Tarih: 17 Nisan 2020

Korona virüs salgını yayılmaya devam ederken, Bulgaristan’da devlet tedbirleri de sertleşiyor. Otobüs ve trenler durdu. Çarşı Pazar kapandı. Çingene mahalleleri sarıldı. Testler devam ediyor. Sınır kapılarında giriş çıkışlar durdu.  Bulgaristan bir kara-delik içine düştü. Bir yandan bahar patladı. Olağanüstü durumda açan çiçekleri koklayan, derleyen, sevgilisine, anasına, nenesine götüren yok. Doğayı tozlaştıran arılara sevinen yok!!!

1980’li yıllarda isim ve kimlik değiştirmek için tanklar köyüme tırmandığında Radyo “neotron bombası” dediği bir bombanın Paris’e düştüğünde hayatın öldüreceğini, ne mahzende sıçan, ne çatıda martı, ne meydanlarda güvercin ne de dairelerde insan kalacağını, ölümün hayatı yendiğini anlatıyordu. Bu yayının özel olarak benim köyüm için mi yapıldığını söylemekte zorlanıyorum, ama kafamıza sokulmak istenen “sizin başınıza gelen, Fransızların başına sarılana kıyasla, sinek ısırması, teslim olun!” diyorlardı.

O zaman Bulgar devleti, rejim, silahlı güçler, milis, gizli polis, gönüllüler ve serüven arayanlar birlik olmuş, komünist partisi sekreterlerinin ardından sürünerek devletin ve yönetici Komünist Partisi ve diktatör T.Jivkov topluca düştükleri “kara delikten” çıkmaya gece gündüz çırpınıyorlardı.

Bulgarların köylü kurnazlığını ve hile-kârlıkla her durumdan çıkma hüneri olarak, okulda biz Türk çocuklara özellikle anlatılan bir konuydu. Monarşi döneminde Çar III. Boris’e, 1944’ten sonra da komünistlere danışmanlık yapan yazar Elin Pelin (7877 – 1949) “Andeşko” adlı bir hikâye bıraktı. Bu öykülemesinde o, Andreşko adında arabacı bir köylü gencin, şehirli bir vergi tahsildarını köy kenarındaki bataklığın ortasında nasıl bıraktığını ve köydeşlerini vergi ödemekten nasıl kurtardığını anlatır.”

Şimdi, içine düştüğümüz kara delikte toplum yeniden ikiye bölündü.  Bir yanda, eski komünistlerin yeni lideri, GERB partisi yöneticisi Boyko Borisov ve beslediği 20 kişilik zenginler kulübü ve onların hizmetinde olan ve devlet aygıtını çalıştıran 300-400 bin kişilik yemlik kadroları.

İkinci grupta, Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’daki yoksul tabakasını, cahilleri, işsizleri, aldıkları emekli maaşı ile geçinemeyenleri ön sırada görüyoruz. Evinde sabun olmadığı için ellerini yıkayamayanları, maskesi olmadığından maske takıp dükkâna veya fırına kadar çıkamayanların çoğaldığını izliyoruz. Çocuklarını okula gönderemeyenleri, okul çağındaki çocuklarına bilgisayar alamayanların arttığını görürken, huzur evlerine kapanmış yaşlıların, tımarhanelerde unutulanların çığlığını işitiyoruz. Paskalya Bayramında kiliseye gitmesi yasaklanan Hristiyanların homurdanışını işitiyoruz. Hıdırellez’de kilise önünde mum yaktıkları için cezalandırılanların protestolarını işitiyoruz. Yaklaşan Ramazan’da camiye gitmeleri yasaklanan Müslümanların endişesini hissediyoruz. Huzursuz ve güvensiz halkı topluca ve aynı cephede yeni milli iradeyi oluştururken görebiliyoruz.

Radyo ve TV’de korona virüs haberlerinde Bulgaristan’da “halk” kavramının kırılıp parçalandığını, “Çingene”, “Roman” ve “gettolarda yaşayanlar” gibi kavramlarla isimleri değiştirilmiş, Bulgar ismi taşıyan Milletin toplu ve genel halk kavramından koparıldığını çıkarıldığını görebiliyoruz.  Burada vurgulanan şudur. Tabii Bulgar devleti “soykırım denemesinde” olduğu gibi, şimdiye kadar da olduğu gibi, bu konuda da “suçlu olduğunu” kabul etmiyor. Milletin gettolarda sefalet, yetersizlik, gıdasızlık, kuşatılmış mahalle ortamlarında yaşamasından  “Avrupa Birliğinin Romanları Bulgar halkına katmak için finanse edilerek uygulanan ama başarısızlıkla sonuçlanan” programı gösteriyor. Aslında bu doğru bir tespit sayılamaz, çünkü Bulgaristan’da Çingene mahalleleri daha T. Jivkov zamanında yıkılmaya başlandı, şehir merkezlerini Millet-Çingenesizleştirme programı uygulandı ve yeni kurulan gettoların etrafı tel örgülerle daha o zaman  kuşatıldı. Şimdiki salgın şartlarında krona virüsün gizli salgın ocakları olarak “Roman mahalle ve gettolarının” gösterilip sarılması, patlama gizleyen,  birden bire yeni bir birikim başlattı. Sokak süpürerek veya çöp tenekelerinden geçinenler aç kaldı. Kimse işe gidemiyor ve günlük yevmiye ile geçinenler başkaldırıyor. Devlet içeri kapatıp susturduklarına yardım eli uzatmıyor.

Bu arada bir sağlık uzmanı sıfatıyla birkaç rakama dikkat çekmek istiyorum.

2020 yılının başından beri Bulgaristan’da 800 aktif vaka tespit edilirken, 40 kişinin de öldüğü açıklandı. Bu rakamın anlamı şudur. 2019’da Bulgaristan’da % 10 ölüm oranı tespit edildi. Nüfus yaşlı olduğundan böyle bir gelişme oldu. Bu yıl ise bu kırılma durmuştu ve korana virüs vakalarında ancak 40 kişinin vefat etmesi, krizin iyi yönetildiğini kanıtlıyor. Fakat bu gelişme Gettoların kuşatılmasının sonucu değildir. Halkımızın yoksullaşmasının ve gıdasızlıktan kırılma tehlikesinin nedeni şimdiki yanlış-ayrımcı sistemdir. Evine kapanan insanlara yardım eli azaltmamasıdır! Gözdağı ve korkutma olayı izleniyor. Susuz, sabunsuz, deterjansız ve dezenfekte maddeleri olmayan insanları korkutmaya, sindirmeye gerek yoktur! Korona virüsün en sevdiği ortam Korkutulmuş ve sindirilmiş, ilaçsız ve gıdasız bırakılan ortamdır.

Böyle bir sıkıntılı ve güvensiz ortamda GERB hükumetinden gelen haberler hiç de iç açıcı değil.

GERB partisi meclis finans komisyonu başkanı Bayan Menta Stoenova, “korona virüs salgını ile başa çıktıktan sonra ekonomik krize girileceğini ve işçi maaşlarının % 50 kesileceğini (düşürüleceğini) açıkladı. O, bu beyanı Bulgaristan Milli Radyosunda verdi. Bu ürkütücü bir olaydır. Bulgaristan’da asgari ücret 620 levadır ve 310 levaya düşürülünce genç aileler geçinemez. Aileler çöker. Bu mali salgın 1.5 milyon emekliyi de çarparsa toplumla birlikte devlet de çöker ve sosyal yaşam dağılır. Bu krizi 1996-97 yıllarında Başbakan Jan Videnov devrinde maaşlar 4-5 US Dolara düşmüş ve vatanımızdan kitlesel kaçış (göç)  başlamıştı. 1997-2001 yılları arasında Başbakan İvan Kostov döneminde 15 bankanın suyunun çekilmesi ve büyük ölçeksi sanayi işletmelerinin ucuzdan elden çıkarılmasıyla da aynı kırılma yaşandı. Saks Koburrgotsi (2001-2005) Başbakanlık döneminde ve HÖH-lü Mehmet Dikme Tarım  Bakanı iken BULGARTABAC satılması,, tütüne kota getirilmesi, ekmek teknemizin kırılmasıyla da aynı bataklığa itilmiştik.

Ne ki biz Bulgaristan Türkleri ekonomik ve mali olarak en büyük kırımı, 1989 Bahar ve Yazında Büyük Göç esnasında yaşadık. 1989 Mayısına kadar Bankalardaki levaların % 33’ü Türklerin hesaplarındaydı, göç kışkırtması, zorlaması ve salgınıyla yolla dökülürken paralarımızı çektik ve dayanak kalelerimizden birini yıktık, birikimimiz eridi ve bugün açız, acınası, zavallı, yardıma muhtaç bir durumdayız.

Şunu önemle belirtmek istiyorum

Hele şu dünya salgını dedikleri milli ve uluslararası korona virüs salgın şartlarından bizim bizden başka dostumuz, bizlere el uzatacak birileri yoktur. Ruhen birbirimizle kenetlenip bu salgını yenmek, aşmak zorundayız. Ellerimizi günde 5-6 defa sabunla yıkamak başta olmak üzere, etrafta boş boş dolaşmama ve varsa maske kullanmak zorundayız. Öyle görünüyor ki biz artık bu salgını bertaraf ettikten sonra bayramlaşırız.

Sağlıcakla kalınız, sağlığınıza iyi bakınız, kışkırtmaya gelmeyiniz, bahçelerinizi boş bırakmayınız, köylerde yaşayanların kendi gıdasını kendilerinin üretmesine önem verilmesi ön plana çıkmıştır. Biz bu salgınla başa çıkmalıyız.

Yaşlılara yardım ediniz.

Paylaşınız.

Yazar