Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memleketin birinde bir uçurtma varmış, göklerde salma salma uçar, bulutlarla yarışırmış.
Günlerden bir gün yine böyle göklerde uçarken aşağıya bakmış; yerde çalıdan çalıya uçan bir kelebek görmüş. Göklerden bağırmış;
“Hey, kelebek! Bana bak bana, bak nasıl göklerde kuşlar gibi uçuyorum. Tıpkı kuşlar gibi, değil mi? Bulutlar bile benim kadar yükseklere çıkamıyor. Seni buradan öyle küçük görüyorum ki, anlatarnam. Mini minnacıksın. Ah, bana bakıp kim bilir beni ne kadar kıskanıyorsundur, değil mi?”
Kelebek kanat açmış, gördüğü soylu bir papatyaya doğru uçarken; “Seni kıskanmak mı, ben mi?” diye sormuş. “Hiç işim gücüm
yoktu da seni kıskanacaktım, öyle mi? Senin kıskanılacak bir yanın yok ki. Ben olsam senin yerinde, övüneceğime dövünürüm.”
“Allah Allah!” demiş uçurtma. “Bu da nereden çıktı şimdi?
Niçin dövünmeliymişim?”
“Haline bak bir” demiş kelebek. “İple bağlısın. İp seni nereye çekerse, sen oraya gidiyorsun. İp seni nereye uçurursa, sen oraya uçuyorsun. Bu mu övünmelere değer yani? Gerçi senin kadar yükseklere çıkamıyorum, doğru ama hiç değilse gönlümün dilediği yerden, dilediğim yere uçuyorum ya, ona bak sen.
Çünkü ben özgürüm, özgür doğdum, özgür öleceğim. Senin gibi bir ipin bağımlılığında değil. Var sen o bağımlılığınla istediğin kadar sevin, istediğin kadar övün!”
(Türk Masalı)