Tarih:  20 Ocak 2020
Yazan: Ertaş ÇAKIR
Konu: Toplumun arınma filtresi yargıdır, mahkemedir.
            Tutuklanıp cezalandırılmayan katiller günümüzün kahramanları oldu. Müslümanlar adalet istiyor.

Barışın ve şiddetin bulaşıcı olduğuna inanıyorum. 1985’in Ocak ayı günlerinde Bulgarlar “isimlerini değiştirme” bahanesiyle Türklere saldırmışlardı. Öyle bir saldırıydı ki, bir salgın halini almış ve yüreğinde Bulgar olma heyecanı olanların yediden yetmişi bize saldırıya geçmişti.

O zamandan günümüze 35 yıl geçti. Ne ki o gün bu gün Bulgaristan’da Türklerle, Müslümanlarla uzlaşma, barışma, birlikte yaşamanın güzelliklerini arama çabaları toplumu kucaklayamadı. Bulgar toplumu bugün de çarpık, yumuk ve sakat olduğundan başka, bir de yavan ve parçalanmıştır.

Geçiş Dönemi dediğimiz son 30 yılda ortak paydalarımız oluşmadı. Oluşması istenmedi. Oluşturulmadı hatta mayalanması engellendi.  Bunun başat nedenlerinden biri olarak herkes tarafından kabul edilen yargı değerlerimizin olmamasıdır. Bizim yargı değerlerimizin kepçesi küçük suçlar içindir. Büyükleri kaldıramıyor. Kanunları silah edecek yargıcımız yok. Kırılacak kalemimiz de yok, hepsi ithal.

Bulgarlar ile ülkedeki azınlıklar ortak değerlerden bir çimento duvar öğrenemediler. 2019 yılında tarihsel Filibe (Plovdiv) şehri Avrupa Kültür merkeziydi. Öyle olsa da, yazık masrafa,  beklenen sonuç alınamadı. İlin “Voyvodino” köyünde kış ortasında bacası tüten içi insan dolu gettolar yakıldı. Çocuklar, yaşlılar ve tavuklar karın üstünde kaldı. 2019 yılında sözde “demokrasi ülkesi” Bulgaristan’da yerel mahkemelerde “insanoğlunun doğduğu yerde yaşama” hakkı davalarına bakıldı. Bu davalar sapık insanlar diyarında demokrasi tesis etmenin çok zor bir iş olduğunu gösterdi. Üstelik mağdurlar lehinde çıkan kararlar Belediye Başkanları ve meclis tanınmadı. Olaylar Avrupa Kültür Şehri için yüz karası oldu. Ne yazık ki Bulgar toplumunda azınlık haklarını savunan bir ulusal hareketlenme olmadı. İnsan sevgisi, yoksullarla dayanışma, haksızlığa uğrayanlara el uzatma girişimleri gelişmedi.

Dikkati çeken bir olay:  ülkedeki faşist hortlamaları sıklaştı.
Avrupa Konseyi (AK) tarafından da faşist partiler olarak tanımlanan 3 Bulgar partisinden en büyü olan VMRO – Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov tarafından yönetilen popülist yani kendisi halktan yanaymış gibi gösteren zihniyet parti yeni bir Askerlik Yasası hazırladı. Henüz Bakanlar Kurulu’nda kabul edilip yasallaşmak üzere meclise sunulmayan bu yasa tasarısında azınlıklardan 16-18 yıllarında kızların ve 18-20 yaşları arasındaki gençlerin “İnşaat Eri” dediğimiz ordu birliklerine toplanıp çalıştırılarak eğitilmesi öngörülüyor.

1920 yılında kurulan İnşaat Erlerinde askerlik yapma kanunu 1940 yılında yani bundan 80 yıl önce, bazı değişiklikler görmüştü. İnşaat Erlerine Bulgar Çarlığında yaşayan Bulgar olmayanlar alınıyordu. Karın tokluğuna ve günde 1 paket sigaraya çalıştırılıyorlardı.

Alman Nazilerin “Wansee” konferansında Yahudilerle kesin hesaplaşma kararı almasından sonra, Sofya’daki Bogdan Filov hükümetine Almanya’dan gelen bir mektupta “Yahudilerin Bulgar Ordusuna bağlı “İnşaat Erleri” terkibinden çıkarılsın, dendi.

Sofya’da toplanan yuvarlak masada, tüm Yahudi erkeklerin “İş Kamplarına” toplanması kararı alındı.160 Yahudi kampı oluşturuldu. Bunlarda sağlık hizmeti ve ilaç alacak yer yoktu. Çakıl kırdılar, tünel kazdılar, en ağır işlerde çalıştırıldılar. 1944’te İş Kamplarından salıverilen Yahudilerden sağ kalanlar 1948 yılında deniz yoluyla  bizi bırakıp topluca gittiler.

1940-44 yıllarında Bulgar Yahudileri de savunan anti-faşist hareket gelişti. Anti-semit yasalar kınandı. Yahudilerle dayanışma milli boyutlara ulaştı. Yahudiler çok sert şiddete uğrayan mağdur azınlıktı. Rejime karşı düşmanlık ve anti-faşist mücadele Yahudileri kucakladı ve savundu. O yıllarda süren iç savaşta Yahudiler anti-faşist Bulgar cephesinde yer aldı.

1944-1989 yıllar arasında biz bir mayın tarlasında dolaştık durduk. Kendi izlerimizin dışına çıkamaz olduk. İnşaatlarda askerlik yapmak bu çilenin bir parçasıydı. Türkler memleketi terk edince, Bulgar’ın hayalleri çamura saplandı, içine çeken bataklıktan bir türlü çıkamadı. Son 30 yılda Bulgar milleti bedava çalıştırılan Müslümanlar tarafından kurulanı sattı, savurdu. Barajlar 50 -60-70 yaşında, duvarları çatladı, patladı patlayacak. Bulgar milleti yağmur duasına mı çıksın, kuraklık için mi dua etsin, şaşırmış durumda. Her gün bir felaket haberi almaya alıştı millet. Yerinde sayarak ısınıyor.

Herkesin ve hepimizin bir geçmişi vardır. Bu geçmişin içinde zulümle belirlenen ve tekrar etmemesini istediğimiz yıllar, devirler vardır. Bulgarlarla geçmişimizden 20. Asrın tekrar etmesini arzu etmiyoruz. Bulgarların rezil oluşundan utanıyoruz. Fenalıklarını unutamadık. Osmanlıdan arınamayan, faşizme sarılan ama faşizmden arınamayan, komünizme sevdalanan ama komünizmden temizlenemeyen ve içleri ve dışlarının kanser olduğunu kendisi anlatan bu milletin çektikleri sanki bizimkilerden fazla. Biz faşizme ve komünist totalitarizme karşı isyan eden bir halk olarak gururluyuz ve geleceğin çöpçüsü olmak istemiyoruz. Arınma derdi onların, ama arınmanın eleği, filtresi ancak ve yalnız adalet sarayları, akrabalık ve hatır saymayan, telefon kaldırmayan yargıçlar olabilir. Bizim davalara, Musa’dan ve İsa’dan beri çiğnen tüm ortak derler adına kalem kıracak yargıçlar gerek. Bizde böyle yargıç yetişmedi. Desteksiz ayakta dimdik duran orta direk yok. Sanki aynı ortamda yetişmemişiz. Onlar sürüngen bizse Selvi olmayı seçmişiz.

Dürüst olmaktan korkma kardeşim!
 Kaybedeceğin ancak yanlış, kötülük yüklü  insanlar, bizdeki elleri kanlı katiller, gözüne bakılamayanlar olanla Bu bilinci artık bizim.

Dönelim, birlikte bakalım arkamıza diyebileceğim dostum yok. Kimse arkasına bakmak istemiyor. Geçmişten alacağımız derse çok! Tekrar etmemesini birlikte istememiz ortak hakkımız, sarılıp öpeceğimiz bir ortak değer değil mi? Evet onlar bizim saframızda yiyip içmek, kederimizi-kaderimizi paylaşmak istemediler, istemiyorlar, ne zaman olgunlaşıp isteyecekler, bilemiyorum. Beklemek de bir ortak değerimiz. Birlikte mi beklesek?

Milletlerin farklı zamanlarda ve değişik koşullarda olgunlaştığını yeni öğrendim. Kimileri hep çocuk kalıyor. Büyüyen yalnız amcalarının onlara aldığı oyuncaklar ve söyledikleri büyük yalanlar.

Anlattık, anlattık da şunu bir türlü anlatamadık.
Gerçek dost gölge gibidir. Eğilsen de, çömelsen de, düşsen de, doğurulsan da, iyi ve kötü günde asla yanından ayrılmaz. Ama bunu yani gerçek dost olmayı hak etmek var. Onlar bizim gerçek dostumuz olamadılar ki…

Bizi yanlışlığa alıştırmaya çalıştılar. Kulak vermeyi unutturmak istediler. Bakar kör olun dediler. Okumak bilmeyen de akıllıdır, deyip  bizi hep aldattılar. Ama kafanız bir defa bozuldu mu, Türk olmaktan cayar ve her dediğimize “evet” dersiniz demediler.

Onlar bu yolun nerede biteceğini sanki biliyorlardı.  Kimsenin kimseyi sevmediği, ama herkesin birbiriyle samimi olduğu ortamdı akıllarında olan ve o yolu bugün de yürüyorlar ve bizi de tatsız tuzsuz bir kargaşa içinde bunaltıp hayattan soğutmak istiyorlar.

Dedeme, bana ve hepimize 2 tercih sundular. Bu daha 140 yıl önce olmuştu.
Ya öleceksin ya gideceksin, dediler.
Ben kaldım kardeş, ben kaldım. Adalet bekçisiyim. Gelecek umudu yaşıyor. Gelecek dediler.
Ben artık her şeye razıyım. Barış ve adalet nasıl gelecekse gelsin. İster bulaşıcı hastalık gibi gelsin ama gelsin. Hesap görme ve hesap verme zamanı gelsin!

Biz her şeyin değişmesini istiyoruz. Ne kadar değişirsen değiş kardeşim. Ama unutma nerede mutlu olduysan oraya çevirirsin kafanı! Adalet kafanın döndüğü yerdedir.

Bize silah çeken canavardı. Neden terbiye edilemedi? 30 yıl geçti de susturamadık içlerindeki canavarı. Neden! Neyi eksik yaptık!

Yanlış hayat doğru yaşanmaz diyenler haklı… Sanki onların bize anlatamadıkları, duruşma salonunda söyleyemedikleri gizli bir sırları var. Çürük diş gibi sallanıyor ağızlarında ama bir türlü düşmüyor. Ne onlar kurtulabiliyorlar ne de biz. Yıllar geçse de göstermek istemedikleri gizli yüzlerini görsek de, görmek istemedik sanki…

Yalnızlık yaşattılar bize ve bu yalnızlık tek başına olmak değildi. Bizim yaşadığımız yalnızlık, pusuda olan canavarla tek başına olmaktı. Yıllarımızı aldı. Halen canavar yaralı biz kesin bakışımızla ebedi pusudayız…

Devam edecek.
Bizi izleyiniz. Vatan acısını anlatmak zor.
Teşekkür ederim.

Yazar