Demokrasi, futbol karşılaşması gibi bir oyundur ve hakem olmadan olmaz!

Önce şu çok konuşulan, tartışılan ve yüceltilen DEMOKRASİ’YE bir bakalım.

Eski Yunan’dan gelme bir idare biçimidir.

 

Demokrasi’nin sözlük anlamı, HALK YÖNETİMİ’ dir.

İnsanoğlu tarafından bulunduğu ve uygulanmaya konduğu zaman ne şehirler bu kadar kalabalıktı, ne de ülkeler milyonluktu. Dünya nüfusu da 8 milyar değildi.

Köylerde demokrasi diye bir şey olmaz. Göçebe çağında ve yerleşik dönemin ilk dönemlerinde de demokrasi yoktu.

Göçebeleri idare eden yaşlılardı, aksakallılar, soy, sülale başlarıydı.

Halk yönetimi dediğimiz demokrasi şehirlerle birlikte doğdu.

Halkın seçtiği yöneticilerin (Belediye Başkanı, muhtar, meclis üyeleri yrd. vsy.) iradesi, kararlılığı, dürüstlüğü ve adil olmasıyla gerçekleşti. Her gün seçim olmaz. Belediye Başkanı, Muhtar, yöneticiler, idare meclisi belirli aralarla seçilir, ölüm, deprem, savaş gibi seçenlerin iradesi dışında gerçekleşen olaylar ara seçim, erken seçim adlarıyla bilinen, halk oylamasına yol açar. Adına demokrasi denen halk idaresi biçimi, şehirlilerin ellerine sopa alıp düzen sağlaması anlamında kullanılmamıştır, seçim, seçmenin kendisini yönetecek kişiyi yetki ile donattığı bir uygulama değildir. Seçime katılan ya da katılmayan, seçilen tarafından yönetilmeyi kabul etmiş olur. Aynı futbol karşılaşmasında olduğu gibi, sahada oynayan ya da yedekte bekleyen oyuncuların hepsinin yani bütün takımın, oyun kurallarına ve hakemin kararlarına uymak zorunda oldukları gibi bir şey.

 

İlk seçimler nasıl yapılmıştı?

Önce ilk seçimlerin de antik Yunan’da yapıldığını anımsayalım. Milattan çok önce eski Yunan’ın Başkenti Atina’da 1200 kişi yaşarken, şehrin giriş kapılarına, kalesine, yoluna, suyuna, asayişine ve yasal düzenine uyulmasına bakan sorumlu kişiye Şehir Muhtarı deniyordu. Şehir idarecisini seçme ihtiyacı bir de, şehirlere gelip yerleşen insanların ve ailelerin çok değişik soylardan gelmesinden, farklı görgülere sahip olmasından, birbirinden uzak hayat şartlarından, değişik yaşayış tarzlarından ve farklı örf ve adetlere, görgüye dayanan geleneklerden gelmelerinden kaynaklandı. Onları, şehir ortamında kavgasız, gürültüsüz dobra dobra hem beraber hem de yan yana yaşatacak olan kuralları koyacak ve kendilerine hizmet verecek bir kişiye veya bir makama ihtiyaçları böyle doğdu.

 

Aynı şehrin vatandaşı olarak beraberce yaşamayı; bu ortama ayak uydurmayı, herkesin kabul ettiği kurallara riayet etmeyi üslenirken, önceden hiç tanımadığı, fakat şehir halkı tarafının uygun görülüp seçilen bir İDARESİ’NİN kararlarını ve kurduğu düzeni de kabul etme zorunluluğu kural oldu. İlk ve değişmez şartı, kurallara uyarak ortak yaşama olan şehir hayatında, köy ve göçebe hayatındakinden çok farklı bir düzenlilik vardı.  Bu düzeni sağlayan ve kontrol eden ise, seçimle iş başına gelen, emrinde zabıta, uzman ekipleri ve bilirkişiler olan Muhtar ya da Belediye Başkanıydı. İnsanların okuma yazma bilmedikleri, kalem kâğıdın, seçim bülteni ve seçim sandığının hala icat edilmediği bir şehirde muhtar yani ŞEHİR İDARECİSİ SEÇİMİ nasıl yapılırdı?

 

Atina ile örnekliyorum:

Klasik dünyanın ana kentinde, şehir sakinlerinin birlikte seçme ve seçtiklerini yine birlikte görevden alma usulüne SEÇİM adı verilmişti. Seçimler önce ŞEHİR İDARECİSİ için yapıldı. Bu seçimlerde, günümüzde seçim aracı olan,  liste, kimlik, bülten, seçim sandığı, imza atma, komisyon, gözlemci, kandırma toplantıları, köfte yedirme, bira ikram etme, ele para sıkıştırma falan yoktu.

Bunların tümünün yerine, seçim ortamında sadece iki şey vardı:

Biri, kimsenin alıp kaçıramayacağı büyüklükte beyaz mermer bir taş;

İkincisi detaşın kenarına dizilmiş birkaç çubuk odun kömürü.

 

Beyaz taş üzerine çizgi çekmeye, kömür de beyaz üzerine siyah çizgiyi çekmeye yarıyordu. Her Atinalının bir yılda bu taşa sadece bir tek siyah çizgi çekme hakkı vardı.

Hakkını iki defa kullanan ağır cezalandırılır ve anakentten sürülürdü.

 

Bu iki klasik seçim aracı, yıl boyu şehir merkezinde, herkesin kolayca ulaşabileceği kuytu bir yerdeydi.

Siyah çizginin anlamı “HAYIR” dı. BEN ŞİMDİKİ ŞEHİR YÖNETİCİSİNİ İSTEMİYORUM, demekti. Her çizgi, bir olumsuz oydu.

Çizgi çekmeyenler “idareciden memnunuz” oyu kullanmış olarak kabul ediliyordu.

1200 sakinlik Atina’da 600 çizgi şehir idarecisini makamından alıp 10 yıl sürgüne gönderiyordu. Bu kuralın istisnası yoktu.

Seçimin bir günde değil, yıl boyu her an ve her yıl yeniden yapılması, sürekli canlı olan bir demokrasi olduğu yani halk idaresinin arasız işlediği anlamına gelir.

Bu örnekle anlatmak istediğim, demokrasinin eski Yunan uygarlığı kadar yaşlı ama aynı zamanda bir bebek kadar masum ve hilesiz doğmuş olduğunu. Bebek büyüdükçe yanlış eğitim görüp hilebaz, aç göz, küstah, hatta insan düşmanı, ırkçı bir tip olabildiğini göstermekti. Demokrasiyi de, toplumsal gereklere göre değiştiriyoruz yalanıyla çarpıtıldığını, alabildiğine içsel ve biçimsel darbeler aldığından dolayı işlevlerini yitirdiğini anlatmaktı.

Bu öz ve biçim çarpıtma, sosyalist Bulgaristan’da, sosyalist halk demokrasisinin bir baskı ve terör düzeni olan totaliter rejimle değiştirilmesi şeklinde oldu.

Birincisinde devlet okulunda Türk dili öğretmeni yapan bir vatandaş, ikincisinde, Türk milliyetçisi iftirasıyla “Belene” sürgün kampında ezildi.

Benzer örneklerimiz çoktur. Sınıflı toplum demokrasisinden bir basamak daha yüksek bir halk idaresi olması gereken sosyalist demokrasinin ırkçı çarpıtılmasıydı. Bunun sonucu 1989’da 500 bin yurttaşımız hayatlarını kurtarmak için göç etmek zorunda kaldı.

Şu noktada anlaşılması gereken, demokrasinin özüne ve biçimine dokunmak, ateşe dokunmak kadar tehlikelidir, sonuçları acı olur.

Yazar