T.Jivkov: Türkiye onları [Bulgaristan Türklerini] kabul etmeyi reddedecektir.

Penço Kubainski:Biz kendimiz için her zaman avantaj sağlayacak bir adım attık. Türkiye kapılarını açmazsa, biz  onun suçlu olduğunu, Türkiye’nin onları kabul etmediğini söyleyeceğiz. Gidip daha sonra dönerlerse “Siz Bulgarsınız, nereye gidiyorsunuz. Size gitmeyin demedik mi?” diyeceğiz. Şu anda onları kabul ederler mi etmezler mi konusu üzerinde kafalarımızı yormayalım, onları kabul etmeleri için baskı yapalım. T.Jivkov: Bu işe rahat bakmalıyız, onları müzikle uğurlamalıyız… Gelecekte göç edenlerin evlerine Bulgar yerleştirmeliyiz, her şeyi bedava vermeliyiz. Georgi Yordanov:…Türkiye’ye göç etmek isteyenlerin sayısı 200 bin mi, yoksa 100 bin mi olur, bilemeyiz ama biraz kanın akması devletimizin lehine olacaktır. Temiz olmayan kan dışarıya akmalı.

T.Jivkov:…Göç konusunu gündemden kaldırmalıyız. Emil Hristov: Evet, tümüyle katılıyorum. Yoldaş Kubadinski bile bunun bir göç olduğunu, onların da bunu zaten bildiğini, dolayısıyla ona ne isim vereceğimizin hiçbir önemi olmadığını söyledi. Hayır, böyle değil. Buna “göç” demememiz çok önemlidir, aksi taktirde emekli maaşları, mülkiyet sorunları gibi birçok hukuki sorunla karşılaşacağız….Bazı kanun metinlerinde değişiklik yapmalıyız, serbest seyahat hakkı tanıyan kanunumuza dayanarak yeni maddeler ilave etmeliyiz. Göç’ ten değil, serbest seyahat hakkından söz etmeliyiz ( 61-73)

7 Haziran 1989 tarihinde, Politbüro üyelerinin Partinin Bölge Komite Sekreterleri, Komünist Gençlik Birliği Sekreteri ve İç İşleri Bakanı ile yaptığı görüşmede de Parti Sekreteri Jivkov göç konusunu gündeme getiriyor ve bu olayın gerçekleşmemesini ülke için son derece büyük bir tehlike olarak gösteriyor. Jivkov’a göre ülkeden en az iki yüz – üç yüz bin Bulgaristan Türkü dışarıya gönderilmelidir, aksi taktirde “15 yıl sonra ortada Bulgaristan diye bir ülke kalmayacaktır. Kıbrıs veya benzer bir şeye dönüşecektir,” dolayısıyla “göç olayına olumlu bir olay gibi bakılmalı. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti için bu nüfustan iki yüz, hatta mümkünse üç yüz bin kişinin göç etmesi son derece önemlidir ” (86).

Jivkov’un bu açıklaması, Türk azınlığının Bulgaristan için niçin o kadar büyük bir tehdit oluşturuyor sorusunu da gündeme getiriyor. “Soya dönüş” süreciyle ilgili birçok kuram geliştirilse de, Bulgar nüfusunun sosyalizm döneminde ülkenin etnik kimliğini tehdit edecek ölçüde azalması temel neden olarak gösterilmektedir. Sosyalizm karşıtı görüşlerini Bulgaristan’ı terk ettikten sonra da “Özgür Avrupa” radyosundan sürdüren ve bundan dolayı Bulgaristan gizli ajanları tarafından 1978 yılında İngiltere’de öldürülen Bulgar yazarı Georgi Markov bu konuya 1980’de Almanya’da ve 1990’da Bulgaristan’da yayımlanan Bulgaristan Röportajları   başlıklı kitabında yer vermektedir. 1969’da yurt dışına gitmeden önce Bulgaristan’da yaşadığı olayları açıkladığı bu eserinde Markov, o dönemde yetkili bir parti lideri konumunda olan Boyan Bılgaranov ile yaptığı bir görüşmede, Bılgaranov’un kendisine “Yirmi yıl sonra biz bir Türk-çingene ülkesi olacağız, bunun farkında değil misiniz?” diye bağırdığını anlatır (261).Markov’un da belirttiği gibi, 1960’larda Bulgar nüfusu doğum oranının eksi rakamlarla ölçülmesi, parti yöneticilerini telaşlandırır ve “Bulgar milli doğurganlığının trajik boyutları” en önemli sorun haline gelir (262). İstatistik verilere göre gözlemlenen genel nüfus artışı ise iki etkene bağlıdır: ölüm oranının önemli ölçüde düşmesi ve Türk ile çingene nüfusunun hızla çoğalması. Ülkenin etnik dengesini korumak için Parti yöneticileri bir taraftan Bulgarların doğurganlığı yükseltmek için çözümler ararken (bekarlık vergisi yüzde beş oranından yüzde ona yükseltiliyor, annelerin kullandığı doğum ve doğum sonrası izinler uzatılıyor, ailelere sahip oldukları çocuk sayısına göre yapılan maddi yardım yükseltiliyor), diğer taraftan da Markov’un tüm bu faaliyetler arasındaki “en tuhaf eylem” olarak adlandırdığı bir süreç başlatıyor: çingenelerin isimleri zorunlu olarak Bulgar isimleriyle değiştiriliyor (Markov 262). 1984’te gerçekleşen “Soya Dönüş” sürecinin ve Jivkov’un 7 Haziran 1989 tarihli açıklamasında bulunduğu “göç” talebinin de 1960’larda başlayan bu eylemin bir devamı olduğu açıktır.

Ancak Haziran 1989’da yapılan Parti toplantılarında göçten söz edilse bile, Todor Jivkov, resmi açıklamalarda bu terimden kaçınmanın önemi üzerinde duruyor, göç yerine “geçici veya sürekli olarak başka bir ülkede kalma” ifadesinin yaygınlaşmasını öneriyor ve bu hareketin aciliyetini “ekstremist öğeleri çabucak, zorla göç ettirmeli; bu olayların [Mayıs olayları] merkezinde olan fanatikler topluca göç etmeli” ifadesiyle vurguluyor (86-87).

Todor Jivkov’un Politbüro’nun 16 Haziran 1989 tarihli Toplantısında yaptığı Kapanış Konuşması, daha önceki toplantılarda alınan kararların sorgulanmaya başladığına işaret ediyor. Sınırların açılmasından iki hafta geçmiştir ve bu süre içinde ağırlıkta Türklerin yaşadığı bölgelerde tarlalar ve fabrikalar boşalmaya başlamıştır. Tarımın ve iktisadın gördüğü zararlar nedeniyle Politbüro aldığı göç kararından geri adım atmaya karar verir fakat, Jivkov’ un aşağıdaki açıklamasından da anlaşıldığı gibi, serbest seyahat hakkı ismi altında gerçekleştirilen göç uygulamasını da sürdürmeye kararlıdır:

Yazar