Sofya’da 120 yıllık geçmişi olan “Valil Levski Heykeli”nden bazı kabzaların çalınıp kesilerek kilosu 6 levadan alıcı bulması, ulusal değer simgelerinin, hurda fiyatından pazara sürüldüğünü kanıtladı. Gece karanlığında fleksle kesilen ganimet kırka kıyılmış bulundu.

Bulgar polisi bu hırsızlıktan kimseyi tutuklamadı. Bilinmeyen biri hakkında soruşturma da açmadı, çünkü Şubat ayında havanın sertleşeceğini bilen Çingenelerin, bir aylık ceza alıp, kaloriferi yanan ve günde 2 öğün yemeği garantili koğuşta yatmayı tercih ettiklerinden haberdar.

Levski hırsızlığa kesin karşı olan bir devrimciydi. Daha sonra kendisini ele veren, komite işlerinde yardımcısı Dimitar Obçi’yi “Araba Konak” soygunu yapmaması için uyarmıştı.

Anıtı bir asırdan uzun ayakta durdu. Üzerine konan kuşlardan başka kimse onu pisletilip kirletilmedi. Karda kışta gururlanmadan gökyüzüne bakan ve sıradan bir insanın son derece anlamlı davasını ebedileştiren bu esere de artık el kaldırıldı. Bu olay, kafası çalışanları düşündürdü.

Bizde, Geçiş Dönemi’nde bir anıtkabir yıkıldı. Büstler, yıldızlar, armalar söküldü kaldırıldı. Levski’ye el kaldıranların tarihten haberleri yok. AB istatistiklerine göre, hemşerilerimizden yarısı okudukları metni anlayamıyor. Kulaktan işitiğinde ise, 6 sözden uzun cümledeki konuya yabancı kalıyor.

Şu anıtlar konusunda olaylar o denli karışık ki, Plevne köylerinden birinde HÖH partisinden seçilen muhtar 2013’te T. Jivkov’a anıt dikti. Onun, Müslümanların adlarını değiştirmesi,  camilerini kapatması, sanki artık kimsenin umurunda değil. Her şeyde vurdumduymaz olduk. Birçoğunda zaten olmayan hafıza nüvesi iyice pıhtılaştı. Kimlik ve ahlak-adalet belirleyen tarihsel olayların politik, ideolojik ve moral anlamı, ekmek arası iki köfteyle çarpıtılabilen bir ülkede yaşıyoruz. Artık en zor iş bilinç taşıyıp insanlara aşılamak oldu.

Bu arada, Levski’ye dil uzatmak, biz Türkler için yenir yutulur bir şey değildir.

Bizim için Vasil Levski, haydutluyla ün salmış bir halkın haydut olmayan şerefli evladıdır.

Bizim için Vasil Levski, ulusal bir eksiklik olan, egoizm ile insan düşmanlığından Sultan despotizmine karşı güç alacağına Türk komşularını hor görenlerin can düşmanı olan bir Bulgar kahramandı. Onun için Türkler onu en az Bulgarlar kadar sevmiştir.

Bizim için Vasil Levski, ofis odalarındaki altın çerçeveden baktıkça, yürekleri ağza getiren,  modern hırsız, soyguncu, dolandırıcı, rüşvetçi, milletvekili, politikacı ve hatta bakan ve başbakanların uykusunu kaçıran büyük ulusal adalet simgesidir.

Bizim için Vasil Levki, hayatını adadığı kutsal Cumhuriyette, Bulgar halkı ile birlikte yaşayacak etnik halk topluluklarını sıraladığı notlarında, ilk sıraya Türkleri koyandır.

Tabii kabul etmek durumundayız. Bu dünyada değişmeyen, aşınmayan bir şey yoktur. Onun kutsal davası da büyük bir taş gibidir. Ne kadar tepiştirilir, yeri ne kadar değiştirilirse, o kadar ufalanır. Yalnız şekil olarak değil, özü de değişiklik görür yani evrim yasallığına tabidir. Bir asır değişmeyen gökyüzüne hep aynı mağdurlukla bakan bir tek heykeliydi, artık o da elsiz kolsuz kaldı.

Sofya’daki bu anıtta yeni bir uygarlık havası vardı. Geçen ay kesilip kıyılmasaydı, belki o da git gide unutulacak, kör bir mimarın şehir düzenleme planlarına çarpacak, ziyaretçileri birer ikişer hep azalacaktı. Kahramanın yaşam öyküsünü ve davasını anlatan yeni kitaplar çıkmadığı gibi…

Fikrimizi daha açık sunmak için daha net bir karşılaştırma da yapabiliriz. Son dönem Kültür Bakanıyken sinekkaydı tıraşla gezen, yıldönümlerinde aynı heykel karşısına dikilip vicdana hitap eden sözlerle tüyleri diken diken eden Vejdi Raşidov, bugün artık şekle önem vermez oldu. Meclise saçı sakalı bakımsız geliyor. Aklında dolaşan bir dalavere var.Vitoşa eteklerindeki evini satıp, İspanya sahillerine yerleşmek. O zaman çok sevdiği ve heykelini New York’ka diktiği Levski kime ne neyine lazım olacak ki? Adam gidici. Benden sonrası kıyamet, diyor.

Kendini adalet havarisi yapıp, bir ara Levski’ye benzeten, Ahmet de, saraya kapandı. Bazı insanların mahkeme kararını beklemeden kendilerini bir yerlere hapsetmesi, bilinç sorunu mu, ruh hastalığı mı yoksa hurdalaştıklarını gönüllü olarak kabul mu ediyorlar? Kendi kendini hapseden birini anlatan bir kitap okumadım. İhanetleriyle başımıza o kadar çok şeyler getirdiler ki, Ahmet’in zindanı kendi seçmesine şaşmıyorum. Zaten Bulgar’da bir defa hapse giren, her zaman bir daha girebilir.

Lütfü de değişmiş, artık Levski’den söz etmiyor. Diline yeni yöneticiler tarafından öldürülen “Biracı Mişo’yu” dolamış. Tütüncüler isyanda, ama adam tütün tarlasından çıkalı çok oldu. Hayat zenginlere her gün bayram. Onlar istedikleri maskeyi taksın, istediklerince değişedursun, biz Levski’yi korumalıyız. Politik rüzgârlardan aşınmasına kanat germeliyiz. Çünkü o da değişirse, bize bu diyar, bir daha dar gelir.

Levski davası, heykelinden çalınan parçalar gibi hurdaya çıkarıldığı gün bize yine yol görünür. Yaptıkları yanlarına kalsın! Tarih çarpıtılıyor, varsın ters yüz gösterenlerin yanına kalsın! Biz doğru bildiğimizden şaşmayalım.

T. C.’deki görmüş geçirmiş soydaşlarımız, çekenler arasında en fazla ezilmiş olanlarımız, 32 soydaş derneği Bulgar’daki“DC” DOSYALARIN YAKILMASINI ÖNERDİ. Bu büyük bir olgunluk, politik kemal ve yüce gönüllülük ifadesidir. Teklif olumlu yankı uyandırdı.

Yeni bir akil adım atılmadan Bulgaristan toplumunda bütünlük sağlanamaz,  yeni bir UYANIŞ ÇAĞI yaşanamaz, “sen şusun ben buyum” derdi, hepimizi götürür.

Heykelden kesilen ve ufaltılan parçalar, toplumumuzun bugünkü dağılmış dökülmüş durumuna benzetildi. Nasıl birleşebiliriz sorusu doğdu. Parça birleştiren yapıştırıcı arandı. Bir daha Levski’ye dönebilsek, “Biz kölelik yaşadık” demeden nefes alamayanların işi zorlaşacak. Tarih basamaklarını arşınlarken kölelik devrini atlamış olan Osmanlı doğru dürüst öğretilse, ırkçı ateşe çakmak bulunamaz. “Muhteşem Yüzyıl” izlerken “hadi şerefe” deyenlerin büyük bir imparatorluktan geliyoruz heyecanı artık etrafı sarıyor.

Gündemde olan İkinci Uyanış Devridir. Belki bu defa topluca resim çektirmemize razı olurlar. Derin bir dönüşüm yapmak için, uyanışa satır bıçaksız, kalkan kılıçsız, top tüfeksiz kâğıt kalemle, göz kaş yarmayan elektronik iletişimle açılmaya hazırlanırken adeta mutluyum.

Önce sorumluluk ve adalet:

Eğer biz bugün dört mevsim yaşayan suyu, gülü, balı bol şu güzelim Vatan’da sefil ve nesli tükenenlerin hayal kırıklığını yaşıyorsak, sebepler arasında baş sebeb sorumluluklarımızı unutmuş veya yitirmiş olmamızdır. Sorumlu olmayı bilmeyen bir kişi bolluk içinde acından ölür. Levski’yi Levski yapan, devrim davası için halktan topladığı son kuruşu cebinde taşıdığı defterine kaydetmiş, hesaplamış ve tutumlu harcamış olmasıdır. Biz soyulup talan edilirken çöken bir ülkede yaşıyoruz. Eski Cumhurbaşkanı G.Parvanov görevinden 300 000 000 (üç yüz milyon) levayla ayrıldı. Yardımcısı Angel Marin, 468 ağır cezalı mahkûmu serbest bıraktı. Bir imza için kaç milyon aldığı henüz açıklanmadı. Eski Başbakan B.Borisov birkaç senede öyle palazlandı ki, Bulgar ulusunun en zenginlerinden oldu. Doğru da, Levski’nin şu sözleri onların tüm paralarından daha değerli değil mi? “Devlet yönetimine okumuş hırsız değil, halk arasından gelen adil ve bilge kişiler gerek!”

Ne yazık ki, egemen olan “devletin malı deniz yemeyen domuz!” mantığıdır. Bizde balık hep baştan koktu. Bugün adalet, ahlak, sorumluluk konularında işler Arap saçı gibi, genç politikacılar eskilere hapishane parmaklıklarını göstermeye başladı.

Gündemde olan yeni bir uyanışla Levski ruhunu yeniden donatıp yaşatabilmek mi?

Yeni başlangıçta temel yine Levski olmalıdır derken, BU VATAN HEPİMİZİNDİR ANLAYIŞI EBEDİ KALMALIDIR. Bizim için esasın esası buysa, ana temelde ne olmalıdır? A) Bulgar kültür kaynakları, B) Ortak geçmişimizden değerler,  C) AB kültürel ortaklığı, D) Balkan kültür ve medeniyetindeki farklılıkların oluşturduğu değerler buketi temel veya hepsi mi? Büyük sorun budur. Hele şu, “Kilosu 6 Leva” –  gibi değer sıfırlaması sizi düşündürmedi mi? Anıt bile olsa, Levski kesilip kıyılırsa, biz ne oluruz, demediniz mi?

A)    Bulgar kültür kaynakları ortak birlikteliğimize temel olacaksa, XVIII yüzyılda ulusal

uyanışın romantik yurtseverlik şeklinde mayalandığını hatırlatalım. Bulgar uyanışı Rumların kültürel egemenliğine karşıdır. Bizi ötelemeyen Romantik yurtseverlikte bugün anakent sokaklarını dolduran, küçük ekrandan inmeyen ırkçı söylev yoktu. Bu açıdan Levski’ye de dönülürken ırkçı zihniyetin temizlenmesi, faşizmin ve ırkçılığı her çeşidini yasaklayan yasalar çıkarılması, faşizan hortlamanın kesin yasaklanması birlikte olmamızın ana koşulu olmalıdır. Olmamış olaylar üzerinden tarih yazılmasına kesinlikle karşıyız. AB istemlerine uyarak, tarihte toplulukları birbirine düşüren şiddet olaylarının, sanat eserlerinin ve söylevin arka plana alında taraftarıyız. Bu açıdan, gizli servis “DC” dosyaların yakılması isteğini alkışlıyoruz. Müslümanları eritme politikası faşistlerin ve totaliter rejimin işidir. Levski’nin ulusal devrim teorisinde böyle bir çılgınlık yoktur. O, etnikleri ulusal bütünlüğe ve kardeşliğe çağırmıştır.  Bugünün sapığı, aşırı milliyetçi ve ırkçı V.Siderov Bulgar ulusunun yüzkarasıdır. Demokrasi ortamında sapık davranışlarıyla hiçbir yere gidilemez. Bu konularda L. Mestan ince hesap yapıp susmasın!

B)    Ortak geçmişimizden, 600 yıllık iyi komşuluğumuzdan, karşılıklı hoşgörülü yaşamdan

örneklerle temellenmiş yeni bir yaşam düzeni oturtmalıyız. AB bizi farklılıkları bütünleştirebilmiş bir halk olarak kabul etmelidir. Hiç kimsenin hakkı yenmeden bunalımdan çıkıp ortak yol bulunmalıdır. Vatan tarihi etkileşimlerin bütünüdür. Kimse hor görülmeyi hak etmemiştir. Adaletin taht kurduğu yerde kavga olmaz.

Hele şu, “Kilosu 6 Leva” –  gibi ulusal olanda değer sıfırlaması sizi düşündürmedi

mi? Levski kesilip kıyılırsa, biz ne oluruz, ortak değerlerimiz nasıl ayakta kalır,

demediniz mi? Bu zihniyet, insanı hiçleyen bilinçsizlik yüzünden sürüler halinde ve

defalarca kovulmadık mı! Ortak bir değer olan adaletin, Vatanın herkes için kutsal olduğu

anlayış ve hukuku hakim olsaydı, malımıza mülkümüze el konabilir miydi?

Mahkeme kararlarına rağmen, camilerimizi bugün de geri alamayan biz değil miyiz!

Karlovo “Kurşun Camii” çatısından yarın kesilecek kurşun “hurdaları” kilosu 6 levadan

satmayacaklarına kim garanti verebilir! Yarın ne icat edeceklerini kim bilebilir?

Hukuk ve adaletin egemen olacağı bir Vatanda mücahit olmaya hazırız.

C)    Avrupa Birliği kültürel ortaklığı bizi aynı uygarlıkta bütünleştirebilir. Bu

Kültürün temellerini oluşturan evrensel insan haklarının kayıtsız koşulsuz hakimiyetini

tamamen destekliyoruz. Fakat AB kültünün temellerinin klasik Yunan kültürüne

dayandığını hatırlatırken, o zamanlara da çalmanın, kapmanın, yemenin sınırını bilmeyenler

olduğundan size ibret verici bir efsane anlatmak istiyorum:

Kadim Rumların “pleoneksiya” sözü bizim dilimizde olmayan bir sözdür. Bu, başkasının

olanı almak, her şeye sahip olmayı isteme anlamına gelen sağlıksız bir adalet durumunu

yansıtan bir sözdür. İnsanoğlunun bütün dünya nimetlerini yalnız kendi ince ve kalın

bağırsağından geçirme isteği insanlık kadar eskidir. Bizim HÖH liderlerinin Türk ve

Pomakların tüm geçmişine ve geleceğine el koymaları var ya, öyle bir şey işte. Bunun bizdeki karşılığı aç gözlülük ya da doyumsuzluktur.

İşte böyle bir ortamda, tatminsiz biri olan Çar Midas “dokunduğum şey altın olsun

dediğinde başına gelecekleri bilmiyor tabii, ki ısrar edince isteği, Efendiler Tanrı Dionisiy ricasını yerine getirilmiş. Sonunda, Çar Midas’ın dokunduğu her şey altın olmuş. Altın yenmediğini önceden düşünmeyen Çar Midas, acından ölmüş. Çarın o sihirli günden sonra hiçbir şey yiyemeyeceğini anlayınca, nasıl bir şok geçirdiğini siz de getirin göz önüne ve bizim oligarşi kodamanlarını düşünün: Avrupa Birliği “Yeter Yediğiniz!” derse, Vay canlarına. Bu ayın 15-inde AB Başkanlığı Yunanistan’a geçti. Ne yapacakları belli olmaz.

 

D) Balkan kültür ve medeniyetindeki farklılıkların oluşturduğu değerler buketi temel alınsa bu iş çok daha iyi olur kanısındayım. Çünkü aynı topraklarda yetiştik, komşu komşunun külüne kaç defa muhtaç olduk. Tabii burada da, hangi Çar senin hangi han benim kavgaları bitmedi. Yani dikilen ve bir işe yaramayan atlı anıtlar binalardan yüksek. Ne ki, biz bu Yarımadada son milenyumda 200–300 yıl kesintisiz barış içinde birlikte yaşamışız. Bu asla hurda olmayacak yüce bir değerdir. Bu uzun barışın topraklarımızda çok izleri var onları yaşatmak boyun borcumuzdur. Şimdiki bu durumu başka bir örnekle anlatırsak, bizde, birçok aile çocuklarını okula göndermeden evde eğitip okutmaya başladı. Bu yeni eğitim biçimi, yürürlükteki yasallara uymuyor. Yasalarımızda bilgi değil evrak esastır. Ev eğitimli ilk üniversite adayları sınavda bütün ödevleri başarılı çözdü, ama onların lise diploması olmadığından elendiler. Bizim üniversitelere kayıt yaptıramayanları Kem briç, Okswort, Humbold Üniversiteleri kapıyor. Durum bu, yapacak bir şey yok. Gönül ister ki, evlerde verilen eğitim kültüründe Levski’nin insan kardeşliği, tarihten gelen karşılıklı hoşgörü, bu dünyanın senin benim değil, hepimizin olduğu ve adil bir uygarlık değerlerinin hurdalaşmayacağı fikirler vardır. Dünya değişiyor ve sabit olan “bir kilo hurdanın fiyatı 6 levadır,” şimdilik böyle, fakat İş Allah bu da değişir.

Yazar