Tırnavi (Trnova) kadısı, Otman Baba’dan bir “abdal”ı tarif etmesini istediğinde, ondan şöyle bir yanıt alır:

“Abdal, Allah dışında her şeyden vazgeçmiş kişidir…”

Otman Baba‘nın müritleri Abdalan-ı Rum diye adlandırılır. Abdalan-ı Rum; Anadolu toplumunda, göç edip gelenler arasında, bir grup olarak anılır. Onların çoğunlukla Horasan Erenleri veya Azerbaycan’dan göç eden gruplar arasında anılmaları dikkate değer. Genellikle, Türkmen/Yörükler arasında Orta Asya Şamanları gibi, din ve toplum hayatını yöneten kutsal kişiler gibi yorumlanmışlardır. Gerçekte, 14. ve 15. yüzyıllarda köylerde yerleşik hayata, şehir hayatına geçmiş, Sünniliği ve yaşam tarzını benimsemiş Türk nüfusu karşısında onlar, Türkmen göçebe Yörüklerin kültürünü, toplum değerlerini ve yaşam tarzını temsil etmişlerdir.

Abdalların beyler tarafından kutsal kişiler olarak onurlandırıldıkları beylik döneminden sonra abdallar, resmen toplumdan dışlanmış duruma düşerler. Medrese, devlet ve şehirliye karşı şiddetli bir çatışma ve siyasi otoriteye meydan okuma durumuna gelirler. Bektaşilik ve vefaiyye dervişleri gibi, siyasi otoriteye itaatkar, devletten vakıf alan, zaviye kuran dervişlerden farklı olarak, abdallar devlete karşı açıkça cephe alırlar..

O zaman, abdallar, Doğu Rumeli Uc gazi beylerinin yanına sığınırlar. Mihaloğulları gibi uc beyleri Otman Baba’yı sayıp korurlar.

Fatih Sultan Mehmed‘in son derece bürokratik, merkeziyetçi devletinde abdallara yer yoktur…

Otman Baba‘nın yaşamı, Yörük toplumu ile yerleşik Sünni toplum ve bürokratik devlet sistemi arasındaki çatışmanın dramatik bir öyküsüdür…

Abdalların en önemli inanç ve etkinliği, baskı altında ezilen, evini yurdunu bırakıp şurada burada gezen işsiz güçsüz çaresiz garib miskinlerin yardımına koşmaktır. Otman Baba, bu dünya malı için zulüm yapanlara karşı olduğunu ilan eder…

Fatih Sultan Mehmed, eşi görülmemiş başarılarıyla, İslam tarihinde gelmiş geçmiş hükümdarların en güçlülerinden biri olduğundan ve kendi imparatorluk ve fetih planları uğruna uyruklarına, özellikle de Yörüklere ağır yükümlülükler getirip baskı uyguladığından Otman Baba, Kutb-i Âlem olarak onun karşısına çıkmayı ödev bilmiştir. O, Kutbu’l-aktab (Kâinatın ekseni) olarak, devrinin siyasi-sosyal yaşam ve olayları üzerinde de kontrol kurma iddiasındadır…

Baba’nın sık sık ziyaret ettiği Yanbolu Kasabası, zamanla önemli bir aba üretim merkezi haline gelmiştir. Ucuz ve sağlam bir halk giysisi olan Yanbolu Abası’na ülkenin her tarafındaki tereke defterlerinde rastlanır…

Kayda değer bir nokta da şudur: Otman Baba Edirne’ye geldiğinde, şehre kasaplık koyun getiren bir Yörüğün yanına gelip onun abdalı, müridi olmuştur. Edirne kasaplarının koyunları bacaklarından asıp sergilemesine kızan Baba, koyunları alıp yola, çamur içine fırlatmış; kasaplar onu kadı huzuruna çıkartsalar da sonunda Baba’ya karşı bir şey yapamamışlardır…

Otman Baba‘nın müritleri, çoğunlukla Vize’den Tuna ağzına kadar uzanan Doğu Balkan Yörükleri arasından çıkmıştır. Yörükler bu bölgenin düzlüklerinde yerleşik hayata geçmişler, basit ve fakir köylerde yaşamaya başlamışlardır..

Dobruca ve Deli Orman Yörükleri, aynı zamanda bir geçim olanağı olarak, Mihaloğlu Ali Bey gibi ünlü Tuna uc beylerinin yanında gazi/akıncı olarak hizmet etmektedirler…

Fatih, merkeziyetçi/bürokratik hükümdarlığını kurarken, karizmatik kişiliğiyle uc beylerinin bağımsız durumunu büyük ölçüde kısıtlayabilmiş; onların I. Mehmed ve II. Murad dönemlerinde, devletin genel siyasetinde oynadıkları kesin role son vermiştir…

Evvelce Şeyh Bedreddin’in bu bölgede, dünyayı adalete kavuşturmak iddiasıyla uc beylerine, Yörüklere ve fakir uc sipahilerine dayanarak çıkardığı isyan, devleti temelinden sarsmış, onun 1416’daki idamından sonra Bedreddinliler, bölgedeki abdallar arasında yüzyıllarca varlıklarını korumuşlardır.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: Şeyh Bedreddin yandaşlarıyla, Saruhan-İzmir bölgesi Türkmenleri arasında yakın ilişki vardır… Bilinmektedir ki, Balkanlar’a 14. yüzyılda akıp gelen Türkmenler, başlıca Saruhan-İzmir bölgesinden göç etmişlerdir. Yıldırım Bayezid’in 1389-1402 yılları arasında Rumeli’ye sürdüğü Saruhan Yörükleri, güçlü uc bölgelerine yerleşmişlerdir…

Otman Baba‘nın müritlerinden Küçük Abdal tarafından yazılan Velayetname-i Sultan Otman adlı menakıbnameye göre; Otman Baba, ilk kez Azerbaycan’da ortaya çıkar, oradan Batı Anadolu’ya geçer ve sonunda Doğu Balkan Yörükleri arasına geçerek orada karar kılar. Onun etkinlik merkezi; Misivri, Zagra ve Babadağ’dır. Bu bölgedeki Tanrıdağı, onun dolaştığı merkez bölgedir. Sonunda, tarikatı ve tekkesi de bu bölgede kurulmuştur. Otman Baba’nın, toplumsal ve dini bakımdan hangi çevrenin insanı olduğu sorusu; onun Doğu Balkan Yörükleri ile yakın ilişkisi ile yanıtını bulmaktadır…

Otman Baba gibi devlete karşı çıkan dervişler, halk direniş ve tepkilerini korkusuzca temsil etme cesaretini gösterdikleri için, hükümdarlar özellikle onlardan çekinirler. Onlar, günün şartları içinde, kamuoyunu oluşturmakta son derece etkindirler. Bu yüzden hükümdarlar, onlara yaranmaya, onları cami hatipleri yaparak, Şeyhlere vakıflar verip zaviyeler kurarak yandaş yapmaya çalışırlar. Hükümdarı destekleyen, para ve vakıf kabul eden böyle işbirlikçi şeyh ve dervişlere karşı Otman Baba, ateş püskürür… Baba’nın ikiyüzlü yalancılar olarak suçladığı böyleleri arasında ulema, sufiler, danişmendler, vakıf ve zaviye yöneten meşayih sayılmıştır… Otman Baba ve abdalları, baş düşman ilan ettikleri bu kişilere karşı, hükumet sorumlularının sert önlemler almasını isterler…

Bu şeyhlerden birçoğu gerçekten çok zengindir. Arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır ki, şeyhler yönetiminde birçok zaviye, vergiden muaf olarak miri topraklardan önemli bir bölümünü ellerinde tutmaktadırlar. Fatih, birçok zaviyenin vakıflarına el koyarken, kuşkusuz halk arasında böyle şeyhlere karşı beslenen olumsuz duygulardan cesaret almıştır…

Velayetname’nin verdiği bilgilere bakılırsa, Otman Baba, Fatih’in sultanlık otoritesini tanımamazlık ve ona karşı çıkma durumuna gelmemiştir. Fakat Otman Baba, öteki dünyada olacak şeyleri belirleyen tek güç olarak kabul edildiğinden, Fatih’in tüm zaferlerinden sorumlu sayılmıştır. Yani Otman Baba, Gazi Sultan’a “benim bilgim ve desteğim olmadan hiçbir şey başaramazsın” demektedir! Fatih, böyle iddialara yabancıdır. İstanbul’un fethinden sonra Akşemseddin, fethin evliyanın eseri olduğunu söylediğinde, Fatih, şehri kılıcıyla aldığı yanıtını vermiştir…

1474 yılı sonlarında Otman Baba, iki üç yüz abdalıyla birlikte Edirne’dedir. Şehir halkı arasındaki fakir ve alçak gönüllü kimseler, bu değişik giysili ve garip hareketler sergileyen abdallara korku ve saygıyla bakarken; yukarı sınıftan seçkin kişiler düşmanlıklarını gizlemeyip şehirden atılmalarını istemektedir. Ulema, kendilerine ters düşen rafızi inançlarını halka açıkladığı için dehşet içindedir ve bu sözleri söyleyenin kâfir durumuna düştüğünü ilan ettiği için şehrin kadısı, Edirne’yi terk etmelerini yoksa onları hapse atıp Sultan’a durumu arz edeceğini bildirir…

Otman Baba önce Doğu Balkan’a doğru yola çıkarsa da, sonra fikrini değiştirip Kırk-Kilise (Kırklareli)’den tekrar Edirne’ye gelir. Yolda İstanbul tarafına bir nazar atmış ve yukarıdan emir almıştır… Asıl neden ise, Sultan’ın Baba ve abdallarının tutuklu olarak İstanbul’a gönderilmesini emrettiğini öğrenmiş olmasıdır…

Bu noktada Baba, Sultan’ı bile karşısına almaktan çekinmez. Sultan’ın gönderdiği kul, onu tutuklu olarak bir araba içinde İstanbul’a götürme emrini bildirince Baba, kütüğünü havada sallayarak, “Kimdir o Mehemmed dedüğün…” diyerek karşı çıkar… Böylece abdallarının korkusunu da dağıtır ve onların başına geçip İstanbul’a yönelir. Babaeskisi Kasabasına geldiklerinde halk ellerini öpmek için koşuşur, onun için kurbanlar keserler…

Baba ve abdalları İstanbul’a girince kalabalık bir halk kitlesi onları seyre çıkar. Kimisi onları tuhaf ve garip bulsalar da, bazıları da kutsal kişiler olarak karşılar. Yönetimdekiler onları Atmeydanı’nda kazığa oturtmak, çengele takmak için hazırlanmışlardır bile. Fatih’e son emrini almak için gittiklerinde Sultan’ın fikrini değiştirdiğini hayretle görürler. Sultan, Baba’nın ve abdallarının Silivri Kapı’da Kılıç Manastırında yerleştirilmelerini emreder. Abdallar, bunun Otman Baba’nın bir kerameti sonucunda olduğuna inanırlar. Fakat bu değişikliğin nedenini anlamak güç değildir. Fatih, böyle bir katliamın ülkede halk arasında doğuracağı tepkiyi son anda, belki de vezirlerin uyarısıyla, anlamış olmalıdır..

Manastır bir asker takımı tarafından çevrilmiş olup abdallar ölüm tehdidini her an duymaktadırlar. Ulema, hiç olmazsa bazılarının idamını istemektedir. Halkın tepkisi ulemanın umurunda bile değildir…

O sıralarda İstanbul’da halk arasında son derece gergin bir hava esmektedir. Veziriazam Mahmud Paşa’nın idamının üzerinden az zaman geçmiştir ve herkes onun haksız yere idam edildiğini düşünmektedir…

Sonuçta Fatih, Veziriazam Sinan Paşa’yı, kadıasker ve kalabalık bir maiyetle manastıra gönderir. Otman Baba hepsine karşı “heybet ve celalini” göstermekten geri kalmaz ve abdallarıyla birlikte şehri terk eder…

Otman Baba 5 Ekim 1478’de ölür. Onun arkada bıraktıklarını, onun ölümüyle sona eren Velayetname’den değil, anonim bir halk tarihi olan Tevarih-i Al-i Osman’dan öğrenebiliriz…

Örneğin 1492’de, Manastır civarında, II. Bayezid’in üzerine yalın kılıç yürüyen bir abdalın suikast girişimi…

İki yıl sonra, Papa tarafından, Osmanlı ülkesindeki Cem Sultan taraftarlarına güvenerek yapılan Haçlı seferi hazırlıkları ve nihayet Fransa Kralı 8. Charles’ın aynı amaçla İtalya’yı istilası, Osmanlı üzerinde büyük kaygı yaratır. Bunun üzerine II. Bayezid, Edirne kadısına gönderdiği bir fermanla, Rumeli’de Filibe ve Zagra doğusundaki bölgede ne kadar abdal ve derviş varsa toplanmasını, soruşturma ve muhakemeden sonra, küfür niteliğinde sözler söyleyenlerin cezalandırılmalarını emreder.

Ferman gereğince Edirne kadısı soruşturma yapar, “Otman Dede”nin adamlarından bazılarını tutuklayıp işkence ile idam eder. Kırk elli kişilik başka bir derviş grubu da işkenceye konur ve onlardan, Şeriata göre suçlu bulunan, iki derviş asılarak idam edilir. Kalanları da Anadolu’ya sürülür… Fakat halk arasında bunlar yine de ermiş ve kutsal kişiler olarak anılmaya devam ederler… (Halil İnalcık’ın Yazılarından Derlemedir…)

Yazar