10 Kasım 1938, Türk milletinin tarihinde derin bir boşluk bırakmış, tüm dünya için bir dönüm noktası olmuş bir gündür. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikal ettiği gün, sadece onun yakın çevresinde derin bir üzüntü yaratmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni siyasi döneminin de başlangıcını işaret etmiştir. Ancak, bu geçişin arka planında yaşananlar, bir yandan duygu yüklü bir hüzün taşırken, diğer yandan politik soğukluk ve çaresizliği gözler önüne sermektedir.

Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra, Dolmabahçe Sarayı’nda yaşananlar, o dönemin siyasi iklimini ve devletin nasıl bir hızla yeni döneme geçtiğini gösteren çarpıcı bir tablodur. Birçok kişi için, Atatürk’ün kaybı büyük bir duygusal çöküntü yaratırken, Saray’da sessizlik hâkimdir. Zira, o dönemin siyasi figürleri, dolayısıyla devletin üst kadroları, bir yanda ölümün getirdiği hüznü yaşarken, diğer yanda Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve hükümet kurulumu gibi politik meselelerle meşguldür. Dolmabahçe Sarayı, Atatürk’ün son anlarının geçtiği yer olmasına rağmen, bu huzursuz dönemde adeta terkedilmiş gibidir.

Kılıç Ali’nin anılarında yer alan bu acı manzara, hem bireysel trajediyi hem de toplumsal çöküşü yansıtır. Atatürk’ün ölümünden sonra, yalnızca birkaç yakın arkadaş ve dostu sarayda kalmış, acıyı paylaşan ve devletin geleceğini konuşan bir ortamdan uzaklaşmışlardır. Bu yalnızlık, onların kalbinde, özellikle de o dönemin önemli ismi Salih Bozok’un yaşadığı dramda, derin bir ıstıraba dönüşmüştür. Salih Bozok’un intihar girişimi, sadece bir insanın acılarla baş edemeyişini değil, aynı zamanda o dönemdeki bazı devlet adamlarının içsel boşluğunu ve siyasi belirsizliği de simgeler.

Atatürk’ün ölüm döşeğindeki durumu, hiç şüphesiz çok derin bir anlam taşır. Çenesi bağlanmış bir şekilde yatarken, bir zamanlar tüm dünyaya meydan okuyan bu büyük liderin vücudu, sessizce hayata veda ederken, dışarıdaki dünyada dönen politik hesaplar ve çıkarlar hız kesmeden devam ediyordu. Atatürk’ün cenaze hazırlıkları sırasında ortaya çıkan çelişki, bir yanda Atatürk’ün kaybı karşısında duyulan samimi saygı, diğer yanda ise siyasetin acımasız yüzünü gözler önüne seriyordu.

Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yeni hükümetin kurulması, Atatürk’ün ardından gelen siyasi boşluğun ne kadar hızlı doldurulmak istendiğini gösteriyordu. Hükümetin yeni kadroları, Atatürk’ün ölümünden sadece birkaç saat sonra sahneye çıkmış, bu tarihi geçişin gerektirdiği tüm sorumlulukları bir an önce devralmak için harekete geçmişlerdi. Bu süreçte Atatürk’ün cenazesi, öncelikle bir devlet işi olarak görülmüş ve tören hazırlıkları ancak başlatılabilmiştir.

Bununla birlikte, Cemil Cahit Paşa gibi isimler, Atatürk’ün naaşına büyük bir özen göstererek, cenaze törenine saygı göstermek adına büyük gayret sarf etmişlerdir. Ancak, tüm bu çabalar bir anlamda, geçmişin yükü ile yeni dönemin hesapları arasında sıkışıp kalmıştır. Atatürk’ün yokluğu, Türkiye için çok büyük bir boşluk bırakmıştır, ancak bu boşluk daha çok toplumsal değil, siyasi ve idari düzeyde hissedilmiştir.

Dolmabahçe Sarayı’ndaki o hüzünlü ve sessiz gün, Atatürk’ün arkasında bıraktığı mirasa saygı gösterilmesinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatırken, aynı zamanda bu tür geçiş dönemlerinde yaşanabilecek politik soğukluğu da gözler önüne sermektedir. Bu süreç, Atatürk’ün ölümünün ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini şekillendirecek olan yeni liderlerin önündeki büyük sorumluluğu da simgeliyordu.

Bugün, Atatürk’ün ölümünün üzerinden 86 yıl geçmiş olsa da, o dönemde yaşananlar hala tarihe düşülen önemli bir not olarak karşımızda duruyor. Atatürk’ün kaybı, sadece bir insanın kaybı değil, bir devletin temel felsefesine de bir meydan okumadır. Ancak o günkü durum, Atatürk’ün hayatı boyunca bizlere öğrettiği bir gerçeği tekrar hatırlatmaktadır: Türkiye Cumhuriyeti, her dönemde ve her koşulda, halkıyla birlikte var olacak, milletin egemenliğiyle güçlenecek bir devlettir.


Bu yazıda, Atatürk’ün ölümünün ardından yaşanan hem duygusal hem de siyasi boşlukları farklı bir açıdan ele alarak, bu tarihi olayın ardındaki toplumsal ve siyasi derinliği vurgulamaya çalıştım.

Yazar