak. Bulgaristan’da en güçlü emekçi ordusunun anadili hayat hakkı kazanmadan hiçbir sorun çözülemez…
Mitinge katılan kalabalık “anadilimizi istiyoruz” temposu tuttu.
1989’un Mayıs ayında hak ve özgürlükleri uğruna ayaklananlar mitingdeki kişilerdi. Saçlarına kar düşmüş ama hak ve özgürlük, anadil ve adalet, demokrasi ve hürriyet davamızı artık gençler omuzlamış ve mücadele devam ediyor.
Bu davamızın özünde evde ve işte, okulda, hayatın her dalında, ahırda ve samanda, çocuklarımızla ve yaşlılarımızla Türkçe konuşma, dertleşme, kavga etme özlemi var. Halkımız Bulgaristan’ın çok derin bir bunalım içinde bulunduğuna ve Türklerimiz kollarını sıvamadan hiçbir işin düzelmeyeceğine, devletin, hükumetin ve diğer Bulgar kurumlarının bunalım tabanından kopamayacağına, Türkler dört elle iş tutmadan devletin dağılacağına inanıyorlar. İfade edilen ana fikir ve görüşte devletin, hükumetin, meclisin ve siyasi partilerin halk tabanından koptuğu gerçeği var. Biz Türkçe konuşmak istiyoruz diye haykıranlar, “Türkçe yalan söylenmez, biz yalana boğulduk!” diyorlar.
İşte bu noktada Türkçe’den korkanlar, anadilimize zulüm ediyor, halkımızı kör cahil bırakarak politika dışı, kültür dışı, ekonomi ve sosyal hayat dışı bırakmak istiyorlar. Türk sermayesini kullanıp Türklere ve Türkçeye saldırılarını arttırmak istiyorlar. Anadilimizi yasaklayanlar her türlü sıkıntılarımızı, problemlerimizi, üzüntülerimizi, bireysel ve toplu şikayetlerimizi ve başka dilekçelerimizi devlet kurumlarına ve dış ülkelere, uluslararası mercilere iletmemize engel oluyorlar.
Bu arada günümüz Bulgaristan yönetimi, Bulgaristan Müslüman Türklerinden hiçbir kişinin devlet kurumlarında görev almasına, hükumet katında bir Müslüman grup oluşmasına yol vermiyor.
Oysa Osmanlı devrinde daha 186O’larda Bab-ı Ali (Osmanli Bakanlar Kurulu) nezdinde, itibarı olan bir Bulgar grup oluşmuştur. Bu grubun oluşmasında, o dönemde devlet katında önemli mevkiler işgal eden Bulgar kökenli Stefan Bogoridi (Stefanaki Bey), Gavril Krısteviç, Kaloferli Stoyan Çalıkov, Hristo ve Nikola Tıpçileştov kardeşlerle Vasilaki Velikov gibi şahsiyetler etkili oldular.
Kendi tarihsel gelişiminde Türklerin rolünü, sağladıkları olanakları dikkate almayan, unutturmaya çalışan bugünkü Bulgar makamları aslında kendi evleriyle kendi geleceklerini karartıyorlar. Bulgar dirilişinde Türklerin rolünü görmemek ve değerlendirmemek aslında geleceksiz yaşamayı kabul etmek anlamına gelir. Geleceksiz yaşamaksa ne kadar zor.
Devam edecek.
Lütfen dostlarınızla paylaşınız