Musa VATANSEVER

İstenmeden gelen hayırdan kötüsü yoktur.

Bulgaristan başbakanı ve GERB partisi başkanı Borisov, 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimi arifesinde yaptığı konuşmalarda “Kaz kafalı, uzun abalı” olduğunu defalarca gösterdi. 200 kişilik en lüks araçlarla donatılmış, hepsi Versaçe takım elbiseli,  besbelli modanın gereğine uyan kravatsız ama kalın enseli, siyasetçiden başka her bir tipe benzeyen propagandacı ekibe katılanlar bastonlu köylü ve kasabalılarda “ama ne yapacaklarsa yapsınlar, başımızdan def olsunlar” tövbesi ettiriyorlar.

Bu insanların kalın enseli oldukları kadar “kalın kafalı” oldukları da uzaktan belli olduğundan, hakkına düşen 2 köfte ve iki dilim ekmeği naylon paket içinde alıp, herkes evine dönüyor.

Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva her gün takım elbise değiştiriyor, ekibine 2 kuaför almış, saçları her sabah yeniden yapılıyor. 20 günde 200 yerde halkla kucaklaşma programı gerçekleştiriliyor.

Konuşmalarda söylenen sözler hep aynı.

Aday Tsaçeva “bizim anamızdır”, “Bulgaristan’ın en iyi hukukçusudur.” İnsan anlayamıyor, Cumhurbaşkanlığı makamına  mahkeme başkanlığımıdır, nedir.

Hangi davaya hazırlanıyoruz. Rusya ile Strazburgta “atom elektrik santrali radyatör davasını” zaten kaydettik, istesek de istemesen de 1 milyar 260 milyon Euro’yu ödemek zorundayız. Komünizm suçları davasını başlatacaklar desek, “zaman aşımına uğradı” dendi.

Bulgar ulusunu ve toplumunu birleştirme davasını üslenecek desek, “Türkleri, Pomakları ve Çingeneleri, DPS ve DOST partilerini ne arka kapıdan ne de ön kapıdan iktidara yaklaştırmayacağız” diyor. Yani toplumu birleştirmek gibi bir dava zaten yok.

Türkler devlet makamlarından zaten söküldü.

Aldığımız en büyük devlet görevleri “trafik polisi” ve ya “mahalle bekçisidir”. Şu da var tabi, Tsaçeva bir avukat olarak davaya girmemiş, mahkeme başkanlığı yapmamış, hep o belediyelerde işleri telefonla hal eden konumda bulunmuş, bu bakıma ben onun göreceği bir davayı da göremiyorum.

10 yıldan beri de meclistedir, orada da adalet komisyonunda değil, hep başkan veya başkan yardımcısı görevlerinde bulunuyor. Adalet reformu yapar umudu besleyen yok. Çünkü Bulgaristan adalet sistemini kaskatı katılaştıran GERB hükumeti zaten başsavcılığın desteğiyle ayakta duruyor.

İşte böyle bir ortamdayız.

Bu kadar katı ve sert bir Türk düşmanlığı bir iki yıl öncesine kadar yaşanmamıştı. Saldırı ortamında gelişen seçim kampanyasından söz ediyorum. Unutmayalım ilk kez 20 gün önce, belki de Bulgaristan tarihinde ilk defa “Türklere Ölüm!” sloganı yükseltildi. Irkçılık tüm sınırları taşırdı, amma sabrın da bir sınırı var…

Türk bölgelerinde seçim buluşmalarında Türkçe konuşmak yasak olduğundan polisler zaten halkın kafasına dikilmiş, hareketlilik yok.

Türkün Türk’e Bulgarca propaganda yapması, hitap etmesi, hatta selamlaşması bile yakışı kalmıyor. Ortaya düşen ilk söz “Bırak şunu Bulgarlaşmış” oluyor ve olay bitiyor.

Elektrik direklerine yapıştırılmış aday portrelerine bakan yok.

Aslında cumhurbaşkanlığında bir umut kapısı gören de yok. 5 yıllık görev süresinde, daha önce seçtiğimiz 4 başkandan Türk köylerine hayır götüren birini göstermek mümkün değil. Aralarında iyi diye göstermeye çalıştığımız Rosen Plevneliev’in görev süresinde yapılan en büyük iş Türkiye sınırına tel örgüsünü örmek oldu.

Türk Müslümanlara karşı da üç, yüz karası yasa çıktı.

Serbestçe oy kullanmamız, 35 sandık kısıtlamasıyla, seçim mitinglerinde Türkçe konuşma yasayla vb rafa kaldırıldı. Kimi seçersek seçelim hepsinin ilk işi Türk düşmanlığı siyasetine biraz daha zehir ve otalak atmak oluyor. Cumhurbaşkanlarından herhangi biri 5-10 Türk öğrenciye burs verdi mi? Yok! Verecek mi? Yok!

Hiç istemediğimiz, yüzüne katil dediğimiz, 1989’da ayaklanıp devirdiğimiz Todor Jivkov bile Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’le beraber Bulgaristanlı Türklerin karşısına çıkmıştı. Söylediği her söz yalan da olsa, konuşma yapmıştı. Yenilerin diyecekleri tek söz kalmadı.

“Alın başınızı gidin de kurtulalım sizden!” diyecekler de henüz “kızım sana söyledim, gelinim sen anla” havası sürüyor.

Nazım Hikmet’in Deliorman ve Dobruca köylüleriyle Türk Türk’e, dost dosta kucaklaşması hep hatırımdadır. Beşiğim Varna’da yüzünü nemli deniz rüzgârı okşarken yazdığı şiirleri şarkılaştı. Rahmetli Cem Karaca’nın “Yorgunum Kaptan” değişine biraz da Bulgaristan Türklüğü özlem ve çilesi, çaresizlik ve sönmeyen yanık umudu vardır. Bizde şöyle denir: “Ekmeğimizden yiyen, adam olur!” Nazım da bizim ekmeğimizden koparıp balımıza banmıştı. Bizi daha sonra da saydı, gelip kucakladı, içimizdeki sönmeyen Türklük çırasını o yaktı, yattığı yer nur olsun…

Koskocaman bir seçim kampanyasını “Türk” ve “Müslüman” sözlerini konuşmadan, ağızlarına almadan gerçekleştirmeye çalışsalar da,  DOST partisi başkanı Lütfü Mestan’ın parti kararını resmen açıklarken “oylarımızı gönüllü olarak, NATO ve Avrupa Atlantik siyasetine yakın bulduğumuz GERB adayına vereceğiz” demesi, Başkan Borisov’u 1 saat süren TV demeci vermeye zorladı.

Çünkü anlaşılan bunlar Helal Kesim kuzu, koyun, keçi, dana, boğa, piliç, tavuk, horoz, ördek, kaz ve hindi etini sofralarında görmek istemiyorlar. Türk, Pomak ve Çingene oyları sandığın rengini değiştirecek sanki. Ya kardeşim siz zaten kırmızısınız, hem de koyunun en koyusu kırmızıdan. Bunu gizlemenize gerek yok.

Biliyor musunuz, şu satırları yazarken, artık GERB partisine beton dayak olan sol-ırkçı-faşist “Ataka” partisinin “Alfa” yayınlarında, 70 yıl önce 50 milyon Avrupalının canına kıyan Adolf Hitler’in “Davam” eserinin reklâmı yapılıyor. Koyu Rusçu olan bu parti,  Sibirya toplama kamplarının acı hatırasını bilmeyen yeni kuşak Rus gençlerin aralarında para toplayıp Stalin Anıtı diktiğini propaganda ediyor. Ben, insan düşmanı, koyu milliyetçi ve ırkçı katil Hitlerin Yahudilere karşı zulmünü anlatan birçok kitap okudum.

Almanya’nın Ruhr sanayi bölgesinde işçi ve sosyal demokrat hareketin çok güçlü olduğu kasabalarda, Nazilerin iktidar olma yollarını anlatan eserlerde, düşmanlığın adımlarını izlerken Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlara yapılanlar gözümün önünde bir film sahnesi gibi oynadı. Bize Türkçe konuşmamız yasaklandığı gibi, Yahudilere de anadillerinde konuşmaları yasaklanmış, Almanlara Yahudi dükkânlarından alış veriş yapmaları yasaklanmış, Yahudi işçi ve memurlar devletten sökülmüş ve kaçan kaçmış, paçayı kurtaramayan toplanmış ve gaz kamaralarında sabun yapılmıştı. Unutulmayan, unutulmaması gereken gerçekler, ibret dersleri…

Başbakan Borisov, yani ikide bir, hatta fırsat bulduğunda her gün “biz hoşgörülüyüz” değimini tekrar eden bu kişi, TV ekranından “İstenmeden gelen hayırdan kötüsü yoktur” dedi.

Bu onun Lütfi Mestan’a ve DOST partisine, bu partinin çizmeye çalıştığı siyaset çizgisine bağlı seçmen kardeşlerimize cevabı oldu.

Aslında “İstenmeden gelen hayırdan kötüsü yoktur.” saçmalığı, İncil’den alınmış bir Papaz gevezeliğidir. 

Başbakan ardından, ne yaparlarsa yapsınlar, ne arka ne de ön kapıdan, HÖH-DPS ve DOST partilerine, Pomak, Türk ve Çingenelere iktidar yolu kapanmıştır, sözlerini ekledi ve GERB partisinin gerçekten Türk ve Müslüman düşmanı bir parti olduğunu yeniden kanıtladı.

Biz burada, birinci ve ikinci Boyko Borisov iktidarının, “kan alacak damarı iyi bildiğini, Bulgaristan koşullarında bu damarın ancak Türk düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı olduğu”  bir daha kamuoyu ve dünya önüne konuldu. Bulgar mayası Türk düşmanlığı ile tutulmuş ve Türk düşmanlığıyla besleniyor. Başbakanın bu konuda (Türkler Hakkında)  ağzından çıkan şu oldu: “Onlar olmasa kötü,, onlarla daha da kötü!”                                                                                                                                                        Son zamanda Bulgaristan’da uzun uzadıya, hükumet ve Başbakan Borisov’un “Türkiye, Türkler ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan” önünde diz çökme sorununu tartışıyor. Sağ kamuoyu ve iletişim ortamı Bulgar Başbakanı Sayın Erdoğan önünde “diz çökmekle” suçluyor. Borisov’un cevabı “her gün sınırdan gelip giren, kamyon ve tren vagonlarına saklanmış 200–300 sığınmacıyı” kaydını yapmadan Türkiye’ye çeviriyoruz, bu nasıl oluyor, şeklinde olurken, o kendini haklı çıkarırken, biz bu işte kazançlıyız, demeye çalışıyor. Bir de “sığınmacı seli” yaygarası, her gün sınırdan, tren istasyonları ve değişik farklı yerlerden yayın ve röportajlarla, hükümet adına verilen demeçlerle gerginlik yaratılıyor, seçmen sindiriliyor ve neredeyse “GERB olmasa yandınız, göçmen seli hepinizi boğacak” dehşeti körükleniyor. Seçim meydanlarında, radyoda, TV programlarında konuşulan bu!

Suriye, Türkler ve sınırı “zorlayan sığınmacılar” gibi konularda Başbakan Borisov bir de şu Bulgar atasözünü sıkça kullanıyor: “Benim evim yanarken, komşumun hem evi hem de samanlığı yansın!

Bizi yüreğimizde, belleğimizde ve zihnimizde lanetim bu kadar karası olmadığından ben bu atasözünü yorumlamak istemiyorum. Daha önceki yazılarımda yine bir Bulgar atasözü olan ve yine aynı şahıs tarafından tekrarlanan “Benim başıma bir bela gelirse, komşumun başına iki gelsin!” sözlerine de değinmiştim.

Bizim için bu kadar kara düşünen bir adam için ben ancak “Allah canını almasın!” olabilir. Çünkü Allah’ın hak gördüğü acılardan daha keskini olamaz…

Bizdeki seçim kampanyası işte böyle bir karmakarışık ortamda devam ediyor. Lütfi Mestan’ın Dostçuları GERB adayına oy verirse ben istifa ederim demezken tavrıyla :  “İstemem, ama yan cebime koy!” diyor.

Anlaşılan HÖH-DPS partisi eski başbakan Plamen Oreşarski’yi seçimde destekleme kararı almazdan önce Mustafa Karadayı-Boyko Borisov görüşmesi gerçekleşti. Görüşmeden çıkan Karadayı, “Erken Seçim!” dedi. Meclise girdi, kürsüye çıktı yine “Erken Seçim!” dedi.

Anlaşılan bu yolda bu araba bir daha devrilecek…

İş Allah yakındır!

Kederle ıstırapla yıllardır sarmaş dolaş olan kardeşlerime acıyorum…

Bazı şeyler, kendini diğerlerinin üstünde göre, halkı, seçmeni, etnik azınlıkları, yoksulların bitmeyen çilesini hiçe sayan kodamanlara da bulaşılıyor anlaşılan, Pazartesi sabah (24 Ekim 2016) Başbakan Borisov da “baharda veya en geç güze erken seçim” dedi. Kuşkusuz GERB birinci turda birinci olamazsa, istifa edeceğim sözlerinden de vazgeçmediğini hatırlattı.

İkinci turda Cumhurbaşkanlığını kaybederse zaten tüm planları allak bulak olacak ve köprünün dingilinden dereye düşecek.

O zaman “seçim kaçınılmazdır” sözlerini bir daha hatırlayacak ve L. Mestan’ın oyları sağ mı sol mu cebime koydu diye, mutlaka yoklamak zorunda kalacak…

Atalarımız ne güzel söylemiş: “Büyük lokma yut, büyük laf söyleme!”

tüm okuyucularıma teşekkürler kalın sağlıcakla,

 

Yazar