Balkanlar çeşitli halkların yaşadığı bir milletler mozaiğini andırmaktadır. Öyle bir mozaik ki, yıllardan beri bir arada, yan yana yaşamalarına rağmen birbirine tahammül, karşılıklı güven ve hoşgörü içerisinde olmamışlar.
 Bu durum Bulgaristan için de geçerlidir. Birbirine hasım bellemişler, birbirini çekememişlerdir. Bu durum dışardan beslendiği gibi iç politik hesapları yapan ve Bulgar milletçiliğini körükleyen politikacılar tarafından da körüklenmiştir. Belli konjonkturel dönemlerde düşmanca tutumlar bastırılmış, ancak belli konjokturel durumlarda en şiddetli bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Balkanlardaki etkinlik savaşında bu daha da belirgin bir hal almıştır.

Azınlık problemlerini çözümü konusu işlediğimizde bu psikolojik tabloyu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Çünkü Balkanlardaki mesele sadece azınlık meselesi değildir. Bosna’ya baktığımızda azınlık – çoğunluk kavramlarında muğlaklık bulunmaktadır. Bir topluluk çoğunluk olmalarına rağmen yerinden yurdundan sökülüp atılması için katledildi, insanlık tarihinde örneği bulunmayan soykırıma, işkenceye, tecavüze maruz kaldı. Keza Kosova’da yaşayan ve bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden yok etme politikasına maruz halk da bir çoğunluğu teşkil etmektedir.

Bulgaristan’da ise 1984 yılına kadar totaliter rejimin aşamalı olarak uyguladığı asimilasyon politikası terk edilerek, top yekun yok etme sürecine girilmiştir.

Peki Bulgaristan’da yaşayan Türk topluluğu bu ülkede ana unsurlardan birisi miydi yoksa azınlık mıydı? Azınlık tabiri kullandığımızda 8,5 milyonluk ülkede 3,5 milyon gibi bir kitle ile karşılaşırız ki buna azınlık demek pek uygun olmasa gerek. Hali hazırda bu konuda bir görüş birliğine varılmış değildir. Eğer ana unsurlardan biri ise, o zaman din, dil, eğitim, kültür, siyasi ve iktisadi hayattaki devlet düzenlemeleri de buna göre olmalıdır.

Biz 1989 yılına kadar Bulgaristan’da iki Ana unsurun var olduğuna inanıyoruz. Ancak 1989 yılında hakları ayaklar altına alınmış olan ana unsurlardan birisi (yani Türkler) 19 Mayıs güneşi ile prangaları sökerek isyan bayrağını çektiler. Ancak tamamen kendilerinin olan yerinden yurdundan sökülerek ülkelerinden uzaklaştırıldılar. 1989’dan günümüze sadece Türkiye’ye gidenler bir buçuk milyon civarındadır.

Böylece ana unsurlardan biri, etkisiz hale getirilmeye çalışıldı ve büyük ölçüde zayıflatıldı. Sanırız bu tür çözümler Balkanlar’da gelenek halini almıştır. Kendini güçlü gören diğerini yok etmek için elinden geleni yapmaktadır.

Bu nedenle bizim için önemli olan Bulgaristan’daki bu mozaik bozulmadan, herkesin doğup büyüdüğü bu topraklarda karşılıklı hoşgörü ve güven içinde yaşamasıdır. Bu durumda her topluluk kendini ifade edebilme imkânı bulacak, dil, din ve törelerini yaşatabilecektir.

Bu konuda uzlaşma sağlanmadığı taktirde sürtüşmeler sürüp gidecektir ve gelecekte daha vahim boyutlara ulaşması da kaçınılmaz olacaktır. Sonunda da diyorum ki Mevlana gibi olalım, herkese olduğu gibi saygı gösterelim, hoşgörü ile davranalım. “Ne olursan ol olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.” Tanrı Türk milletini korusun ve yüceltsin.

Türk toplumunu bir an önce bilinçlendirmek, aydınlatmak. Genç nesilden liderler yetiştirmek gerekir.

 

Prof.Dr.Hayati Durmaz
BULTÜRK Derneği
Genel Başkanı

01.01.2005

Yazar