Özbekistan Türk dünyasının siyasi çatı kuruluşu olan Türk Konseyi’ne katılmak için resmi başvurusunu yaparken, Türkmenistan ve Macaristan da gözlemci statüsüyle konseyin bir parçası haline geliyor.
Türk dünyasının yarım asırlık geçmişi dikkate alındığında, son yıllarda ikili ve çoklu ilişkilerde önemli gelişmeler yaşandığı görülüyor. Bunların arasında üç önemli dönüm noktası dikkat çekmektedir: Birincisi, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Türk cumhuriyetlerinin (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan) bağımsızlıklarını kazanması; ikincisi, Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları’nın 1992 yılından itibaren tam kadro toplanmaya başlaması; üçüncüsü ise 2009 yılında Türk Konseyi’nin kurulmasına yönelik Nahçıvan Anlaşması’nın imzalanmasıdır. Bu aşamalar, dönemsel yavaşlama veya durağanlıklara rağmen, işbirliğine yönelik kurumların oluştuğu, kurumsallaşmanın arttığı ve ilişkilerin her devletin alt sistemlerine yansıdığı bir dönüşümü içeriyor. Şimdi bu dönüm noktalarına bir yenisi daha ekleniyor: Özbekistan Türk dünyasının siyasi çatı kuruluşu olan Türk Konseyi’ne katılmak için resmi başvurusunu yaparken, Türkmenistan ve Macaristan da gözlemci statüsüyle konseyin bir parçası haline geliyor. Hatta Türkmenistan’ın 15 Ekim’de Azerbaycan’da 10. yıl zirvesini yapmaya hazırlanan Türk Konseyi’ne daimî üye olma ihtimali dahi var. Bu yeni durum sadece Türkiye’nin değil, tüm üye ülkelerin uzun yıllardır görmek istediği bir fotoğrafa tekabül ediyor.
Bu sürece nasıl gelindi?
Geriye dönüp bakıldığında, 1992’deki zirvede ortaya konulan hedeflerin, o günün koşullarında yeni dünya düzenine etki edecek bir muhtevaya sahip olduğu görülüyor. Hatırlanacak olursa bu hedefler şöyleydi: (1) Kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı; (2) ortak bir banka kurulması; (3) tüm doğal kaynakların Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevk edilmesi. Bir buçuk trilyon dolara ulaşan milli gelire, 200 milyona yaklaşan nüfusa ve yaklaşık 5 milyon kilometrekare toprağa sahip bu devletlerin birlikteliği, üye ülkelerin çıkarları açısından vazgeçilmez bir öneme sahip.
Buna karşın devlet başkanları zirve toplantıları, İstanbul’da 2001 yılında gerçekleşen buluşmanın ardından, Antalya’da 2006’da gerçekleşen zirveye kadar yapılamamıştı. Ayrıca 2000 yılındaki Bakü zirvesine kadar, zirvelere altı ülkenin bizzat devlet başkanları katılırken o günden bugüne, bu seviyede bir katılım gerçekleşmemişti. İşte o yıllarda başlayan bir tür yavaşlama/durgunluk hali, dünyada ve bölgede yaşanan gelişmelerin etkisi dışında, Özbekistan ve Türkmenistan’ın yönelimiyle ve Türkiye ile süregelen ilişkilerle de açıklanabilir. Türkmenistan Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde imzaladığı Tarafsızlık Anlaşması sebebiyle bu tarz uluslararası organizasyonlarda yer almak istemezken, Özbekistan göreli olarak aşamalı bir geçiş sağlamıştır.
Özbekistan’ın yükselişi
Özbekistan ekonomik potansiyeli, stratejik konumu ve köklü medeniyet tarihiyle Orta Asya’nın en önemli ülkelerinden biridir. Bölgenin en kalabalık ülkesi olan Özbekistan’ın nüfusu, bağımsızlığından itibaren yarı yarıya artış göstererek 35 milyona yaklaşmıştır. 1924’te Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş -bu arada Tacikistan 1929 yılında Özbekistan’dan ayrılmıştır- ve yaklaşık 70 yıl süren Sovyet hakimiyetinin ardından, 1 Eylül 1991’de bağımsızlığını elde etmiştir. Özelikle 1992 yılında kabul edilen anayasayla, devletin merkezde olduğu bir toplumsal sistem inşa edilmiştir. Kurucu Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un 25 yıl süren yönetiminde güvenlik odaklı karar ve uygulamalar öne çıkarken, uluslararası süreçte de güvenlik sarkacını belirli bir dengede tutmaya yönelik pozisyon tercih edilmiştir. Bu dengede ülkenin iç uyumu, ABD-Rusya kutuplaşması ve Afganistan başta olmak üzere, bölgeden gelebilecek terör/aşırılık tehlikeleri belirleyici olmuştur.
2016 yılında, kurucu Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un vefatının ardından yapılan seçimlerde cumhurbaşkanlığına getirilen Şevket Mirziyoyev, ülkenin uzun yıllar süren politik refleksleri açısından dikkat çeken açılımlara imza atmaktadır. Mirziyoyev “Bu ülkeye yeni bir imaj getirmeye, demokratik bir devlet ve adil bir toplum kurmaya kararlıyız. Sadece potansiyelimizi ve olası fırsatları tarafsız bir şekilde anlayabilmek için değil, aynı zamanda eksikliklerimizi ve hatalarımızı giderebilmek için kendimize dışarıdan baktık” sözleriyle, ülkenin eleştire hedef olan pek çok yönüyle ilgili yenilikler getireceğine işaret etmişti. Bu yaklaşımla birlikte, öncelikle güvenlik esaslı politikaların (bir tür dışa kapalılık haliyle) uzun yıllar atıl bıraktığı siyasi, sosyal ve ekonomik potansiyel harekete geçiriliyor. Özellikle serbest piyasa koşullarını güçlendiren ve Batı’yla da ticareti masaya yatıran bir sistem inşa ediliyor. Örneğin 45 ülkenin vatandaşlarının ülkeye 30 gün süreyle vizesiz girişlerini sağlayan bir kararnamenin çıkarılması, Mirziyoyev döneminin sembol adımlarından.
Bununla birlikte, bölge ülkeleriyle yaşanan problemler çözülmeye çalışılıyor ve bütünleşme konusunda gerekli adımlar atılıyor. Mirziyoyev sınır problemleriyle gündeme gelen ve su kaynaklarının paylaşımı konusunda gerginlik yaşadığı Tacikistan’la ve Kırgızistan’la diplomasi trafiğini hızlandırdı. Yirmi beş sınır noktasındaki problemin çözümü için imzalar atıldı. Eş zamanlı bir şekilde, 1992 yılında durdurulan Taşkent-Duşanbe uçak seferlerinin yeniden başlaması kararlaştırıldı. Mirziyoyev Batı’yla iyi ilişkiler kurmak isterken aynı zamanda Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyesi ülkeler ve bilhassa Rusya’yla da ilişkileri geliştirme gayretinde. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kerimov’un ölümüyle ilgili olarak Semerkant’a başsağlığı için geldiğinde, Mirziyoyev iki ülke ilişkilerinin “stratejik ortaklık” seviyesinde taşınacağını söylemişti.
Türkiye-Özbekistan ilişkilerinde sıçrama
Türkiye, bağımsızlığını kazanmasının ardından Özbekistan’ın egemenliğini tanıyan ilk devlet oldu ve 1992 yılında Taşkent Büyükelçiliğini açtı. Özbekistan’dan yapılan ilk resmi ziyaret cumhurbaşkanı düzeyinde Aralık 1991’de gerçekleşti. 1996 yılında “Ebedi Dostluk ve İşbirliği Antlaşması” imzalandı. 1999 yılına kadar iki ülke ilişkilerinde artan yakınlaşma doğal müttefikliğin de ötesindeydi. O tarihlerde Özbekistan’daki dış yatırımlarda Türkiye birinci sıradaydı. Bu gelişim döneminde Özbekistan dil, din ve tarihsel açıdan birlikte olduğu Türkiye’nin Batı’yla entegre olan yüzünü de görüyor ve Ankara’nın (terörle mücadele başta olmak üzere) farklı tecrübelerinden yararlanmak istiyordu. Fakat 1999’da durağanlaşmaya başlayan iki ülke ilişkileri, 2005 yılında Andican’daki gösterilere karşı uygulanan yöntem konusunda BM’de yapılan oylamada Türkiye’nin “karşı oy” hamlesiyle üst düzey bir gerginliğe dönüştü. Buna rağmen diplomatik kanallar hep açık tutuldu ve ilişkilerin onarımı için karşılıklı resmi/gayriresmi çabalar elden bırakılmadı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 yılındaki ziyaretinden sonra, 16 yıl boyunca bu düzeyde bir temas olmadı. 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretiyle ilişkiler yeniden en üst düzeyde yürütülmeye başlandı. Ekim 2017’de Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev 20 yıl aradan sonra Ankara’yı ziyaret ederek ilişkilerin her anlamda hızlanacağı bir dönemin işaretini vermiş oldu. Öyle anlaşılmaktadır ki Türkiye-Özbekistan arasında 2016’dan sonra ivme kazanan ilişkiler hem ikili ekonomik göstergelere yansımış hem de Özbekistan’ın Türk Konseyi üyeliği için yeni bir motivasyon meydana getirmiş durumda. İki ülke arasında 2015 yılında 1,2 milyar dolar seviyesinde gerçekleşen dış ticaret, 2018’de 1,7 milyar dolara yükselmiştir; nihai hedef ise 5 milyar dolara çıkarılmasıdır.
Özbekistan Türk Konseyi’ne güç katacak
Özbekistan’ın daimî üyeliğinde, Erdoğan-Mirziyoyev ilişkilerinin etkisini, Kazakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in Konsey’in onursal başkanı olmasını ve diplomatik süreçte Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun çabalarını vurgulamak gerekir. Bununla birlikte geçtiğimiz yıl Türk Konseyi Genel Sekreterliğine getirilen Baghdad Amreyev’in bilgi ve tecrübesi ile ortaya koyduğu üstün gayretleri ve diplomasi trafiği oldukça önemlidir. Meydana gelen netice, yani Özbekistan’ın katılımı, gerek Konsey’in önemi ve kapsayıcılığı açısından gerekse diğer ülkelerin etkileşiminde çarpan etkisi meydana getirecektir. Büyük ölçüde tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olan Özbekistan’da, son yıllarda ürün çeşitlendirmeye yönelik çabalar dikkat çekiyor. Ülkenin pamuk ağırlıklı sektörleri dışa açılmak isteniyor. Konsey üyesi ülkelerin farklı işbirlikleriyle Özbekistan’ın üretim sektörlerinde yaygınlaşması ekonomik işlevselliği artıracak ve başka alternatif projeler için güven unsuru oluşturacaktır.
Son yıllarda Özbekistan yönetimi ekonomik reform çabalarının parçası olarak, küçük ve orta boy işletmeler için fırsatları genişletmeye ve artan doğrudan yabancı yatırıma öncelik vermeye çalışıyor. 2019’un ilk 6 ayında Özbekistan’ın ticaret yaptığı ülke sayısı 150’ye ulaşmış ve dış ticaret hacmi 2016’ya göre yüzde 58, geçen yıla göre yüzde 30 artmış durumda. Bu arada, Türk Konseyi içinde Türk Ticaret ve Sanayi Odası’nın kurulması, Özbekistan’ın katılımını daha da anlamlı hale getirmektedir. Zira Özbekistan doğalgaz, altın, pamuk üretimi ve ihracatında önde gelen ülkeler arasında yer almakla birlikte, genç ve dinamik nüfusuyla “ortak pazar” hedefine farklı bir çehre kazandıracaktır. Bu kararın Özbekistan’ın Kazakistan’la ilişkilerini yoğunlaştırdığı bir dönemde gelmesi, Türkmenistan, Tacikistan ve hatta Afganistan nezdinde birtakım işbirliği çabalarını gündeme taşıyabilir. Bir diğer önemli husus, üye ülkelerin uluslararası alandaki güç birliğinin Doğu-Batı arasında etkili bir köprü vazifesini de Konsey’e yükleyebilmesidir. Böyle bir kazanım Orta Asya’nın istikrarı ve güvenliği açısından da mühimdir.
Macaristan ve Türkmenistan
Geçtiğimiz yıl Avrupa Birliği üyesi Macaristan’ın Konsey’e gözlemci üye olarak katılımı sağlanmıştı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban 2018’de Kırgızistan’da düzenlenen 6. zirvede Türk kökenli olduklarından söz etmiş ve “Biz Macarca konuşuyoruz. Bu Türk diliyle bağlantısı olan eşsiz bir dil. Hristiyan dinini aldık, fakat Kıpçak-Türk ilkeleri üzerinde duruyoruz” demişti. Macaristan’ın üyeliğinin, Türk dünyasının Türk Cumhuriyetleri dışında kalan topluluklarının geleceği açısından da büyük önemi bulunuyor; bu alan 5 milyon kilometrekarelik bir coğrafyaya tekabül ediyor. Macarların Türk Konseyi’nde yer alması, birliğin Doğu-Batı eksenindeki gücü ve konumu açısından oldukça kıymetli. Yeni İpekyolu hattında “orta koridorun” canlandırılması ve Avrupa’ya uzanacak transit yolun canlanmasında Özbekistan, Türkmenistan ve Macaristan’ın Konsey’e katılımları tarihi bir adım niteliğinde.
Türkmenistan her ne kadar tarafsızlık statüsüne imza atmış olsa da, üyesi olduğu bazı istisnai örgütler dikkate alındığında, 15 Ekim’de Bakü’de yapılacak zirvede Konsey’e daimi üye olarak katılma kararı alabilir. Böyle bir gelişme 1999 yılından sonra ilk kez tüm Türk cumhuriyetlerinin (KKTC dışında) devlet başkanı düzeyinde temsilini sağlayacaktır. Bu netice Türk dünyasının karşı karşıya olduğu fırsat ve tehditleri giderek gün yüzüne çıkaran ve Hazar’ın sularının yeniden yükseldiği bir dönemi beraberinde getirecektir.
Sonuç yerine ifade edilebilir ki Türkiye özellikle 15 Temmuz sonrasında hedeflediği çok yönlü ve bağımsız diplomatik yaklaşımını Türk Konseyi ile taçlandırmakta, Türk cumhuriyetleri ise tarihin sunduğu imkân ve gerçekler çerçevesinde adım adım ideal bir bütünleşme sürecine doğru ilerlemektedir.
[Uzmanlık alanı Avrasya bölgesi ve Türk dünyası olan Prof. Dr. Kürşad Zorlu, Ahi Evran Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesidir]