Bizim kazlar avlu kapısından çıkıp dereye doğru yürümeye üşendiklerinde harman kenarından havalanıp uçarken zevk alırdı. Bir gün bizim harmanla dere arasındaki yamaca elektrik direkleri dikildi. Yüksek gerilim telleri gerildi. Teller kazların dört beş kanat çırpmakla erişebildikleri yükseklikteydi. Telaşa düştük ve aklımızdan geçen, laf anlamayan kazların tellere çarpıp telef olma ihtimaliydi. Ciğeri, eti, tüyleri, hatta ayakları ve gagaları para eden bu evcil kuşları kaybetme korkusu bacayı sardı. Çözüm arayanların çaresizliği yüzlerine vurdu. Endişelenmeyense kazların kendileriydi.
Avlu kapısından çıkmalarıyla başlayan sabah yürüyüşünde düzen vardı. Tavuklar gibi gak gık kok kup yapıp, sağa sola saldırıp koşuşmuyorlardı. Harmanda toplanmayı hürriyete kavuşma gibi algılamadıkları da belliydi. Belirli aralarla devamlı sağa sol yapan yüzlerine bakıldığında ne istediklerini anlamak zordu. Kaz sürüsü ne kadar kalabalık olursa olsun, sefer sırası düzülürken başı çeken hep bir erkek kaz yani “kazaskerdi.” Dediği dedik olan kazlar başını öteki kazlardan ayıran, sürüde başı tutması, yerini bilmesi, saygı görmesi ve ilk adımını o atmadan sürüdekilerden hiçbirini avlu kapısına yönelmemesiydi. O sanki kazaskerdi. İzince yürüyüşe çıkanlar yana sıra olur, ön sırada yer alan kıdemliler gururlu ve ağır basardı. Hiç biri boşboğazlık edip baştakilerin önüne geçmeye çalışmazdı. Bizim kazlar askeri eğitim görmüş gibiydi. Avlu kapısından çıkışları resmi geçiş törenini andırıyordu. Bu törende bando yoktu. Kaz başı belirli aralarla “vak vak” dediğinde değişen bir şeyler oluyordu. Harmanın tam ortasında dere istikametine dönmek için sol yapılması gerektiğini hepsi bilseler de, acemi bir yayanın yeşil ışıkta geçmezden önce sağa sola baktığı gibi baş sallayanlar, kaz başı üç kez “vak vak vak” deyince yön değiştirirdi.
Harmanın tam kenarına geldiklerinde ise kulağa gelen yeni “vak vak” sanki onlara “pisteki yerini al” emriydi. Emri veren kaz başı o an başını yukarıya diker ve sürü kendi halinde beklemeye girerdi. İşini gücünü bırakıp onu izleyen biri olsa, “nem oranını ölçüyor, rüzgâr yönünü tespit ediyor ya da havadaki kokuda yağmur mu yoksa kar mı var,” onu tespit ediyor, diye düşünebilirdi.
Havadaki nem oranı kazlar için çok önemlidir. Bu tesiri yaşamamak için yaban kazların bulutların üzerinden uçtuğunu bilirsiniz. Hele yavruların 16. gününü doldurmadan yağmurda ıslanmaları istisnasız hepsi için ölümcüldür. Kaz çiftlikleri bu yüzden sundurmalıdır. Onlar su seven varlıklar olsa da, doğum tüylerini dökmeden yağmura dayanamazlar.
Havayı koklama işi bittiğinde, ardından bir “vak vaaak” gelir ve bunun anlamı belki de, isterseniz sırayı bozabilirsinizdir. Bu emir onları mobilize ederken, önde sırada olanlar silkinip koşmaya ve bir iki sıçramadan sonra harman kenarında kanat açıp boyunlarını alabildiğine uzatarak ve uçacakları yönü her defasında aynı şekilde bir pusula imgesi gibi belirleyen gagalarıyla göle yönelirlerdi. Onlar hep aynı hızla, aynı noktadan kalkıp göl kenarındaki yaylaya yumuşak iniş yapıyorlardı. Havalanırken ve konarken çıkardıkları sesler farklıydı. Birbirlerine “hadi sende” dermiş gibi havalara giriyorlardı.
Bir aile olarak biz günlük işlerimizi kazların yaşam tarzına uydurmak zorundaydık. Avluda yiyip içmeyi sevseler de, zevk aldıkları yer gölbaşıydı. Yumurtalarını sundurmadaki pogluklara, sandık içine koyduğumuz samanların üstüne bırakıp daha rahat uçacaklarına, iri yumurtaları hep sultan otları arasından toplardık. Yumurtlayanların vakları bir başka, sanki daha neşeliydi ve erkek kazlar “can sıktınız” demeden kesilmezdi.
Yumurtlama işinde de bir sıra olduğunu sanıyorum, çünkü yumurtaları küme küme buluyordum.
Neredeyse aynı büyüklükte olan yumurtaları toplayıp sepete usulca dizerken aralarına pamuk bez koyulurdu. Yumurtaların sepete girdiğini hisseden dişi kazlar bir havalara girerken, erkekler tıslıyor, hırsıza karşı hücuma geçmeye hazırız havasına girip boğazlarını top namlusu gibi öne uzatıyor, ama kaz başından izin gelmeden saldırmıyorlardı. Kolumda sepetle onlara yaklaşırken ya da yanlarından uzaklaşırken üzerime saldırdıklarını hatırlamıyorum. Bir kez komşu köyden Hasan gelmişti. Ona sert saldırdılar. “Durun!”, “Yapmayın!” desem de laftan anlamadıklarından aldırış etmediler. Ammansızlıklarını daha önce görmemiştim. Saldırı esnasında hepsi tısladı. Kanatlarını sonuna kadar açıp tam yerden kopuş hali aldıklarında öne yumuldular ve dünya atletizm krosçuları gibi koşmaya başladılar. Bu defa “İleri!” emri kaz başından gelmişti. Ansızın gözü dönmüşler beni Hasan’dan mı kıskanmışlardı? Saldırıya geçen alayın başında albaylar vardı. Kenarda duran ve “ilgilenmiyorum” havası vermeye çalışan kaz başının farklı “vakvaklayışı” hepsini yerine mıhladı. Durdukları yer ile korkudan dilini yutan ve koşarken pabuçsuz ayakları birbirine dolaşan Hasan’ın olduğu yer ile kazların durdukları çizgi, birbirinde epey uzaktı.
Kazların alan sınırını nasıl belirlediğini öğrenemedim. Hasan’a gözü kara dalanların stop ettiği yer sınır hattı olmalıydı. Saldırıya yürüyerek, koşarak değil, yıldırım hızıyla akarak geçen kazların düşmanla yalnız kendi alan sınırları içinde hesaplaşma kuralı, çok ilginçti.
Öykümün ana fikrinde “Tarım Kredi Fonu” kaz bakmak isteyenlere ucuz kredi veriyor, “Gidin paraları alın ve işlerinizi yoluna koyun!” gibi duyuruda bulunmak yoktur. Bu işi Rodoplar’da yapanları gördüm. Eski barajları kiralamışlar. 500 kazlı sürüler beyaz bulut gibi dolaşıyor. Kaz bakmak ince ve deneyim gerektiren bir uğraşı olduğundan bu çiftçilerimizin gelecekte büyük çiftlik sahibi olmaları doğaldır.
Kaz konusunu açmama vesile olan, bizim harmandan dereye ve yandaki göle uçan kazların yoluna çekilen yüksek gerilim hattının uyandırdığı endişedir. Taksim meydanından başka bir de uçuş pisti rolü gören harmanın kenarından havalanan ve cereyan yüklü tellere çarptıklarında telef olacaklarını sandığım kazlarımız şu an gözlerimin önündedir. İnsan ömrü gençlik yaşantılarını ve ilk umutlarını değerlendirmekle geçer deyenler haklı olabilir. Beklenen an geldi. Havalanan kazlar elektrik tellerine yaklaştığında daha önce hiç işitmediğim “VAA aK VAA aK!” tonlu bir ses geldi ve kazlar rota alçaltıp tellerin altından geçip gittiler. Öten, uçanları seyreden baş kazdı. Onun kodlu komutu harfiyen uygulandı. Dedemler, babamlar, herkes bakakaldı. Söylenecek söz kalmamıştı.
Bir gün bizim kaz başı tısladıkça tıslarken çılbırı avlumuzdaki erik ağacına bağlı “Makro” diye çağırdığımız boz eşeği fazlasıyla kızdırmış olacak ki, yeni nallanmış ökçesiyle çifte atarak, kaz başını yere serdi. O andan sonra yeni kaz başı belli olana kadar kazlar kendi aralarında bağrışıp çağrışırken ölümcül sahneler yaşandı. An geldi erkeklerin boyunları birbirine dolandı. Yemekten içmekten kesilenler oldu. Birbirlerini boğarak bayıltmaya çalışanlar, gagalaşanlar, kaz başı olma kavgası zordu.
Daha sonraki yıllarda seyrettiğim kaz göçü filmlerinde, kıtadan kıtaya uçuş esnasında sürü başı bir kaza geçirse, liderlik için havada mı dövüşecekler diye düşündüğüm oldu.
Onların ilahi kurallarında da güçler dengesi ve doğal üstünlüğü kabullenme kuralı var. Var oluş esasında bölünme, parçalanma, dağılma kuralı yok. Bir arı nasıl tek başına bal yapamıyorsa, soğuk kış gecelerinde ısınabilmek için nasıl kanat titreşimiyle ısınan yumaktan biri olmak zorundaysa, kazlar da kural bozmadan yaşamaktan zevk alır.
Şahsi görüşüme göre, insanlar için KAZ KAFALI dendiğinde anlayışsız, kavrayışsız, kafasız, budala anlaşıldığından, bu sözü kazlar için kullanmamak gerekir. Tam bir hiyerarşi içinde, general, albay ve çavuşların sağladığı nizama uyarak, korumaları ve yaşam alanı olan, uçmayı ve yüzmeyi bilen en önemlisi, söz dinleyen ve tehlike belirdiğinde komuta uyan bu kuşlar, çok akıllı hayvanlardır. Onların, hele bizim Bulgaristan’daki lider politik kliğini oluşturan kaz kafalılardan defalarca üstün nitelikleri var. Yine benim görüşüme göre, kazların baş gösteren bir tehlike, değişen durum karşısında, verdiğim örnekteki yüksek gerilim hatlarına çarpmadan rota değiştirmeleri gibi ani tepkileri, insanların jet uçaklarında biler henüz başarılı uygulamaya başladıkları erken uyarı sistemlerindeki programlardan dakik çalışması düşündürücüdür. Kazlar kaz olduğunda elektrik ve yüksek gerilim hatları olmadığından, sergiledikleri üstün davranışları değerlendirildiğinde, bu kuşlar düşünebiliyor, demek geliyor içimden…
Bir düşünürsek, arkadaşlarımın yazılarında defalarca işaret ettiği üzere, Bulgaristan’ın ekonomik, sosyal, finansal ve iş gücü bakımından çöküşü ve bu yıkılış sonuçları önceden tespit edilerek gerekli önlemlerin alınmamış olması, af edilmesinden asla söz edilemeyecek derecede büyük suçtur. AB ülkeleri arasında en fakir, en yoksul ve en sefil duruma düşmüşüz. Son 24 yıllın sonuçlarına bakıldığında, bizdeki liderlerin tümü “VAA aK VAA aK!” deyip yok oluşu önleyecek kadar akılları ve öngörüsü olmayan KAZ KAFALILARDIR.
Neden çalışmaz bunların kafaları? Çünkü kazların kendi aralarında KAZ BAŞI olma kavgasını vermeden “LİDER” olarak başımıza dikildiklerindendir. Sürü içinden gelmeyen bir kaz KAZ BAŞI olamazken, bizim başımıza kaz kafalı LİDER dikildi ve işler her gün daha da sarpa sardı. Akıl öğrenmek için KOYUN ÇOBANI olmak yetmiyor. KAZ ÇOBANI olmak gerekiyor. Çünkü bizim koyun çobanlarının hepsinden KAZ KAFALI çıktı…