Ibrahim Özkalemkaş’ın kaleminden
Ortadoğu gibi zor bir coğrafyada yaşamaktayız. Bu zor coğrafyadaki çatışmalardan bölge ülkeleri de etkilenmektedir. Bu ülkelerden biride Türkiye’dir. Ülkemizi etkileyen en önemli etki Türk halkı ile Filistin halkının uzun yıllara dayanan tarihsel bağıdır. Tarihsel bağımızın en önemli sebebiyse aynı dine mensup oluşumuzdur. Bunun sebebi olarak Filistin halkına İsrail tarafından yapılan saldırılar bizim ülkemizdeki halkımız içinde kanayan yaradır. Bunun sonucu olarak yazımın başlığını Orta doğunun kanayan yarası Filistin olarak düşündüm. Peki İsrail bu bölgeye nasıl hakim oldu? Filistin sorunu nasıl kanayan yara halini aldı? Öncelikle Filistin’in bizi ilgilendiren tarihini ele almamız gerekir.
Filistin,Yavuz Sultan Selim döneminde Mercidabık Savaşı’ndan sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı yönetimine geçti. Bölgenin tamamının fethi ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlandı. Kanuni döneminde üç semavi din(İslam, Hristiyan ve Musevi) açısından da önemli olan Harem“ olarak adlandırılan kısmın bakımı yapılarak etrafındaki duvarlar yeniden inşa edildi. Osmanlı Devleti Filistin’i Suriye sınırları içinde Şam’a bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed olmak üzere dört sancağa ayırdı. Daha sonra bu sancaklar Kudüs’e bağlı birer eyalet oldu.
Kudüs Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler için oldukça önemli bir kenttir. Yani İslamiyet, Hristiyanlık ve Musevilik dinlerinin ortak kesişme noktası olan bu kentin önemi her üç din içinde kutsal mekanların olmasıdır. Bundan dolayıdır ki her üç din bu şehir için tarihte çok savaşlar yapmıştır. Peki Kudüs neden önemlidir?
İslam için önemi: Müslümanların ilk kıblesi Mescidi Aksa’dır. Aynı zamanda peygamber efendimizin Miraç olayı burada gerçekleşmiş,buradan göğe çıkmıştır. Hristiyanlık için önemi: İncil’e göre Hazreti İsa burada yaşamış ve çarmıha gerilmiş olması nedeni ile Hristiyanlar için oldukça önemlidir. Yahudilik için önemi: Kutsal kitaplarına göre İsrail kralı Davut ilk Kudüs şehrini Birleşik İsrail Devletinin başkenti olarak kabul etmiş ve oğlu Süleyman ilk tapınağı buraya inşa etmiştir.
Osmanlı döneminde Filistin’de önceden olduğu gibi Müslüman Araplar, nüfus içinde çoğunluğu oluşturmaktaydı. Müslümanlar, 1880’de nüfusun %87’sini, 1890’da %85’ini ve 1914’te %83’ünü oluşturmaktadır. Filistin’de yaşayan Müslümanların tamamına yakını Sünni’dir. Filistin topraklarının büyük bir kısmı devlet kayıtlarında miri arazi olarak geçmektedir. Bu nedenle burada yaşayan Müslümanlar hayatlarını devletin kendilerine verdiği toprakta tarımla uğraşarak kazanıyorlardı. Devlet toprakları dışında kalan topraklar ise vakıflara aitti. Filistin topraklarında nüfusun az bir kısmını teşkil eden Hıristiyanlar ve Yahudiler daha çok şehirlerde yaşıyorlardı. 19. yüzyılda elde ettikleri ticari imtiyazlarla bu azınlık, bütün Ortadoğu’ya ticari kurumlarıyla birlikte giren Avrupalılara bağlı olarak ticaretle uğraşıyordu.
Osmanlı Devleti, daha önceki Müslüman yönetimleri gibi, üç büyük din tarafından kutsal sayılan bu bölgede Müslüman olmayan topluluklara karşı hoşgörülü tavrı devam ettirmiştir. Osmanlı arşiv belgeleri, Filistin’deki idarenin bölgede yaşayan Yahudileri dini vecibelerini yerine getirme konusunda ne kadar serbest bıraktığını açıkça göstermektedir. Osmanlı
Devleti, Müslümanlara ait topraklarda yaşayan gayrimüslimler hususunda Şer-i Şerif adı verilen hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket etmiştir. Şer-i Şerif denilen bu İslam hukukuna göre, Müslümanlarla barış yapan ve İslâm Devleti’nin hakimiyetini kabul eden gayrimüslimlere zımmi adı verilir. Din, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde Şer-i Şerif’e göre muamele yapılır. Müslümanlara ait topraklarda yaşayan zımmilerin aynı topraklarda yaşayan Müslümanlardan farkı, din ayrılığından doğan bir farklılıktır. Örneğin, Müslümanlar zekat vermekle yükümlü oldukları halde, gayrimüslimler zekat vermekle yükümlü değillerdir. Gayrimüslimler kazançlarına göre, senede bir defa „cizye“ denilen bir vergi vermektedirler. Fakirler, işsizler, din adamları, yaşlılar ve hastalar bu vergiden muaftır. Gayrimüslimler askerlik yapmak zorunda değildir. Aile hukuku, miras hukuku ve dinlerinin gereği olan diğer konularda, kendi inandıkları hukuki hükümler uygulanır. Bütün bunların yanında, gayrimüslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri Müslümanlarınki gibi dokunulmazdır. Muhtaç gayrimüslimler, sosyal haklardan bir Müslüman ile eşit şekilde yararlanır. Bazı istisnaların dışında, devlet kademelerinde yer alabilirler. Bütün hukuki davalarda, gayrimüslim ile Müslüman arasında fark yoktur. Birçok Osmanlı beldesindeki kiliseler, havralar, mezarlar, arşivlerdeki belgeler, mahkeme kararları Müslüman hoşgörüsünün en büyük delilleridir.
Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki davalarda kadı mahkemesinde gösterilen hassasiyetin yanında Müslüman halkın da gayrimüslimlere daima hoşgörülü ve hakkaniyetli muamele ettiklerine şahit olunmuştur. Farklı dinden olmaları sebebiyle onlara hiçbir zaman haksızlık yapılmamıştır.
Hz. Ömer’in Kûfi hattı ile kaleme aldığı ve Kudüs’teki gayrimüslimlerin hak ve hürriyetlerini özellikle zikrettiği ve sonradan Osmanlı sultanlarına ilham kaynağı olan fermanın aslı Osmanlı arşivlerinde hala mevcuttur. Filistin’in Osmanlı hakimiyetine girmesinin ardından patrikhanenin ve Hıristiyan toplulukların hak ve imtiyazlarını belirten çeşitli fermanlar çıkarılmıştır. Hz. Ömer ile başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi ile devam eden Kudüs’teki mukaddes mekanların fermanlarla teker teker sayılması ve burada yaşayan gayrimüslimlerin sahip oldukları hak ve hürriyetlerin tespit edilmesi adeti, bu topraklar Osmanlı yönetiminden çıkıncaya kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti farklı unsurlara hukuki bir statü ve serbestlik sağlayan „millet sistemi“ni Filistin topraklarında daha kapsamlı bir şekilde sürdürmüştür. Kısaca Kudüs, Osmanlı hakimiyeti altında tam bir barış ve huzur dönemini yaşamıştır.
Osmanlı da bu barış ve huzur dönemi devam ederken; peki İsrail Filistine nasıl hakim oldu?
İngiltere, 19. asrın başlarında, Ortadoğu’nun zenginliklerinden faydalanmak, dünya hâkimiyetini devam ettirebilmek ve İslâm ülkelerini bölmek için, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması ve bunun için dünya Yahudilerini bir bayrak altında toplama fikrini otaya attı. Bu fikir, Avrupa, Amerika ve Rusya’da hızla yayıldı. İngiltere’de İngiliz Hükümeti ve Yahudiler, Sir Herry Finch isimli bir avukata Calling of the Jews(Yahudilerin Çağrısı) isimli bir kitap yazdırdılar. Bu kitapta, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması fikri savunularak kamuoyu meydana getirildi. Musos Haim Montefiore isimli bir İtalyan Yahudisi, Londra’da büyük bir servet edinmişti. Filistin’de Yahudi Devleti kurma fikrine uyarak, 1824’te Filistin’e göç etti ve 1837 senesine kadar Filistin’de kaldı. Bu tarihte Filistin’de 8000 Yahudi bulunuyordu. Bu kadar az kişi ile devlet kurulamayacağını anlayınca, Londra’ya döndü. 1837 tarihinde bastırdığı bir kitapla, Filistin’in ziraata elverişli olduğunu ve Yahudilerin Filistin’e göçünü teşvik etti. İngiltere hükümeti, bir tamimle Filistin’deki İngiliz konsolosluklarını, Yahudileri himayeye memur
etti. 1862’de Hess isimli bir Alman Yahudisi, Roma ve Kudüs isimli kitabında; Yahudi davasının ortaya atılacağı ve emellerinin tahakkuk edeceği günün yaklaştığını, her ne bahasına olursa olsun Filistin’de bir Yahudi devleti kurulacağını, Fransa’nın bu işte yardımcı olacağını, Fransız ihtilâlinin bu maksatla yapıldığını yazdı.
I. Siyonist Kongre
Musevilere indirilen Tevrat ta şöyle yazar:
“ O günde Rab, Abraham’la ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine verdim.”
Tensiye bölümünde ise aynı kutsal sınırlar şu şekilde çizilir:
“ O zaman Rab, bütün milletleri önümüzden kovacak ve sizden büyük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanımızın basacağı her yer sizin olacak, sınırlarınız çölden ve Lübnan’dan, ırmaktan, Fırat ırmağından batı denizine kadar olacaktır. Önümüzde kimse duramayacak, Tanrınız Rab size söylediği gibi, dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.” Tevrat ta bahsedilen bu topraklar 29 Ağustos 1897 yılında Basel’de Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongrede ele alınmıştır.
Kongreye tüm dünyadan yaklaşık 200 delege katılmıştır. Avusturyalı Yahudi bir gazeteci olan Theodor Herzl, 1896’da yazdığı Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli bir kitapta Siyonizm’in kuruluşunu anlatmış, 1897’de I. Siyonist Kongre ile Dünya Siyonist Teşkilâtı kurulmuştur. Kongre ile 1897’ye kadar Yahudilerin, Filistin’de toplanması ve Yahudi devleti kurulması bir fikir iken, 1897’de hedef haline getirilmiştir.
Kurulan Dünya Siyonist Örgütünün başkanlığı’na Theodor Herzl getirildi. Kongrede hazırlanan Siyonist programı hayata geçirmek için gereken altyapının oluşturulması için finans desteğini sağlamak amacıyla bir fon kurulması kararlaştırıldı. Bu fon Filistin’de toprak satın alınması ve bu topraklarda bir devletin altyapısının oluşturulmasına harcanması kararlaştırıldı.
Bu amacı gerçekleştirmek için gerekli toprak alanları bulmak maksadıyla Papayla, Alman Kaiser’i Wilhelm’le, Avrupa’nın çeşitli prensleri, politikacıları ve nihayet söz konusu bölgenin kontrolünü elinde tutan Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit ile görüştü.
Herzl, Sultan II. Abdülhamit’e bu konudaki ilk teklifi dostu olan Polonyalı aristokrat Phillip de Nevlinsky vasıtasıyla yaptı ama bir sonuç çıkmaması üzerine 1896’da İstanbul’a bizzat geldi. Başkente bu tarihten sonra dört defa daha gelecek ve 1902’ye kadar Yıldız Sarayı ile bağlantısını kesmeyecekti.
Theodor Herzl, İstanbul’a 1896 ve 1898 yıllarında yaptığı ilk iki seyahatte, Sultan II. Abdülhamit’in yakın çevresi ile temas kurdu. Yıldız Sarayı’nda Padişah’ın huzuruna ise 1901’deki üçüncü seyahati sırasında, 19 Mayıs 1901 günü kabul edildi.
Theodor Herzl, Sultan İkinci Abdülhamid Han’a şu teklifleri sundu. Filistin’de altın para karşılığı toprak sattığı takdirde: 1. Yahudiler, Osmanlı Devletinin bütün borçlarını ödeyecekler. 2. Osmanlı Devletine büyük malî yardımda bulunacaklar. 3. Sultan Abdülhamid Han’ın siyasetini Avrupa’da destekleyecekler. 4. Yahudiler, Osmanlı Devletinde inşa edilecek savaş üslerinin parasını ödeyecekler.
5. Sultan Abdülhamid Han’a şahsı için büyük servet verecekler. 6. Filistin’de kurulacak büyük üniversitede aynı zamanda Türk talebeleri de okuyacak. Tahsil için Avrupa’ya gitmeye lüzum kalmayacak
Theodor Herzl başkanlığındaki heyete, Sultan II. Abdülhamid’in verdiği cevap altın suyu ile yazılıp çerçeveletilecek türdendir:
“Bu konuda sakın bir adım daha atmayın. Ülkemin bir çakıl taşını bile satamam. Çünkü o benim değil, halkımındır. Bu devlet onu kanı pahasına aldı, kanı pahasına yaşattı. Birilerinin gasbetmesine izin vermeksizin kanımız pahasına da koruruz. İki tabur askerimiz Suriye ve Filistin’de savaştı. Askerlerimiz Plevne’de bir bir şehit edildi. Çünkü teslim olmaktansa savaş meydanında ölmeyi tercih ettiler. Osmanlı Devleti benim değil, milletindir. Hiçbir parçasını veremem. Yahudiler milyonlarını saklasınlar. Devlet parçalanırsa, Filistin’i karşılıksız da alabilirler. Su kadar var ki, bu devlet cesetlerimiz çiğnenmeden parçalanamaz. Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi birbirimizden ayıramaz.”
Theodor Herzl’ in önündeki tek engel Sultan Abdülhamid’dir. Onu Ortadan kaldırmadan hedefine ulaşamazdı. Bunun için 21.07.1905 te Abdülhamid ’e Yıldız Camii’nden çıkarken suikast düzenlediler, Tarihte bu suikaste Bomba Olayı denir. Ardından İttihat ve Terakki’yi destekleyerek Abdülhamid’i tahtan indirdiler. Hatta daha ileri giderek kendisine Kızıl Sultan dediler.
İttihat ve Terakki, azınlıkların da toprak satın alabileceğine dair kanun çıkarttı. İttihat ve Terakki’nin ihanetlerinden biri de bu idi. Yahudiler, geniş topraklar alarak üzerlerine tapuladılar. Sultan Abdülhamid Hanın şahsî (Hanedan) arazisi, kasten ve yok pahasına Yahudilere satıldı. Birinci Dünya Harbi’nden önce İngiltere ve Fransa, Yahudilere teminat verdi. Osmanlı Devleti yıkılacak ve Filistin’de Yahudi Devleti kurulacaktı. İngiliz ve Fransızlar arasında, Mayıs 1916’da imzalanan “Sykes Picot” gizli anlaşmasına göre: 1. Irak ve Şark’ül-Ürdün İngiltere’ye bırakılacak. 2. Suriye ve Lübnan Fransa’ya bırakılacak. 3. Filistin’de önce beynelmilel bir idare, bilâhare Yahudi devleti kurulacak. 4. Hayfa, İngiltere’ye; İskenderun Fransa’ya ait birer serbest liman olarak kalacak.
2 Kasım 1917’de İngiliz bakanlarından Lord Belfour, bir beyanname neşretti. Bu beyannameyle Yahudi devleti kurulması vaad edildi. Vaad şöyledir: “Kral hazretlerinin hükümeti, Filistin’de Yahudilere millî bir vatan tesisine muhakkak nazariyle bakıyor. Bu gayenin tahakkuku için, büyük bir potansiyel harcayacaktır.” Belfour vaadi, kanunî dayanaktan mahrum olup, devletler hukuku kaidelerine aykırıydı. Tarih boyunca buna benzer bir vaka olmamıştır. İttihat ve Terakki liderlerinin bir emrivakisi ile Osmanlı Devleti, 1914’te Birinci Dünya Harbi’ne katıldı. Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbi’ne katılması ile, bu bölgede “Sina Cephesi” açıldı. Osmanlı toprakları ve Ortadoğu’da emelleri bulunan İngilizler, Mısır’ı işgal edip, üs olarak kullandılar. Osmanlı ordusunun 160 000 kişilik bir kısmı Alman General Liman Von Sanders komutasında, Kanal Harekâtı ile 1915 Şubatında taarruz etti. Fakat başarılı olunamadı. El-Ariş’e çekildiler. 1916 Ağustosundaki ikinci taarruz da sonuç vermeyince İngilizler, Filistin ve Suriye’yi işgal için harekâtı hızlandırdılar. İngilizler, 6 Ekim
1917’de Gazze’yi, 10 Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal ettiler. 30 Eylül 1918’de İngilizler Şam’a, Fransızlar Beyrut’a girdiler. 29 Ekim 1918’de ateşkes anlaşması imzalandı ve Mezopotamya’daki Türk cephesi düştü. Yahudiler, Belfour vaadi ile sanki müstakil bir devletmişler gibi, hemen Siyon ordusu kurdular. 11 Aralık 1917’de Kudüs’e giren İngiliz kuvvetleri komutanı Allenby, beraberinde Yahudi (Siyon) kuvvetlerini de Kudüs’e soktu. 1920 San Remo toplantısında İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri; Filistin, Suriye, Irak ve Lübnan’ın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasına ve buralarda manda idaresi kurulmasına karar verdiler. Tarih kitaplarında Birinci Dünya Harbi’nin hakiki ve zahiri sebepleri olarak çok şeyler söylenmiştir. Fakat gerçek sebep, Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve Yahudi devleti kurmaktır. Filistin’i işgal eden İngilizler, derhal askerî idare ilan ettiler. Belfour vaadini ve planını tatbike koyuldular: 1. Filistin’e Yahudi muhacereti (göçü) teşvik edildi. 2. Yahudilerin toprak sahibi olmaları sağlandı. 3. Yahudilerin silah taşımalarına müsaade edildi. 4. Yahudilerin kültür teşkilatları adı altında topluluklar kurulması sağlandı. 5. Sivil idare için, 30 Haziran 1920’de Herbert Samuel isminde aşırı bir Siyonist’i komiser tayin ettiler. 6. 6 Temmuz 1921’de İngiltere’nin Filistin’deki hâkimiyetinin devamlı olacağı ilan edildi. 7. 24 Temmuz 1922’de Cemiyeti Akvam, bu kararı tasdik etti. 8. 24 Temmuz 1922’de Londra’da; İngiltere, Fransa ve İtalya, Filistin’deki manda şartları ile Yahudi devletinin kurulma hazırlıklarını tespit ettiler. Yahudi devleti (İsrâil’in) temeli bu anlaşmayla atıldı. 9. Filistin, Suriye’den ayrıldı. 10. Yahudilerin sayısı artmaya başladı. 1919’da Filistin’de, Arapların sayısı, Yahudilerin 16 misliydi. 1922’de 600 000 Araba karşılık 80 000 Yahudi bulunuyordu. 1947’de ise Yahudi sayısı ile Arap sayısı eşit duruma geldi. Filistinli Müslümanlar tehlikeyi geç de olsa anladılar. Filistin’de Yahudi devleti kurulmakta olduğunu görebildiler. 1929’da Kudüs’te, Araplar ile Yahudiler arasında 15 gün süren kanlı çarpışmalar oldu. Yahudilerden 135 kişi öldü. İngilizler, Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırırken, bu arada Yahudileri silahlandırdılar. Yahudi göçü, 1932’den sonra hızlandı ve Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi ve Yahudi aleyhtarı politika takibiyle, Yahudilerin Filistin’e göçleri aşırı derecede arttı.
Sonuç olarak 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kurulmuş oldu. İsrail Devleti’nin Kuruluş Deklarasyonu, Theodor Herzl’in 1897’de I. Siyonist Kongrede
Ben Basel’de İsrail Devletini kurdum. En geç 50 yıl içinde bu gerçek olacak
demesinden 50 yıl sonra ilan edilmiştir. 50 yıl sonra Siyonizm emellerine ulaşmış olmasına rağmen Filistin bugün hala kanayan yara olmaya devam etmektedir. Osmanlının 400 yıl boyunca sağladığı huzurlu döneminin çok gerisindedir.400 yıllık tarihi bağımızdan dolayı ülkemizde Filistin halkına yapılan insanlık dışı uygulamalara karşı, Filistin’de huzur ve barışın yerine gelmesi için, uluslar arası platformda her türlü diplomatik çabayı sarfetmektedir.