TEHCİRE UZANAN SÜREÇ*
İsmail CİNGÖZ
9 gün sonra 24 Nisan ve yine “sözde soykırım yaygarası ve yalanlarıyla” gündem edinmeye çalışacak olan Ermeni diasporası bakalım korona virüsten fırsat bulabilecek mi? Eskisi kadar şaşaalı seremoniler düzenleyemeyecek olsalar da basın açıklamalarıyla yine de seslerini duyurmaya çalışacakları muhakkaktır. Zira soykırım yalanlarına o kadar inançla bağlılar ki inandıkları için de her geçen gün dünyada yeni ülkelere kabul ettirmeyi başardıkları görülmektedir.
Türkiye’nin “1915 Olayları” diye tanımladığı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun cephe gerisinde güvenliği tesis edebilmek amacıyla Anadolu’nun değişik bölgelerinde mukim bazı Ermeni vatandaşlarını “o zamanın mücbir sebepleriyle” Musul, Halep ve Suriye bölgelerine zorunlu göçe tabi tutmak zorunda kalmasını “soykırım” olarak resmen kabul eden ülke sayısı 2019 yılı sonu itibariyle 31’e yükselmiştir[1]. Ermeni diasporasının yoğun çalışmaları, Osmanlı Devleti’nin tehcir kararını almaya giden sürecini öyle bir perdelemiştir ki, tarihi gerçekler Ermenilerin yalan ve iftiraları karşısında görünmez hale gelmiştir. 105 yılı bulan süreç içerisinde Türkiye’den aynı süreklilikle, aynı yoğunlukta karşı hamlelerin ve lobicilik faaliyetlerinin yapılmamış olması da soykırım yalanına inanan ülkelerin artmasına bir sebep sayılabilir.
Ancak en önemlisi Ermeni diasporasının durmak bilemeyen çalışmalarının yanı sıra; Osmanlı ve devamında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Türklerinin Müslüman, Ermenilerin ise Hristiyan olması, dünya kamuoyunda soykırım yalanına inananların artmasına en büyük sebep olduğu unutulmamalıdır. Çünkü diaspora kadar kilise de bu yalanı empoze temektedir. Bir diğer husus ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bazı akademisyen, bürokrat, yazar ve siyasilerden de bilerek veya bilmeyerek soykırım yalanını destekler açıklamalar, yayınlar veya çalışmalar yapılmış/yapılıyor olmasının da Ermenilerin elini güçlendirdiği muhakkaktır.
01ve 08 Nisan 2020 tarihli makalelerimizin devamı niteliğinde 1860’lardan başlayarak 1915 tehcirine giden süreci tekrar özetlemek ve ardından tehcir sürecini yazmanın uygun olacağından hareketle bu makale kaleme alınmıştır.
***
1789 Fransız İhtilalinin ardından ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan halklara da sirayet etmesi gecikmemiştir. Milliyetçilik fikirleriyle örgütlenen Balkan halklarında başlayan ayrılıkçı hareketler 1804 yılında Sırpların isyanı ile farklı boyuta dönüşmüş ve kısa sürede diğer etnik grupları da harekete geçirmiştir. Nihayetinde 1821’de Mora İsyanı ile Rumların ayaklanması, 1829 yılında Yunanistan Devleti’ni kurması ile neticelenmiştir[2]. Rumların, Balkanlarda Osmanlıya karşı ayaklanarak bağımsızlığını elde ettiğinin görülmesi diğer etnik grupların da bunu başarabileceğine inanmalarına yol açmıştır. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1877-1878 yılında yaşanan ve Türk literatürüne 93 Harbi olarak geçen savaş, Balkanlar özelinde Osmanlı azınlıkları için adeta bir kırılma noktası olmuştur. Milliyetçilik fikirlerinin Hristiyan misyonerleri tarafından da beslenmesi ve kışkırtılması bu süreci hızlandırmıştır.
93 Harbi esnasında Balkanlarda yer alan Yunan, Bulgar ve Sırplar başta olmak üzere nerdeyse bütün Hristiyan azınlıklarla birlikte Ermenilerin yoğun bir şekilde gönüllü olarak Rus ordusuna katılarak Osmanlı’ya karşı savaştıkları görülmektedir[3]. Ermeniler bu savaş döneminde çetecilik ve terör eylemlerini öğrenirlerken bir taraftan da korkutulan halkın Anadolu istikametine göç ettiklerini ve Balkanlarda demografik yapının Türkler aleyhine değiştiğini gördüler.
93 Harbi’nde Balkanlar ve Doğu Cephesi olarak iki bölgede birden savaşan Osmanlı Devleti, Balkanlar’da olduğu gibi Doğu Cephesinde de Ermeniler başta olmak üzere Hristiyan azınlıkların ihanetleriyle de mücadele etmiştir. Gönüllü olarak Rus ordusuna katılan ve Türkçeyi ve bölgeyi iyi bilen Ermenilerin aynı zamanda casusluk faaliyetlerinde bulundukları görülmektedir.
Rusya karşısında 93 Harbini kaybeden Osmanlı Devleti’nin, Rusya ile imzaladığı 03 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) ve ardından 13 Haziran 1878 Berlin Antlaşmalarıyla Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurabilecekleri zeminin oluşacağına inanan ama kısa süre sonra umduklarını bulamayan Ermeniler, örgütlendikleri komiteler vasıtasıyla 1892 yılından itibaren ilk ayaklanma girişimlerini başlatmışlardır. Merzifon, Tokat, Yozgat, Mamuratülaziz (Elâzığ/Harput), Van, Zeytun Bölgesi/Maraş vilayetleri ve bunlara bağlı yerleşim alanlarında başlayan isyan hareketleri 1894 yılında Sason’da ilk sistematik isyan halini almıştır[4].
Ermeni isyanları her ne kadar 93 Harbi’nden sonra gözle görülür şekilde artmaya, her geçen gün sistematik ve organize hal almaya başlamış olsa da bilinmelidir ki Ermenilerin zararlı faaliyetleri daha önceden; 03 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’nın ardından sosyal amaçlı görünümü ile kurulan dernekler tarafından başlatılmış ve 23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’e kadar aralıksız bir şekilde devam etmiştir. II. Meşrutiyet’in etkisiyle Osmanlı topraklarında bir dostluk havası başlamış, olaylar inanılmaz derecede sükût bulmuş görünmektedir.
Osmanlı yönetimi II. Meşrutiyet ile olayların sükuta ermesinden son derece memnun olmuştur. Zira yeni anayasadan son derece memnun olan Ermeni kiliselerinde her mezhepten Ermenilerin katılımları ile ayinler, kutlamalar yapılıyor, Türk-Ermeni ilişkilerinde günden güne iyi yönde gelişmeler yaşanıyordu[5]. Lakin bu süreçte gözden kaçırılmakta olan bir husus var ki Ermeniler silahlanıyordu(!). Zira yeni anayasa kapsamında kanunen her Osmanlı vatandaşının silah satın almasının yasal hale gelmesini fırsat bilen Ermeniler, kitleler halinde ve yüksek sayılarda silah satın almaktaydılar. Bu süreçte Kilikya (Adana) bölgesi Ermenilerinin aşırı derecede silahlanmasının ardından Mersin piskoposu ihtilalci Musech’in vaazlarının etkisiyle 14 Nisan 1909’da Adana’da Ermeni isyanı başlamıştır[6]. Ermenilerin Adana’da başlattıkları isyan domino etkisiyle önce bölgesel ardından bütün Anadolu’ya sirayet etmiştir. Bu hal ve şartlar yaşanırken Osmanlı Devleti bir de bir oldu-bitti ile Birinci Dünya Savaşı’na girmek durumunda kalmıştır.
1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nden (93 Harbi) 24 Nisan 1915 Tehcir Kararı’na kadar geçen süreç içerisinde Ermeni komitalarının; Kafkas, Kars, Ağrı, (Doğu) Beyazıt, Ardahan, Erzurum, Erzincan, Sivas, Yozgat, Merzifon, Tokat, Trabzon, Bitlis, Bingöl/Kiğı, Harput (Elâzığ), Malatya/Arapgir, Diyarbakır, Adana, Sis (Kozan), Haçin (Saimbeyli) Kayseri, Zeytun Bölgesi, Maraş, Van, Urfa, Bursa ve Sason başta olmak üzere diğer doğu bölgelerinde bir çok ciddi isyan hareketleri olmuştur. Bu arada 21 Temmuz 1905 tarihinde Padişah II. Abdülhamit’e suikast gerçekleştirme cüretinde bile bulunmuş olan Ermeniler, bu bölgelerde genç-yaşlı, kadın-çocuk demeden akla hayale gelmeyen hunharca işkencelerle, vahşice Türk-Müslüman ahaliyi katletmiş[7], gasp, yağma ve tecavüzlerle halka korku ve yılgınlık vererek bölgeden kaçmalarını ve demografik yapının lehlerine değişmesine çalışmışlardır. Hatta komitacıları desteklemeyen ve Osmanlı’ya sadık Ermenilerin de katledildikleri bir çok vaka yaşanmıştır.
Ermeni komitacılarına karşı koyabilmek adına Teşkilat-ı Mahsusa Siyasi Bölüm Reisi Dr. Bahattin Şakir Bey’in çalışma ve talimatlarıyla karşı örgütlenmelerle Müslüman halkın Ermenilere karşı savunulmasına çalışıldığı[8] görülse de savunma amaçlı olan bu örgütlenmelerin Ermeni komitacıları gibi terör amacıyla kurulduğu anlamı çıkartılmamalıdır.
Yıllarca savaşta cephede düşmanla işbirliği yapan, cephe gerisinde ise masum Türk ve Müslüman halkı katletmekten çekinmeyen Ermenilerin nihai hedefinde; Kafkasya’dan Akdeniz’e uzanan sahada ve neredeyse Anadolu’nun yarısını kapsayacak şekilde doğuda “Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ve Trabzon”, Güneydoğu’da “Maraş, Kozan, Cebel-i Bereket ve İskenderun limanıyla birlikte Adana” illerini de içine alması planlanan[9] Büyük Ermenistan’ın kurulması fikirleri olsa da Güney Kafkasya ve Anadolu’nun her yanına dağılmış halde Türklerle birlikte yaşıyorlardı ve hiçbir bölgede çoğunluk değillerdi[10].
Büyük Ermenistan’a gidecek yolda bir basamak olması açısından Ağustos 1914’te Eçmiyazin Katogigosu V. Kevork (1847-1930) Rusya’nın Kafkasya Genel Valisi Voronçov-Daşkov’a başvurarak Türk Ermeni toprak bütünlüğünün Rusya tarafından garanti altına alınmasını ve bu bölgenin Rusya himayesinde özerk bir devlete dönüştürülmesini talep ederken[11] Osmanlı Devleti’ne karşı birlikte savaşacaklarını da söylemesi ihanetin derecesini göstermesi açısından önemlidir.
Bu hal ve şartlarla devam eden Birinci Dünya Savaşı süreci içerisinde; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya, Romanya ve Makedonya ile Çanakkale cephelerinde Yedi Düvele karşı mücadele eden Osmanlı Devleti bir yandan da “Millet-i Sadıka” olarak bilinen Ermenilerin cephe gerisindeki her türlü ihanet ve terör eylemleriyle[12] de mücadele etmekteydi. Seferberlik gereği Türk ve Müslüman nüfusun eli silah tutan erkekleri cephelerde savaşıyorken, ihanet eden Ermeni komitacılarının cephe gerisindeki yüzlerce ev ve köy yakma, binlerce tecavüz, katliam ve her türlü terör eylemleri, askeri birliklere sevkiyat kollarına yapılanlar dahil olmak üzere saldırı, sabotaj, baskın gibi türlü olayları önleyebilmek yani özetle cephe gerisinin güvenliğini sağlayabilmek için İttihat ve Terakki Hükümeti son çare olarak olayların yoğun olduğu bölgelerde tehcir uygulama kararı almak zorunda kalmıştır.
Osmanlı toprakları üzerinde, batı bölgeleri dahil olmak üzere devam eden Ermeni olayları nedeniyle Talat Bey, 24 Nisan 1915 günü önemli bir karar almak zorunda kalmıştır. Alınan ve 15 Nisan 1915’te bütün valiliklere gönderilen bir yazı ile “Ermeni komitelerinin kapatılmasını, evraklarına el konulmasını, komitelerin ileri gelenlerinin, zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin ve bulundukları yerlerde ikametleri mahzurlu görülenlerin tutuklanması istenmekte ve bu tedbirin komitelerin teşebbüslerini engellemeye dönük olduğu” ifade edilerek “Müslüman halk ile Ermeniler arasında bir karşılıklı çarpışma olmaması için hassas davranılması talimatı” verilmiştir. Bu hususlar Talat Bey’in tezkeresi ile bir taraftan uygulamaya konulmuş olsa da “Sevk ve İskân Kanunu” 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkartılmıştır. 4 Maddeden ibaret olan “Sevk ve İskân Kanunu” 30 Mayıs 1915 ve 07 Ekim 1915 tarihli Talimnamelerle uygulama esasları yayınlanmıştır[13]. Tehcir bölgesi olarak o dönem yine Osmanlı toprakları içerisinde yer alan Musul, Halep ve Suriye bölgesi tespit edilmiştir. Hangi bölgeden nereye ve hangi usullerle yerleştirilecekleri, nakiller, ulaşım, iskân vs. olabilecek her türlü ihtiyaçların ve bunların maliyetlerinin hesap edilmeye çalışıldığı, sahada ortaya çıkan yeni gelişmelere göre durumların iyileştirilmesine yönelik tamimler yayınlandığı görülmektedir.
Ancak gözardı edilmemesi gereken ve en önemli husus; bu kanunda herhangi bir azınlık adı zikredilmeden “güvenlik gerekçesi” ile ve “genel ifadelerle” tanımlanmış, tehcire Ermeniler dışında başka unsurlardan da dahil edilenler olmuştur. Bir diğer önemli husus da Ermenilerin tamamı tehcire tabi tutulmamıştır. Tehcir öncelikle Gregoryen Ermeniler için uygulanmıştır. Katolik ve Protestan olanlar, Duyun-ı Umumiye’de görevli olanlar, memur, asker, mebuslar ile aileleri, demiryolu işçileri ve aileleri ilk başlarda tehcirden muaf tutulmuştur. Ayrıca müttefik ülke vatandaşı Ermeniler de hariç tutulmuştur. Lakin bunlar içerisinden Ermeni komiteleriyle iltisakları tespit edilenler ilerleyen günlerde tehcire dahil edilmişlerdir[14]. Din değiştirerek tehcirden kurtulmaya çalışanların da olduğu görülmektedir. İlk zamanlarda din değiştirerek İslam dinine geçmek suretiyle tehcirden muaf tutulmak isteyenlerin bu talepleri kabul edilmezken, ilerleyen süreçte kabul edilmiş ve tehcir dışı bırakılmışlardır.
“Sevk ve İskân Kanunu” ana hatlarıyla Anadolu ve Trakya bölgelerinden 23 “vilayet”, “mutasarrıflık” ve “livá”yı kapsadığı görülmektedir[15]. Bu merkezlerden Vilayet-i Sitte adıyla meşhur; Erzurum, Erzincan, Sivas, Elâzığ, Van ve Diyarbakır illerinde yaşayan Ermenilerin güney vilayetlerine sevki derhal uygulamaya konulmuştur. Çünkü Ermenilerin devam eden Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci yılında önemli bir kargaşa çıkararak isyan hareketini ülke genelindeki bütün vilayet ve kazalara yayacakları bilgisinin alınması üzerine her yerde tedbirlerin artırılması[16] gerektiğine inanılmıştır.
Mısır’da bulunan İngiliz Askeri Ofisi’nden İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe gönderilen mesaja göre; “Talat Bey’in bu talimatı üzerine; 500’ü Taşnak, 500’ü Hınçak, 800’ü Ramgavar partizanının tutuklandığını ve tutuklanan Ermenilerin Müttefik ordularına hizmet eden Ermeni gönüllüleri veya Müslüman katliamı sorumlularının olduğu” beyan edilmektedir. İstanbul Alman Büyükelçiliği tutuklananların 500 Taşnak üyesi olduğunu rapor ederken, Amerikan kaynaklarının ise 100 kişi olarak göstermesi[17] bazı kesimler tarafından konunun abartıldığını göstermesi açısından önemlidir.
Tutuklananlar arasında Amerikan ve Avusturya uyruklu olanların tehcir yerine sınır dışı edildikleri, suçsuz oldukları anlaşılanların veya sağlık sorunları olanların affedildiklerinin görülmesi[18] Osmanlı Devleti’nin her şeye rağmen insani davrandığını göstermektedir. Ayrıca henüz tarafsız olan Amerika ve müttefik Avusturya ile diplomatik kriz çıkmamasına dikkat ettiği anlaşılmaktadır.
Ne var ki Osmanlı Hükümeti’nin cephe gerisini güvene almak ve muhtemel Ermeni isyanını engelleme amacıyla almış olduğu tehcir kararı isyanları engellemeye yetmemiştir. 02 Mayıs 2015 tarihinden itibaren Zeytun Bölgesi ve Maraş’ta ardından Van’da büyük ayaklanmalar başlamıştır. Müslüman köylerini basan Ermeniler Osmanlı Askerleriyle çatışmaktan[19] da çekinmemişlerdir.
Tehcir kararı alındıktan sonra da çalışmalarını sürdüren Bakanlar Kurulu Dış İlişkiler Dairesi’ne sunulan 31 Mayıs 1915 tarihli ve 326758/270840 sayılı raporda[20]; “Harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermenilerden bir kısmının Osmanlı hududunu düşman devletlere karşı korumaya gayret eden ordumuzun harekâtını zorlaştırdıkları; erzak ve askerî malzeme nakliyatını güçleştirdikleri, düşmanla iş birliği yapmak ve birlikte hareket etmek emelinde oldukları, ayrıca düşman saflarına katıldıkları, yurt içinde askerî kuvvetlere ve masum halka silahlı saldırılar düzenledikleri, düşmanın deniz kuvvetlerine malzeme sağladıkları, müstahkem mevkileri düşmana göstermeye cesaret ettikleri tespit edilmiştir” denilmektedir.
Nihayetinde yaklaşık 400.000 kişinin tehcire tabi olduğu[21] çeşitli kaynaklarda geçmektedir. Ancak 1918’de Ermeni Delegasyonu Başkanı Bogos Nubar Paşa’nın Fransız Dışişleri Bakanlığı’na verdiği raporda 390.000 kişinin tehcire tabi tutulduğunu lakin toplam sürgün sayısının 600.000-700.000 olduğunu[22] beyan etse de ilk ifadesinin doğruluğu değişik kaynaklarla da desteklemektedir.
1914 yılı resmi rakamlara göre devlet nüfusu 18.520.016 olan Osmanlı Devleti’nde 1.294.851 Ermeni (1.161.169 Gregoryen, 67.838 Katolik, 65.844 Protestan) vardır (Müslüman:15.044.846)[23]. Mevcut Hükumet elindeki verileri değerlendirerek yaklaşık 400.000 Ermeni’nin tehcirine karar vermiştir.
Sonuç olarak;
Tanzimat’tan itibaren örgütlenmeye başlayan Ermenilerin Osmanlı Devleti aleyhine olan örgütlenmeleri ve 93 Harbi ile Balkan Savaşlarında düşmanla işbirliği, düşman saflarında savaşmak için gönüllü katılımlar ve cephe gerisindeki tecavüz, cinayet ve terör eylemleri; gerek toprak gerekse insan unsuru olarak çok büyük kayıplara sebebiyet vermiştir. Lakin Birinci Dünya Savaşı dönemindeki süreçte faaliyetleri ise ülkeden toprak bölmeye kadar dayanmıştır. Balkanları kaybetmeyi göze alan Osmanlı devlet idaresi Anadolu’nun neredeyse yarısına tekabül eden bir sahayı Ermenilerin bölmesine fırsat vermemek için o günün şartlarında olması gereken kararları uygulamıştır.
Ermeniler Birinci Dünya Savaşı’nın belki de son fırsatları olacağından hareketle akla hayale gelmez yöntemlerle katliamlar, tecavüzler, cinayetler, her türlü terör eylemleriyle halkı sindirmeye ve demografik yapıyı kendi lehlerine değiştirmeye çalışırlarken bir taraftan da Rus, Fransız ve İngiliz ordularıyla işbirliği yapıyor, gönüllü alaylarla düşman saflarında Osmanlı ile savaşıyordu. Ermenilerden az da olsa Osmanlı Devleti’ne sadık; doktor ve subay olarak savaşlarda kahramanca savaşan, değişik kurumlarda görevlerine devam edenler olduğu bir gerçektir. Çanakkale savaşlarında hayatını kaybeden her 100 Türk askerinden birisi gayrimüslim yani Ermeni, Yahudi, Rum kökenliydi[24]. Ancak genel manada o günün şartlarında tehdit unsuru olarak algılandıkları unutulmamalıdır.
Her 24 Nisan geldiğinde Türkiye ile dost(!), müttefik(!) ve stratejik iş birliği(!) ilişkisi bulunan ülkeler dahi “Sözde Ermeni Soykırımı” iddialarını gündemlerine alarak Türkiye’yi suçlamaya çalışmaktadırlar. Ancak 09 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda 260 (III) sayılı karar ile kabul edilen ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” Türkiye’yi suçlamaya cevaz vermemektedir. Ermeniler soykırım yalanlarını belgeleyemedikleri gibi bütün orijinal arşiv belgeleri esas katliama uğrayan tarafın Türkler ve Müslüman unsurların olduğunu göstermektedir.
Kaldı ki; Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı ortamında yaşanan olaylar karşısında sevk ve iskân kanununu çıkarmak zorunda kalma haklılığını, sevk ve iskân esnasında yaşanan hadiselerin soykırım olmadığını ortaya koymaya ve belgelemeye Ermeni General Antranik’in açıklamaları[25], Ulusal Ermeni Delegasyonu Başkanı olarak Paris Barış Konferansı’na katılan Bogos Nubar Paşa’nın burada yapmış olduğu konuşma ile Osmanlı Devleti’ne nerelerde ve hangi yöntemlerle ihanet ettikleri[26], 1918 yılında kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin itirafları[27] bu süreci çok iyi özetlemektedir. Uluslararası her platforma arşivlerini açan Türkiye, Ermenistan’dan da arşivlerini açmasını talep etmesine rağmen Ermenistan bundan çekinmektedir. Zira yalanlarının kendi arşiv belgeleriyle çürütüleceğini gayet iyi bilmektedirler.
Sözde soykırımı gerçekleştirenleri yargılamak üzere işgal yıllarında Malta’ya götürülen Osmanlı devlet görevlileri hakkında İngiliz Kraliyet Başsavcılığı aylarca belge ve bilgi araştırması yapmıştır. Bütün araştırmalara rağmen aradıkları delilerin bulunamaması üzerine Amerikan Dışişleri yetkililerinden de belge talepleri olmuş fakat sonuç itibariyle Amerikan arşivlerinde suç kanıtı belgelerin olmadığının da tespit edilmesi üzerine[28] “kanıt yetersizliğinden dava düşürülmüş” ve Türkler aklanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin uygulamak zorunda kaldığı tehcir kararı; dünya savaşı sırasında sınırlarda savaşan birliklerimizi son derece zor durumda bırakan ve cephe gerisinde de devam eden ihanet ve isyanlar karşısında ortaya çıkan yıkılma tehlikesini bertaraf edebilmek adına dünyada her devletin yapacağı bir meşru müdafaadır.
Tehcir esnasında o günün şartları ile yollarda hastalıktan, bazı eşkıya saldırılarından dolayı az da olsa hayatını kaybedenler olmuştur. Suistimali olduğu tespit edilen 1.673 kişi yargılanmış, 67’si idam olmak üzere suçlu bulunanlar çeşitli cezai müeyyidelere tabi tutulmuştur[29]. Hatta Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey[30] ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey örneklerinde olduğu gibi işgal kuvvetlerini memnun edebilmek adına düzmece mahkemelerle idam edilen devlet görevlileri dahi olmuştur.
Son söz olarak; 1915 soykırım yalanını tanıyan ülkelerin tarihi gerçeklerden, belgelerden ve o günün şartlarından ziyade siyasi nedenlerle hareket ettiklerini, Azerbaycan topraklarını işgal eden ve Hocalı’da yaptıkları soykırımın görmezden gelindiğini tarih kaydetmiştir.
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.
[1] Euronews; “Ermeni Soykırımı’nı Hangi Ülkeler Resmen Tanıyor?”, 13.12.2019.
[2] Ergenekon SAVRUN; “Balkan Milliyetçilikleri Bağlamında Sırp, Yunan ve Bulgar Milliyetçiliklerinin Karşılaştırılması”, Eurasian Studies Journal, Yıl:2016, S.: 4, ss. 1-19.
[3] İsmail CİNGÖZ; “Soykırım Yalanlarına Cevaplar (1) Ermenilerin Bulgaristan’daki Osmanlı Aleyhine Çalışmaları”, Ticari Hayat Gazetesi, 01.04.2020.
[4] İsmail CİNGÖZ; “Soykırım Yalanlarına Cevaplar (2) Anadolu’da Ermeni İsyanları ve Saldırıları”, Ticari Hayat Gazetesi, 08.04.2020.
[5] Salâhi R. SONYEL; “İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana’da Vuku Bulan Türk-Ermeni Olayları (Temmuz 1908-Aralık 1909)”, Türk Tarih Kurumu, 2. Baskı, s. 6-9, 2014, Ankara.
[6] Justin McCARTHY; “Ölüm ve Sürgün – Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı (1821-1922)”, s. 131-132.
[7] Naziye SARALİ; “Ermeni Çete ve Komitalarının Osmanlı İstihbaratına Karşı Kullandıkları Şifreli Terminoloji Üzerine Bir Değerlendirme”, Iğdır Üniversitesi, I. Uluslararası 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu; 16-18 Ekim 2019, Bildiriler Kitabı, ss. 735-746.
[8] Alaattin UCA; “XX. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devlet Adamları Sait Halim Paşa-Talat Paşa-Cemal Paşa ve Bahattin Şakir ile Cemal Azmi Beyler Ermeniler Tarafından Niçin Şehit Edildiler?”, I. Uluslararası 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu; 16-18 Ekim 2019, Bildiriler Kitabı, ss. 39- 90.
[9] Abdullah Cüneyt KÜSMEZ; “Milli Mücadele Döneminde TBMM Hükûmeti’nin Kafkasya’daki Askeri Stratejisinin Ermenistan’a Yönelik Uygulamaları”, Iğdır Üniversitesi, I. Uluslararası 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu; 16-18 Ekim 2019, Bildiriler Kitabı, ss.1-29.
[10] Sevil ABBASOĞLU İREVANLI; “Kafkaslardaki Kıyım ve Sürgünler”, s.23, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2015, İstanbul.
[11] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.60, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, 2009, Ankara.
[12] İsmail CİNGÖZ; “Hocalı Soykırımı: Unutma – Unutturma”, Çağ Üniversitesi, South Security School, 25.02.2020.
[13] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.78-85
[14] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s 96-101.
[15] Murat BARDAKÇI; “İşte, 1915 Tehcirinin İl İl Dökümü”, Hürriyet, 24.04.2006. https://www.hurriyet.com.tr/iste-1915-tehcirinin-il-il-dokumu-4303304
[16] Orhan YAZICI; “Tehcir Öncesi Kiğı ve Çevresinde Yaşanan Ermeni Olayları”, Iğdır Üniversitesi, I. Uluslararası 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu; 16-18 Ekim 2019, Bildiriler Kitabı, ss.832-842.
[17] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.68.
[18] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.69-70.
[19] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.69-72.
[20] T.C. Genelkurmay Başkanlığı; “Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri – 1914-1918”, C. 1, s. 130, Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basım Evi, 2005, Ankara
[21] Yusuf HALAÇOĞLU; “Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918)” s. 79, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2001, Ankara.
[22] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.107.
[23] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s.44-50.
[24] Ömür ÇELİKDÖNMEZ; “Çanakkale Gazisi Dacat Derderyan Oğlu Tarihi Durduran Adam Ara Güler’in Ardından!”, 18.10.2018. https://kafkassam.com/canakkale-gazisi-dacat-derderyan-oglu-tarihi-durduran-adam-ara-gulerin-ardindan.html
[25] Ali KAŞIYUĞUN; “I. Dünya Savaşı’nda Ermeniler ve General Antranik’in İfadeleri”, Iğdır Üniversitesi, I. Uluslararası 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu; 16-18 Ekim 2019, Bildiriler Kitabı, ss. 91-104.
[26] Ali KAŞIYUĞUN; “I. Dünya Savaşı’nda Ermeniler ve General Antranik’in İfadeleri”
[27] Ovanes KAÇAZNUNİ; “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok (1923 Parti Konferansı’na Rapor”, Ermeni Belgeleriyle Ermeni Soykırım Yalanları-1, Çeviri: Arif ACALOĞLU, Kaynak Yayınları, 9. Basım, İstanbul.
[28] Uluç GÜRKAN; “Malta Yargılaması – Özgün İngiliz Belgeleriyle-”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014.
[29] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri”, s. 127-134
[30] Hüseyin ALPASLAN; “Ermeni Tehciri ve Mehmet Kemal Bey”, Ticari Hayat Gazetesi, 09.04.2020.
* 15 Nisan 2020 Tarihinde Ticari Hayat Gazetesinde Yayınlanmıştır.