9 Mayıs 1989 açlık grevlerinin üçüncü günüydü.
Tarihimizde dönüşüme neden olan bu kavgamızı yıllar sonra Bulgar demokratlarından ve 2 dönem Cumhurbaşkanlığı yapan Jelü Jelev Türkiye’de yayınlanan “Hürriyet” gazetesine 2009’da şöyle anlatmıştı:
Bulgaristan’da Direnişler açlık grevleriyle başladı. Bulgaristan Türkleri gösterileri böyle başlamıştı. En etkilisi de açlık grevleriydi. Biri sona eriyor, diğeri başlıyordu.
Bulgaristan’da Türkler çok direndiler, saldırıya uğradılar, ŞEHİTLER VERDİLER. Ama şiddete hiçbir zaman başvurmadılar. ”6 Mayıs 1989 günü başlayan ve gelişen olaylar asimilasyon politikasının kökten yanlış ve geleceksiz bir siyaset olduğunu gösterdi. Direnlerin dalgası Deliorman ve Gerlovo’ya ulaştığında, Sofya hükümeti yeni bir göç formülü aramaya koyuldu. Perde ardında aranıp bulunan karar şudur:
Bulgaristan Türklerine göz izni verilsin, fakat Türkiye Cumhuriyeti ile bir göç antlaşması yapılmasın ve resmiyette (basında, radyo ve TV’de) göç hakkında konuşulmasın. Aksi halde Bulgaristan’da bir “Türk azınlığı” olduğunu itiraf etmiş oluruz.
Ayrıca göç edenlerin taşınır– taşınmaz mülkleri, emeklilik ve miras hakları da ellerinde alınmış olacaktır. 9 Mayıs 1989 bu bakıma Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir gündür. Tarihlerinde ilk kez olmak üzere Bulgaristan Türkleri ilk defa o gün Sofya Komünist hükümetine geri adım attırdı, geri adım almak zorunda bıraktı.
Olay şudur: 9 Mayıs 1989 tarihinde Bulgaristan parlamentosu olağanüstü bir oturuma çağrılarak, “Sınır Ötesi Pasaport Yasası’nı” hükümet kabul etmek zorunda kaldı. Bu kanunun Birinci Maddesine göre, Bulgar vatandaşlarına, ülke dışına çıkıp geçici veya sürekli olarak başka bir ülkede kalma hakkı tanındı. İşte bu “Büyük Seyahat” planının arkasındaki gerçeklerden biri budur.
Yukarıda sözü edilen kanunun yürürlüğe girme tarihi 01 Eylül 1989 olmasına rağmen, açlık grevleri ve protesto mitingleri kontrol edilemez bir hal alınca, Türklerin derhal Bulgaristan’ı terk etmesi kararı alındı.
Katil T. Jivkov 29 Mayıs 1989 tarihinde Bulgar TV Birinci Kanalına çıkarak şu kararı ilan etmek zorunda kaldı: “Bulgar Müslümanlarına (Türkler demedi) istedikleri ülkeye gitmelerine imkân veriliyor. Ayrıca Türk hükümetine dönerek: “Bulgar Müslümanlarına sınırlarınızı açın. İsteyenler geçici olarak, isteyenler sürekli orada kalabilirler.” Aynı zamanda eski iddialarını tekrarlayarak, “Bulgaristan’da Türk yoktur ve Türkiye’nin Bulgar Müslümanlarını Türk olarak ilan etme hakkı yoktur!” diyor.
İki tarafın sınırlarını açmasıyla başlayan “Büyük Seyahat”in ilk günlerinde katil Todor Jivkov BKP MK Politik Büro toplantısında şunları beyan ediyor: “Mümkün olduğu kadar daha fazla Türkün Bulgaristan’dan çıkarılması gerekir, aksi takdirde 15-20 yıl sonra Bulgaristan yeni bir Kıbrıs’a dönüşebilir. Çünkü Türk nüfusu yılda 15 000 kişi artıyor.” İşte böyle bir ortamda Bulgaristan’dan akın akın Türkiye’ye geçen soydaş sayısı 3 ay içerisinde 345. 000 kişiyi buldu. Bunlardan 50 000 civarında kişi okumuş aydın kişilerdir. Onlar Mustafa Ömer ve arkadaşları tarafından kurulan Demokratik Lig hareketiyle insan haklarımızı sürdürmeyi benimsemişlerdi.
Aralarında “Bulgarlaştırma” sürecinden nasibini almış Türk yoktu. Bu topluluğun arasında 500 kişi “Belene” ölüm kampından ve sürgünden, çok büyük bir kesim de hapislerden geçmiş, işkence görmüş ama kimliğini korumuş dirençli Türklerdi.
Kısaca bunları yani gidenleri belirleyen Bulgarlardı. Giden kalanı Bulgar hükümeti karar verirdi. Bu katmanın Bulgaristan’ı terk etmesine özellikle dikkat edilirken, hemen hemen hepsinin otomatik silahlı milisler evlerine gitmiş ve 24 saatte ülkeyi terk etmelerini emredilmiştir. Yani göçü yine eskiden olduğu gibi Bulgarlar yönlendiriyordu Türkiye ise her zaman yaptığı gibi sadece kabul ediyordu.
Haziran 1989’da 600 000 ‘den fazla Bulgaristan Türkü yollara dökülmüş ya da göç etmek için hazırlık görmeye başlamıştı. Yarısı sınırı geçti yarısı yollarda telef oldular komşularına bıraktıkları hayvan hasanete geri döndüklerinde satılan kendi evlerine dönmek zorunda kalsalar da eve giremediler ve bazıları sokaklarda kaldı.
Bu, Bulgaristan Türkleri tarihinde 1877 / 1878 Rus-Türk Savaşıyla başlayan büyük göç dalgasının altıncısı olup, en kısa dönemde en kitlesel ve en çilelisi olmuştu. Bu aslında Türklerin Bulgaristan sınırları dışına kovulma ve taşınmazlarının gasp edilmesi olayıdır.
Haziran 1989 ile 21 Ağustos 1989 tarihleri arasındaki kısa sürede “Büyük Seyahat” adı altında gerçekleşen bu çok dramatik ve trajik kitlesel zorunlu göçün sonuçları bütün Bulgaristan Türklerinde, bütün Bulgaristan toplumunda gerek sosyal gerek ekonomik ve manevi açılardan herkese sarsıntılar ve travmalar yaşatırken, artık 35 yıldan beri asla silinmeyen derin izler bırakılmıştı. İşte bu göçü de pek anlatamadık. Bu yazımızda belirtilmesi gereken bir başka nokta daha var:
Türkler Komünist katil Jivkovu görevinden aldırdı.
10 Kasım 1989 tarihinde, katil Jivkov hem BKP liderliğinden hem de devlet başkanı görevinden düşürüldü. Basın, radyo ve TV yayınları Bulgaristan’da yeni oluşumlara geçildiği haberlerini yaydı. Bu haberler Türkiye’ye yeni gelen ve yerleşme güçlükleri içinde boğuşan soydaşlarımıza değişik düşüncelere sevk etti.
6 Mayıs 1989 açlık grevleriyle başlayan Bulgar iktidarındaki gerileme süreci 10 Ocak 1990 tarihinde Bulgar parlamentosu bir deklarasyon yayınlayarak, Türklerin zorla değiştirilen haklarının ve diğer haklarının geri verilmesi gerektiğini dünyaya duyurdu ve 1990 yılının mart ayında bu karar yasallaştı.
Yani HÖH-DPS daha yeni kuruluyordu.
Şu 10 Ocak 1990 tarihi Bulgaristan Türkleri için çok anlamlı bir gündür. Aynı gün Varna’da HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HAREKETİ DE KURULDU. Böylece Bulgaristan Türklerini bundan böyle ezme hakkı akademilerde ve hapislerde özel eğitilen Ahmet’e mi devredilmişti? ve bu zulüm 35 yıldan beri devam ediyor.
Yani 10 Ocak 1990’da haklarımızı elde ettik sevincini yaşamaya hazırlanan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının başına HÖH / DPS sayesinde halkın başına çuval geçirildi.
Zoraki göçten çıkaracağımız dersler şunlardır:
1. Göçe zorlananların başında beyin takımı, aydınlarımız, entelektüellerdir. Bunların sayısı 10 bin civarındadır. Onların kovulmasıyla Bulgaristan Türklüğü öğretmensiz, hocasız, ışıksız, aydınsız kalmıştır ve öz kültürünün taşıyıcılarından mahrum edilmiştir. Son 35 yılda Bulgaristan’da yeni Türk aydın ordusu yetiştirilemedi.
2. Bulgaristan Türkleri mallarını, mülklerini, tarlalarını, çayırlarını, ormanlarını, köylerini, işlerini, iş aletlerini, sigortalarını ve tüm sosyal haklarını kaybetmişler ve göç yollarına dökülmek zorunda kalmışlardır.
3. Büyük ümit ve beklentilerle Türkiye’ye göç edenlerden bir kısmı beklentilerini bulamayınca, Bulgaristan’a geri döndü. Bu gidiş gelişte büyük travma yaşandı. Geri dönenler de hayal kırıklığına uğradı. Mallarını geri döndüklerinde bıraktıkları gibi bulamadılar. Yağmalanmış olarak buldu. Büyük manevi yıkım yaşamak zorunda kaldılar.
4. Totaliter rejimin devrilmesinden sonra da Bulgaristan Türkleri gasp edilen ve yasaklanan maddi ve manevi, kültürel haklarının çoğunu geri alamadı.
Örneğin “ana dil eğitimi” ve “öz kültürleriyle yaşama hakkı”, “azınlık statüsü” vs. vs. HÖH partisi Totaliter düzendeki yasakları yalanla dolanla yaşatırken halkımızı oyaladı ve iyice körleştirdi ve kendilerini geliştirdiler ve artık, halen modern köleliğe sürüklenip gittiler.
Kardeşlerimizden post-modern Avrupa köleleri, sefiller ordusu yaratmaya çalışıyor.
Gerçekler Ahmet DOĞAN tarafından sözde kurulan ve yönetilen Hak ve Özgürlükler Hareketinin aslında bir faşist-liberal oluşum olduğunu, parti içi totalitarizm ve oligarşik-otokrasi örneği uyguladığını, ayrıca Bulgar sağı milliyetçilerinin Türk ve İslam düşmanlığını sürdürdüğünü gözlüyoruz.
BU ISTIRAPLARIMIZI ASLA UNUTAMAYIZ! TARİH BİLEN AKILLIDIR!
Araştırmacılarımız bu gerçekleri ortaya koymalıydılar, amma onlardan kalan olmadığı için bunu Bulgarlardan beklemekteyiz…
Daha ne kadar beklenir bilemiyorum…
Rafet ULUTÜRK