Osmanlı Sultanlarından ömrü SARAY HAPSİNDE geçenler var. Hapisten alıp tahta oturtulanlar da var. Sarayda kapalı geçen ömür hayattan ÇOK UZAKLAŞTIĞINDAN VE TAMAMEN YALITLANDIĞINDAN OLACAK, onlar saray hapsinden alınıp tahta oturtulduklarında oturamamış, en fazla 25. gün yeniden saraya kapatılmışlar. O zaman da şu saray dediklerinin tam adı hastane mi, tımarhane mi, içki hane mi pek bilinmiyormuş.

Halk öykülerinde pişkinlik var. Deliler yalnız kasabalarda olmaz, saraylarda da vardır, deyip kesmişler. Köyde deli vardır demiyorum. Köyde deli olmaz! Daha doğrusu, Müslüman yaşam tarzına göre yaşayan köylerde deli olmaz. Müslümanlık ruh temizliğidir. Müslüman adamda davranış bozukluğu olmadığından, bizde psikoterapistlik de gelişmemiş, yoktur. Müslümanlıkta insan aklını kaçırmaz. Kendini her gün aklayıp paklayan çıldırmaz. İnsanı çıldırtan ruh kirliliği, imansızlıktır. İç hırsını yenemeyen diğerlerinin aklını çelmek ister. Başkalarının aklını çelmek istemekse günahtır. İnsanı çıldırtan günah birikimidir. İnsan başkalarının başına musallat olmak için değil, kendi kendine yetmek için dünyaya gelir. Ben bir hekim olarak bu konuyla çok ilgili olduğumdan, yazımda işaret edeceğim bazı özelliklere uyulmasında önceden ısrar etmek istiyorum.

 

Bu yazımda cezalandırılması gereken bir deliden söz etmek istiyorum. Son hafta kesilen “kurbanlarla”, yapılan tatlı tuzluyla Bulgar iletişim ortamını bizim Varna köylerine taşıyan bir olay oldu. Demire bacının “mevlit” sahnelerini TV’de izledik. Oğlunun başına bir yıl önce  “su tabancası” sıkmışlar da, delirmiş de, inleri cinleri başından kovma hikayeleri….Biz yalanla kötülüğün en üstün reklam olduğunu biliriz. İnsan başına gelmesin, bu yaşlı kadın, Bulgarcası da yerinde, acaba hiç düşünmez mi, neden benim oğlumun ömrünün yarsı 1989 öncesi totalitarizm hapislerinde geçti, şimdi de sözüm ona demokrasinin SARAY HAPSİNE atıldı, bir türlü çıkamıyor, kapıda 20 polis ne ister oğlumdan? diye!!! Neden şu memlekette kimse kimsenin kılına dokunmazken, benim can ciğer oğlumun başına su tabancasına varıncaya kadar her çeşit silah çekilir!!! Neden benim oğulcuğumun en yakın iş arkadaşları, örneğin birinci yardımcısı ve kalem odası şefi Ahmet Emin kendi kafasına tabanca dikip, tetiği kendi eliyle çekerek, iki evladını ve gül gibi eşini arkasında bırakıtı, köydeki yaşlı anasını ve babasını hüngür hüngür ağılattı?, diye!!! O ananın, o babanın, o eşin, o güzelim yavruların göz yaşı diner mi, laneti biter mi, ahtı yok mu?! Biraz düşünsene, acaba benim aslan oğlumu kürsüden indirenler, politik yaşamdan çaktıranlar, çöpe atmak değil, çöpün dibinin dibine gömmek isteyenler neden böyle yapıyorlar diye!!! Yoksa iş iki dana ve bir baklava ile biter, hafızalardan ebediyen silinir, halkın aklı kısadır, unutulur mu sandınız??? Akan ve akmaya devam eden gözyaşları, anaların yürek acısı ne olacak? Onları kim silecek? Yeter tiyatro! Yeter!

 

Bak bugün 25 Ocak 2014 memleketimin yolları kesilmiş, sınır kapılarına set çekilmiş, Türk, Pomak, Bulgar Çingene bir olmuş ULUSAL TÜTÜN GREVİ yapıyor. Bu grevle senin oğlunu lanetliyor. “Dev üz sen bizim çocuklarımızın son lokmasını aldın!” yazmışlar pankarta ve herkese gösteriyorlar. Şunu benden bil! Bu işleri karıştıran senin oğlun oldu! Sorunlar çözülmezse, ki kötülükler senin tımarhanelik oğlunun başından çıktı, Saray kapısında iki kamyon tütün yakılacak ve evlatçığını içerde boğacaklar…. İyi niyetle yazıyorum, radyo bunları anlatıyor, halkın gözü dönmüş, dua değil, ekmek istiyorlar…

 

Siz sahte bir hayat içindesiniz Demire bacı! Oğlunuzu iyi bir evlat olarak eğitip yetiştirmediğiniz gibi, halkımın davasına laik olan biri olarak ise, hiçbir yönüyle hazırlayamamışsınız! Doğru dürüst biri olsaydı yemek yediği çanağı kırmazdı. Adam delirmiş yolunu göremiyor. Biz Bulgaristan Türklerinin yüz yıllık bilinç birikiminden kaynaklanan öz davamızı boşa çıkaran da o oldu. Yaptığı affedilir bir günah değildir. Biz oğlunuz aracılıyla oyuna getirildik. O halkımın kafasına külah geçirilmesinde aracı oldu. Bu unutulup af edilemez! Özrü olmayan bir günah yaptığınız! Aklanma yolu yoktur. Belki sizin de dikkatinizi çekiyordur, hilekâr oğlunuzun ne adını ne de soyadını yazıma almak istemiyorum, anmıyorum bile.  Çünkü ismini yazarsam reklâmını yapmış olurum. Biz onun için yapacağımızı yaptık, olmadı, o adam çıkmadı, hep kuyumuzu kazdı. Hainliği halkıma o denli büyük zarar verdi ki, yaptıkları temizlenmesi, aklanması, paklanması, kurulanması ve güneşte kurutularak insanlara yeniden sunulması asla ve asla mümkün olmayacak derecede büyük bir kötülüktür. Ona dönmek asla olamaz! Kabul edilemez! Başkaları da yazdı çizdi, herkes konuşuyor, dinimizde, ahlakımızda ve kültürümüzde esamisi silinenin adı bir daha anılmaz,  hainlik edene kurban kesilmez, mevlit okunmaz, bunlar yapılsa bile, hani sizin şu günlerde yaptığınız tekerlemeler gibi şeyler yapıldığında,  Allah kabul etmez!

 

Siz, bu konuda ileri geri konuşmaya devam ederken, acaba bu Genç Oktay Yenimehmedov, geçen yıl Sofya’da Hak ve Özgürlükler Partisi 8. Olağan Kongresi’nde benim oğluma sabah sabah neden baş kaldırdı, neden tabanca çekti, neden onu kürsüden kaktı, diye hiç düşündünüz mü? Bu soruları kendi kendinize hiç sordunuz mu? O gün bu gün, gözünüze uyku girdi mi? 25 yıldan beri, siz de her çorbada nane olduğunuza göre, o kurultay salonunda olmuş olmanızı da hesaba katarak yazıyorum. Diyorum ki, siz bu 8. kurultayın usulsüz başladığını, HÖH Partisi Tüzüğünü hiçe sayarak henüz kurultay açılışı yapılmadan, kurultay gündem çalışmalarına başlamadan bir şeyler olduğunu, oğlunuzun çuvaldız gibi çıkıp kürsüyü işgal ettiğini, anlayamadınız mı? O delegelerin o salona onu dinlemek için değil, değiştirmek ve yerin dibine batırmak için toplandığını sezemediniz mi? Delegelerin oyunu, Tüzüğü, Programı, Kurultay Gündemini, Başkanlık Divanı iradesini ayakaltına alıp, gözlüklerini takıp bildiğini okuyan ise, senin can ciğer oğlundu. Testiyi kıran o oldu…

 

Kurultay Başkanı seçilmeden, şeref tribününde yerlerini alacak olan saygın delegeler seçilmeden, gündem konusunda oylama yapılmadan senin babayiğit baş ajan oğlun besbelli başına gelecekleri sezerek, ne olur ne olmaz, bir şey olacağına varır, havada kokular var, bir şeyler olmadan, başım yarılmadan ben şu kürsüyü kapayım, deyen o değil miydi? Parti kurultayı kürsü hırsızlık yapılacak yer mi? Yok artık, ben şu okumak istediklerimi kakalayıp kurtulayım oyunu bitti. Delegeler önemli sorunlar üzerine tartışma yapmak ve çözüm aramak için toplanmış, seninki kalkmış “karbon enerjisini” anlatıyor. Bulsa, aynı işi yapan fasulyenin faydalarını anlatacak.  Hem de, yeri gelmişken, şuna da işaret edeyim, Türkiye’den de değerli konuklar gelmişti, hiç birine “HOŞ GELDİNİZ” demedi. İnsan selam vermeyi evde, anasından babasından öğrenir. Sen şimdi şu mevlit yaptığın oğluna selam vermeyi bile öğretmemişsin. Onun kafasında iyice karıştığı selamdan sabahtan vazgeçmesinden de belli oluyor da, konuklar, kuşkusuz kibar adamlar, pişkinlikten getirdiler, birbirlerine bakışmakla yetindiler. Evlerine döndüklerinde ne anlattıklarını, nasıl rapor verdiklerini bilmiyoruz tabii. Burada rezil olan oğulcasınız değil bacım, Bulgaristan Türklüğü, Bulgaristan Pomaklığı, Bulgaristan Müslümanlığı, bütün Bulgaristan rezil oldu. Siz bizim hayatımıza âdetlerimizde, kültürümüzde, yaşayışımızda olmayan yeni terslikler getirdiniz. Oğlun arabayı atın ardına koyacağına önüne koydu. Ajanlık edip hem tarımı hem sanayimizi çökertti. Sarmaş dolaş olduğu, birlikte yiyip içtiği tayfadakilerin hepsi hain. Hepsi balon kafalı beyinsiz! Siz, yani anası olarak, demek istiyorum, her şeye, her işe burnunu sokan birisi olarak yani, sen ve oğlun halkımızla selamı sabahı kesmek zorunda kaldınız, çünkü hiçbir kimseye selam verecek ne yüzünüz, ne gözünüz, ne şerefiniz, ne geçmişiniz, ne de geleceğiniz kaldı, ne de vardı! İnsanlarımız sizin gibi sahte yaşamak istemiyorlar. İnsanlarımız sizinle bir arada, aynı safta olmak istemiyorlar. İnsanlarımız sizlerle muhatap olmak da istemiyorlar. Üstelik oğlunuzu görmek de istemiyorlar!

 

HERKES ŞU BİLİNÇ DÜZEYİNDE BİRLEŞTİ:

Hak ve özgürlük mücadelemizin en büyük zaferi ve dev kazanımı OĞULUNUZDAN KURTULMAMIZ OLACAKTIR!

Bizim kurban keseceğimiz gün, o gün olacaktır. Biz Genç Oktay’ın oğlunuzu kürsüden alaşağı ettiği gibi, BAYRAM GÜNÜ OLARAK KUTLAMAK İSTİYORUZ! Sarayın zırhlı muhafız alaylarını geçip İÇERİDE GİZLENEN oğlunuzu yaka paça sokağa atacak ve çöp tenekesine baş aşağı doldurup, kapağını kapatacak yeni KAHRAMANLARIMIZI bekliyoruz. Genç Oktay hemen serbest bırakılmalıdır! Ona hiçbir ceza verilemez! Halkımızı baş belasından kurtarmaya çalışmıştır! Haklıdır! Yargılanamaz! Hemen salıverilmelidir! Yeni cesur gençler er meydanında bir an önce görev almalıdır. Bu dava bitmeden hiç birimizin ne derdi ne çilesi biter. Biz ihanete uğramışız ve bu işin kökünü kurutmalıyız.

 

Demire bacı, senin Bulgarca Türkçe dua ederken haberin olmamış olabilir: SARAY HAPİSHANESİNDE oğlun duvarlara selam vermeye başlamış, oysa sen ona kime selam verileceğini, bir ana olarak, selam vermeyi doğru dürüst daha küçük yaşta öğretmeliydin. Öğretmemişsin. Sonradan sokma akıldan akıl olmaz.  SELAMIN İNSANA VERİLDİĞİNİ, İNSANDAN SELAMI ALINDIĞINI öğretmeliydin bacım, öğretmemişsin ve işte başa gelenler.

 

Biz, senin çılgın oğlun yüzünden yolda sokakta yürüyemez olduk. Duvara selam vermek Türklerde adetten midir? deyip soruyorlar… Hem de o, kimlik falan konularında birkaç broşür karalamış, hani o sizde masa üzerinde üst üste duranları demek istiyorum, hepsini topla ve ya yak ya da çöpe at, sizin köyde çöp tenekesi de yoktur, hemen ocağa at ve kurtul. O şeytan yazıları evinde olduğu sürece duan kabul görmez, ne yediğinden ne de yedirdiğinden hayır gelir. Sen işin işine şeytan karıştırmışsın. Ters giden işlerin içinde senin de parmağın var. Hem uzaktan hem yakından bakılan, hem Yıldız hem de Kuran falın buna işaret ediyor. Dediğimi yap ve şeytan yazılarından kurtul, sonra iki elini yüzüne sür ve 2 gün iki gece oğlunun ne adını ağzına al, ne telefona çık, ne de onu aklından geçir. Bunları yaptıktan sonra daha neler yapacağını şuracıkta yazacağım. Ben haftada bir yazarım, yazılarımı oku ya da kızlarına okut ve yazdıklarıma dikkat et, harfiyen yerine getir. Başında dönen cin çarpmasıdır.

 

Aynı zamanda, bir genç Hak ve Özgürlükçü olan, üniversiteli bir aydın olan Genç Oktay’ın “NE OLUYOR BURADA” biz kurultaya mı geldik, yoksa kendi bildiği üzere kürsüyü işgal eden birinin “hidrojen enerjisi” saçmalıklarını dinlemeye mi geldik, sorusunu sormaya hakkı vardı. Olmaz olur mu? Bu yüzden onun “YETER SAÇMALADIĞIN!” demesini lanetleme, cezalanması için dua etme, çarpılırsın! Sen oğluna başka insanların da fikir ve görüş hakkı olduğunu anlatmamışsın. Yalnız Ben! Ben! Ben demekle olmuyor artık bu işler. Zamanlar değişti, susan diller çözüldü, kör gözler açıldı, polis falan korkusunu yenenler yalnız Bulgar polisine değil, aynı zamanda gammazcılara, hafiyelere, hainlere ve mafyaya da baş kaldırmakta haklıdır. Genç Oktay da böyle bir genç, iradeli, cesur bir kahramandır. Aslanın payını aslana vermek haktandır. Bugünün gençleri, yarının idarecileri böyle yüksek ruhlu kimseler olacak, ne güzel değil mi?

 

Senin güzel oğlun keçileri iyice kaçıralı, insan başına gelmesin, ne yaptığının ne söylediğinin bir de ne yazdığının pek farkında değil. Haberin olsun, hep viski, hep viski, su içmez olmuş, bu da hayır alameti değil. Su içmeyen adamın başına cin peri üşüşür. Sana da 4 yıldan beri uğramamış, anasın, vallahi günah,  telefon bile açmadığını sağına soluna kendin anlatıyorsun. Duvardaki resimler eski, o artık tıraşı düzgün parlak  bir oğlan değil, yanakları allı görünse de, iyice çökmüş, ettiklerini ve çektirdiklerini bildiğinden olacak, çok ama çok yakın bir zamanda  CEZALANDIRILACAĞINI fark ettiğinden, içini gece gündüz kemirenle baş edemiyor, ilacı olmayan bir illetle boğuşuyor ve bu gidişle yenik düşecek.

 

O KADAR İNSAN TANIDI AMA KENDİNİ SEVDİREMEDİ. Neden biliyor musun?

Göster dostunu, söyleyeyim kim olduğunu, sözünü bilirsin. Onun dostları Şterev, Dimitrov, Biserov, Sever, Tabakov ve daha hangisini yazayım, hepsi hırsız, dolandırıcı, dalavereci, sabıkalı insanlar. Onlarla sarmaş dolaş oldu ve kurtulamıyor, kurtulmasına yol yok.

Oğlunun çok yakını olan öteki dostları – Boyko Borisov ile Sergey Stanişev’e de hapislik göründüğünü söyleniyor. Gazeteler de yazmaya başladı. Oğlun hakkında böyle yazılar henüz çıkmıyor, çünkü Bulgar da insafa gelmeye başladı, “hastadır dokunmayın” demişler.

Burası Bulgaristan’dır insanın başına bir defa gelen bela, bir daha aniden gelebilir. Bir defa hapiste yatan bir daha yatar. Demek istediğim, şu SARAY BESLEMELİĞİ sona erip, “ha gülüm eski koğuşun şuracıkta sıcacık seni bekliyor,” deyiverirler adama, apışıp kalırsın. Olursa hiç şaşmam, bu yüzden hazırlıklı bulun bacım. Bir doktor olarak tavsiye ediyorum, anasın, yüreğini hoşça tut hem hazırlıklı ol! Böyle haberden inme gelir. Dikkat et! Şimdilik iyi bilinen ve en yakın ve en kesin olan ÇOK YAKINDA CEZALANDIRILACAĞIDIR. Bu “çok yakın” kaç gündür pek bilemem, sen hazırlıklı ol!  Onun 8. Kurultay gündemini alt üst etmesi yenir yutulur bir şey değil! Genç partililer düzen ve huzur istiyorlar. “Hastalar hastaneye, yaşlılar eve” demeye başlamışlar. “Bu bir lider partisidir, benden sonra dağılır ve bir daha toparlanamaz, dalan diyormuş,” o da saçmalık. Bizim insanlarımız güngörmüştür ve dağılmaz, düşer kalkarlar.

 

Cezalandırıldığı gün saraydan atılmış olacaktır. Saraydan atılınca çöp tenekesine girmezse, yüzde yüz koğuşa girer. İş Allah daha kötüsü olmaz, RUH HASTALIKLARI HASTAHANESİNE (şu deliler hospitaline) düşebilir, bak “aman düşmesin” diyorum, çünkü orasının çıkış kapısı yok. Hani yazımın başında, “Sultan Sultan olmuş da, Saray hastalığından kurtulamamış ve koskoca İmparatorluk Tahtından 25. gün düşmüş,” demiştim, Oğlun iyi dayandı maşallah, 25 yıl dayanabildi, şimdi artık kaydı da, basacak yer bulamadı, tekerlendi, “fahri başkanlığa” takıldı. Verilmiş sadakası varmış demek istiyorum da, olup olmadığını bilemiyorum. Düşerken “parapete takıldı” diyorlar. Yakın “dostu” olan hırsız Hristo yakınındaydı ve basamaklardan aşağı kadar tekerlenmek üzereyken yakasından tuttu. Olabilir! Ebedi olan bir şey yok. Liderlik de mezara götürülmüyor. Gönül ister ki, hiç olmazsa senin geçen gün köye dağıttığın kıymalık etten nasiplenenler dua eder ve onların gönül sesi işitilir ve şu kesin olan CELANDIRMA işi biraz ertelenmiş olur. İşleri karıştıran o, hak ettiği cezayı alacak tabii. Toplumu bunaltan da o, başkalarını da şaşırttı… Başka diyeceğim yok bacım. Yazılarımı oku, dediklerimi yaptığını öğrendiğimde,  falına yeniden bakıp kısaca yazacağım, okur ve uygularsın, bu denli büyük günahlar TÖVBE etmekle ne aklanır ne paklanır. Sen de bir anasın, insansın! Şu seninki kız olsa “kızına kıyamayan dizini döver” deyeceğim de, senin derdin çok daha derin, bütün Bulgaristan toplansa deliye söz geçiremez. Ceza falın göbeğinde, çıktı çıkacak….ne yapalım oğlan eder, anası ağlar.

Yazar