Geçtiğimiz Cumartesi Ankara’da patlayan bombalar ile 102 vatandaşımızı kaybettik. Ondan önce de Suruç’ta 32 vatandaşımız benzer şekilde katledilmişti. Suruç ile Ankara bombalamaları arasında geçen süreçte ise gazetelerin dediğine göre asker, polis, korucu ve sivil vatandaşımız olmak üzere 420 vatandaşımız terör saldırılarında şehit oldu. Bunun yanı sıra güvenlik güçlerimizce yapılan operasyonlarda öldürülen PKK’lı terörist sayısı 1000’i zannediyorum aştı. Ülke olarak 3 ay gibi kısa bir sürede çok korkunç bir can kaybımız var. Bunun sorumluları aslında herkes tarafından biliniyor.
Çingeneyi bir köşede kıstırmışlar başına başına vuruyorlarmış, o da bağırıyormuş; “Ah arkam, ah arkam” diye.
Dövenler dayanamayıp sormuş, “Biz senin başına vuruyoruz, sen arkam diye bağırıyorsun. Ne iş?” Çingene cevap vermiş, “Arkam olsa siz böyle beni dövebilir miydiniz? Onun için arkam, arkaaam diye bağırıyorum!”
Aslında alan belli, satan belli…
Olan ise insanımıza oluyor. Baş katiller ise Moskova’da, Vaşington’da Paris’te, Londra’da, Tel Aviv’de ve Tahran’da keyif çatıyorlar.
Türkiye’nin biraz daha güneyini de hesaba katarsak son üç ayda ölen Müslüman sayısı sanırım 50 bine yaklaşmış olabilir. Denizlerde boğulanlar hariç…
İnsan canı bu kadar mı ucuz olabilir…
ABD’nin iki askeri öldü diye Libya’yı bombaladığı günleri, İsrail’in bir askeri için Lübnan’ı dümdüz ettiğini, Rusya’nın birkaç soydaşı öldü diye Ukrayna’nın üçte birini işgal ettiğini daha unutmadık.
Başlıkta “Bile Bile Lades” dedik. Neden biliyor musunuz?
Bunun olacağı belliydi de ondan.
Nasıl mı?
Geçen hafta Rus Savaş Uçakları Türk Hava Sahasını birkaç kez ihlâl etti. Silâhlı Kuvvetlerimiz ve Hükümetimiz, itidalli davranarak karşılık vermedi, iyi de yaptı. Çünkü ilk tetiği çeken olarak sonu belirsiz bir maceraya sürüklenebilirdik.
Belki de zaten istenen buydu!
Ama bu ihlâl, bir tahrik olmanın ötesinde, tepki süresini ve kapasitesini ölçme maksadıyla da yapılmış olabilir elbette. Hatırlarsanız Hollanda, Almanya ve ABD başta olmak üzere NATO’nun Güneydoğu Anadolu’muza konuşlanmış bulunan hava savunma sistemleri ani bir kararla geri çekilmeye başlandı. Güya süreleri doldu ve tehdit ortadan kalktı…
Oysa o sistemlerin geldiğinde ne Suriye’nin (Esed’in) Türkiye’yi vurma gücü vardı. Ne de İŞİD diye bir örgüt vardı. Milyonda bir ihtimale karşı gelen hava savunma sistemleri; pat diye Rus Savaş uçakları burnumuzun dibine gelip Türk semalarını ihlâl edince bir anda geri döndüler.
Haydi, geri dönüş kararı önceden alınmıştı diyelim. Peki, NATO’nun düşmanı olan (en azından bizim öyle bildiğimiz) Rusya’nın savaş uçakları bir NATO üyesi olan ülkenin hava sahasına tecavüz edince, çekilme işleminin durdurulması gerekemez mi? Ama hâlâ Batılı müttefiklerimizin askerleri ‘aylardır’ bölgeden kaçıyorlar. Bir de dalga geçer gibi, siz çağırırsanız en fazla 48 saat sonra yardımınıza yetişiriz diyorlar.
İncirlik Askeri üssündeki ABD askerlerinin aileleri ABD’ye geri gönderiliyor.
Batılı ülkeler, Türkiye’deki vatandaşlarına dikkatli olun ve Türkiye’yi terk edin, Türkiye’ye geleceklere de gitmeyin diyorlar.
İnsan acaba, ABD ve Rusya anlaştı da Suriye’yi ikiye paylaştılar ve Türkiye bir sorun çıkarabilir diye nabız mı yokluyorlar diyor…
Veya bölgemiz haritası yeniden dizayn edilmek üzere masada görüşüldü de, uygulamaya mı geçildi?
Ama şu unutulmamalıdır ki; 1918’de Osmanlı Devleti haritasını masaya yatırıp pay kapmaya kalkanlar nasıl bir Osmanlı tokadı yediyse; 2016’nın Türkiye’si bundan çok daha ağırını suratlarına indirir de bu kez kendileri de bir daha iflah olamazlar, bizden söylemesi.
Kendi düşen ağlamaz!