İsmini çok duymuştum ama kendisiyle tanışmak, İstanbul’daki TÜYAP kitap fuarında nasip oldu. Birbirimize kitaplarımızı imzalayabilecek kadar kısa bir zaman görüşmemize rağmen, kırk yıllık dost gibi davranışlarıyla bende derin izler bıraktı. Daha sonra yazdığı kitaplardan tanımaya başladım Rafet Ulutürk’ü.

Kırcaali’nin Köseler köyünde dünyaya gelmiş, üç çocuklu bir ailenin oğlu. Her köy çocuğu gibi, yazları kırda bayırda ailesine yardım etmekle geçer, sekizinci sınıfı bitirene kadar. Lise çağına gelince, sabahları binbir çiçek kokularıyla uyandığı köyünden ayrılır ve Kırcaali’nin kucağına düşer. Artık çocukluk çağından çıkmış ve bir delikanlı olarak, etrafında olan biten her şeyi daha net görmeye başlamıştır.

Onun gönül terazisi, daha küçük yaşlarından beri, adaletsizliği sona erdirmekti. Bulgaristan Türklerinin ikinci sınıf muamele görmelerine katlanamıyor, okulda, çok sevdiği ana dilini okuyamıyordu. Bir Türk çocuğu ne kadar başarılı olursa olsun, Bulgar asıllı çocukların ulaştıkları zirvelere asla kavuşamaması, onun körpe kalbini incitiyor ve yaralıyordu. Adalet ve özgürlük, her insanın hakkı olmasına rağmen, sadece sözlerde kalması, içinde kanayan derin yaraları depreştiriyordu.

Daha o günlerde yazmaya başlamıştı yarınların hikâyelerini. Kaleme aldıklarını, kimseyle paylaşmasa bile, geceleri defterleri açıp, tekrar tekrar gözden geçirirdi ve geleceğimiz için güzel hayallere dalıyordu.

Biraz geç gelmişti sanki bu dünyaya. Türk basının yasaklara uğradığı, Türkçenin can çekiştiği günlerde yetişmesi şanssızlığın en koyusuydu. En güzel şekilde yaşanacak gençlik yılları bile onun kafasındaki memleket meselelerini silememişti.

Lise yılları sona erince, sıra vatan borcunu ödemeye gelmişti. Askerlikten sonra Filibe’deki Vakıf Müdürlüğü’nde işe başladı ve içinde bir türlü susmayan isyan dalgaları günden güne büyüyen bir ateş topuna dönüşüyordu. Türk toplumunun önüne çekilen setlerin önünde eğilen değil, onları tek tek yıkan ve bertaraf eden olmaya niyetliydi kendisi.

Bu gün sahip olduğu düşüncelerini, bir toplum mühendisi gibi, daha gençlik yıllarında umutlarının bir parçası haline getirmişti. Gün geldi, duygularını kimi arkadaşlarıyla paylaştı. Kimi siyasi partilerin yanında bulundu ama hepsinin derdi rant kavgası olduğunu sezince onlardan da el çekti. Ona, kendisi gibi halkına adayacak cesur yürekler ve dava arkadaşları lazımdı.

1989 yılından sonra, Bulgaristan’daki Türklerin üzerine özgürlük güneşi tam olarak doğmadı, acı dolu gözler yine gülmedi, bütün beklentiler ve umutlar askıda kaldı…

Okullarda öğrenciler yine Rusça, Fransızca vesaire yabancı diller gördüğü halde, Türk dili yasaklar zindanından bir türlü çıkamıyordu.

Yeni sistem, Türklüğü ve Türkçeyi damla damla eritmeye devam ediyordu.

Rafet Ulutürk’ün içinde yeşeren Türk ülküsü ve Türkçe aşkı dalga dalga büyüyordu. Tek bir gün bile Türkçe dersine girmemiş olmasına rağmen, kendi başına ana dilinde okumayı ve yazmayın alasını öğrendi.

Gün geldi, Bulgaristan’daki Türkler, zorunlu göçe tabii tutuldular. Evini barkını, malını mülkünü öylesine bırakıp, neredeyse yalınayak Anavatan yollarına düştü yüzbinlerce insan.

Bu zorunlu yola herkes bin bir umut ve tereddütle düşmüş olsa da, Rafet’in yüreği bayağı ferahlamıştı, çünkü artık ülküsünü özgürce pekiştirecekti ve ait olduğu toplumuna daha yararlı olabilecekti.

İstanbul’a yerleşir yerleşmez, kendisi gibi olan fikirdeşleri ile bir araya gelerek memlekette yarım bıraktığı hayallerinin tohumlarını, burada hiç bir engelsiz şekilde büyütüp yeşerteceklerdi.

Uzun uğraşlar, sabahlara zor bağlanan geceler ve emekler sonunda Bultürk göçmen derneği’ni kurdular. Onun hemen arkasından aynı isimde gazete çıkardılar. Bir de stratejik araştırma merkezi kurdular.

Böylece, Rafet Ulutürk, gece gündüz demeden, bir yandan dernek etkinliklerini organize ediyor, diğer yandan gazeteyi çıkarıyor ve kitaplar yazıyordu. Şimdiye kadar belgesel niteliğinde 2 araştırma kitabı yazmış, her ikisi bin sayfaya yakın. İlgi duyanlar için, bu kitapların isimlerini de veriyorum: “Türk Dünyası’nde bir Bulgaristan Türkü ( 50 yıllık mücadele )” ve ” Bulgaristan Türkleri Kimlik mücadelesi. ” Ayrıca bizim toplumu ilgilendiren yüzlerce köşe yazısını, çeşitli dergi ve gazetelere verdiği röportajları henüz kitaplaştırmamış, çünkü her şey maddiyata dayanmakta.( Göçmen kökenli holding ve şirket sahiplerine duyurulur…)

Sevgili okur, sizlere kısacası dernekçi ve gazeteci – yazar Rafet Ulutürk’ü tanıtmaya çalıştım, kendisi yazın dünyamızda yeni bir isim sayılır, fakat ben onu çok takdir ediyorum, çünkü kendisi örnek teşkil edilecek bir şahsiyet.

Bulgaristan Türk toplumunu temsilen, belki de, 1000 fazla eli kalem tutan yazar, şair ve aydınımız var, fakat bunlar toplum yararına seslerini duyurmakta çok acizler ve yetersiz kalmaktalar. Belki de, bizim gibi toplumumuzun konularını durmadan irdeleyenleri, kendi kurdukları kum kulelerinden küçümsüyor da olabilirler…

Sonuçta, rehavete kapılmış kum kulesi sakinlerine değil, toplumu sürekli aydınlatacak ve yol gösterecek gerçek yazar, gazeteci ve aydınlara ihtiyacımız bulunmakta.

Gerisi yalandır… 

Alıntı: https://misyongazetesi.com/yazi/firdevs-buyukates/sabahlara-zor-baglanan-geceler-ve-emekler/107/?fbclid=IwAR1rmPnCRrlfWc9MgIWn2e9jROYZmH60n39PonwH_3XjgWKLRZu0SZYo-pU

Yazar