Anlaşılan dosyaları açılan ajanlar arasında dosyasız ajanlık yapanlar da var.

Bir adamı ajanlığa uygundur diye belirlediklerinde, cahilliğinden, yüzsüzlüğünden, ikiyüzlülüğünden ve dönekliğinden ötürü, şubelerin kendi ajan kadrosuna almak istemediği kadrolar da var. Bazılarının da “fişi” var ama ajan dosyası yok. Örneğin HÖH Genel Başkan Yardımcısı ve halen Ulusal Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı Güner Tahir bey, fişine bakılırsa, Askeri Karşı İstihbarat ajan kadrosunda görünüyor, ama dosyası yok. Bu ajan olmak da zor işmiş aslında. İş yazıp çizmeyle bitmiyor. Bir de “fişleneceksin.”  Sonra “ajan kadrosuna” gireceksin, daha sonra ajan olarak takdir edileceksin, ulusal menfaatlerin korunmasına hizmet ettiğini umarken başında patlayan kabak, çok canını sıkacak. Bir baktın ki, ulusal çıkarlar bir gecede 180 derece değişivermiş. Sen Varşova Antlaşmasına lehinde ve NATO’ya karşı casusluk ederken, birden bire bir bakıyorsun, Varşova Parti dağılmış, Bulgaristan NATO’ya girmiş, sen de istesen de istemesen de bir ajan dosyasıyla asılmışsın kirli çamaşır ipine, işten atılmışsın, ajanlığın açıklanmış, kitaplara ve en iğrenç bildiklerinin hicvine konu olmuşsun. Kader işte… Neyse!  Diyorum ki, Bulgaristan’da dosyalar açıldı, gerçek ve sahte ayrımı yapılmaksızın tüm ispiyonlar hemen hemen belli oldu.  Kuşkusuz herkese “ispiyon” denemez, adamın işi ispiyonluksa, seninle uğraşmak falan değilse, sana zarar vermemişse, onun yüzünden hiç kimsenin kılına dokunan olmamışsa, o zaman nasıl olacak! Çünkü karşındaki süt dökmüş kendi kadar bile bozulmadan gözüne bakabiliyorsa, ona nasıl “ajan” diyebilirsin! Bir de adamın “ajanlığından” sana ne?  Bu işin pek çok ince ayrımlı olduğundan, ihbarcı, muhbir, gammazcı, hafiye, fesatçı, lanetçi, hain, casus vb. vb. isimler hep aynı meslek için icat edilirken, besbelli ki, bazı ayrıntılar vurgulanmak istenmiş olacak.

Bu cümleden olmak üzere, HÖH Genel Başkanı Kasım Dal da, 1990’da hapisten çıktıktan ve politik basamaklardan ikişer ayak birden yükselmeye başladığında, Varna HÖH İl Birinci Sekreteri görevinde iken kısa adı “DC” olan Bulgar gizli servisinden bir subayla ilişki kurdu. Hapse girip çıkan fakat “hizmet etmeye başlamadan” yerinde saymaya, köyde bir eşek bir inekle çift sürmeye devam edeceğini iyi anlayan Kasim Dal, kendini ajan olarak kabul ettirene kadar çok zahmet çekti. İhbarcılığın da çok şartı vardı, insanların arasına bir salyangoz gibi sürünerek sızmak yeterli değildi, devletin çıkarı ile çıkarına ters olanı birbirinden ayırmak kolay iş değildi. Liman şehri Varna, hele yaz aylarında baldır sallayan mayosu düştü düşecek güzellerle dolup taşarken, “şüpheliyi” bulup ihbar etmek, zor yanları anlatılacak gibi bir iş değildi. O Sofya hapishanesinde, hiçbir çıplak kadın ayağı, hele çıplak baldırlar görmeden, ayakkabı dikmeyi öğrenmişti. Prova almadan ezberindekine göre çalışma ustasıydı. Ama şimdi, şu ispiyonluk işinde, hem adamın yanına yaklaşacaksın, hem derdine ortak olup, niyetini anlayacaksın, hem de “ispiyon” olduğunu gizleyeceksin… Bu iş, Ahmet Doğan’ın “illegal mücadele” olarak anlattığı lakırdıdan çok daha karmaşık ve çetrefilli bir işti. Neyse git gide bu işi de öğrendi ve sonra çok hayır gördü. Hele Türkiye Cumhuriyeti’nin Sofya Büyükelçilerinden Büyükelçi Burcuoğulu ile işbirliği çok verimli oldu. Onun sayesinde hiçbir şey yapmadan, çok iş yaptım felsefesini benimsedi. Örneğin, seçimlerden önce Türkiye’de soydaşlarla görüşmelere gidiyor ama hiçbir toplantıda konuşmadan sıyrılıp geliyordu. İş adamlarına çok şeyler vaat ediyor, ama hiç birini yerine getirmiyordu. Önemli olan gerektiğinde doğru dürüst rapor vermekti. Kalksa birisi kendini papazdan büyük papaz yapıp işleri eşelese şikayetler ona geliyordu ve bürosunun altındaki çöp sepeti boştu. Onunla çalışan subay da adam çıktı, onu “fişlemedi”, kayda geçirmeden çalıştırdı. Sonra o da kayırsız kitapsız çalışmaya alıştı, şimdi üstüne kayıtlı ne bir daire, ne açılmış bir banka hesabı, ne bir arsa, ne de bir JEEP var. Cebi “şalvar banka” gibi, Maşallah. Yaşasın Türkiye!

 

ŞİMDİ EN ÖNEMLİ VAZİFEMİZ ARASINDA BULGARİSTAN’DA AJANLAR GÜNÜNÜN KUTLANIP KUTLANMAMASI KONUSU ÜZERİNDE ANLAŞMAMIZDIR.

BİR DE EĞER KUTLANACAKSA BU GÜNÜN ADINI KOYMAK VE TARİHİNİ BELİRLEMEKTİR.

Dahası da var, yalnız “fişli” olanlar bu bayramı kutlayabilecek mi, üstelik “tamamen kayıtsız” görev alan ajanlar bu günden yararlanabilecekler mi? Bu konuda BSP ile HÖH iktidar olsalar dahi, ulusal mutabakat henüz sağlanamadı.

 

Kuşkusuz yukarıdaki sıralamaya “ajan” ile “gönüllü yardımcı” farkı da eklenmelidir. İsterseniz bunlarla başlayalım.

Ajan” sözü Fransızcadan gelir. “Ajan, bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimsedir ve “casus” anlamındadır.

Bulgar istihbaratının kullandığı ve merkez basına “ajan” ile “gönüllü yardımcı” gibi iki kategoride yansıyan bu iki kavramdan birincisi ancak Bulgar gizli istihbarat servisine hizmet sunan “yabancılar” için kullanılır. Bulgaristan vatandaşı olup Türk, Pomak, Çingene, Yahudi, Ermeni gibi Bulgar ulusunu oluşturan ana topluluğun dışındaki başka bir etnikten olan kişiler için “ajan” denmesi, aslında çok üzücüdür. Çünkü insan kendi vatanında ajan olamaz. Dikkati çeken nokra, Bulgar gizli servisine hizmette bulunan Bulgar’a “gönüllü yardımcı” denmesidir.

Güvenlik servisi “DC” dosyalarının açılmasından sonra sıkça gündeme gelen iki dönem Cumhurbaşkanı olan Georgi Pırvanov’un kod adı olan,  “Gotse” “ajan” miydi yoksa “ajan” değil miydi, tartışması nihayet noktalandı.

Pırvanov’un aynı zamanda Devlet Güvenlik Servisi “DS” Altıncı Şubesinde de görev aldığı yani iki serviste birden çalıştığı ortaya çıkınca, olsa olsa bu durumda “ajandır”, dediler.

İhbarcılar:

İhbar etmenin olumlu ve olumsuz yanı vardır. Bir fabrika bekçisinin fabrikayı yakmak isteyenleri ele vererek, ihbar ederek, tesisi yanarak yok olmaktan kurtarması olumlu nitelikli bir bildirimdir. Olayın kötü anlamda bir ihbar olarak yargılanması doğru olmaz.

Ahmet Doğan’ın kışlada kaleme aldığı gizli bildirimlerden birinde bir Bulgar askerini ele vermesi ve buna karcı iplerini çeken subaydan, “biz daha Bulgarlara karşı bir şey yazma, biz Bulgarlarla ilgilenmiyoruz!” demesi ilginçtir. Bir Türk askerin Vatan haini olmaya hazırlanan bir Bulgar er hakkında ihbarda bulunma hakkına sahip olmaması, düşündürücüdür. Bu uyarı, A. Doğan’ın kulağına küpe olmuş olacak ki, daha sonra hak ve özgürlükçülere sızan ve “liderin” birinci yardımcılarından biri olan Hristo Biserov’un uluslar arası para aklama operasyonlarına karışmış olduğunu bilse de, onu yıllarca ihbar etmemiştir.

Pek tabii ki, gizli servise “vatan sevgisi” ve “ulusal menfaatler” adına hizmette bulunmak isteyenler için benzer bir özellik yaralayıcıdır. Vatanımız hepimizinse, hainlerle savaşmak da her yurtseverin öz ödevi olmalıdır ve bu işte etnik ve milliyet ayırımı yapılması kabul edilebilir bir husus olarak kabul edilemez. Bu bakıma, Bulgar hainleri ele vermemek yasal suçtur. Hele şimdi Bulgar ırkçı ve faşist komandoların Türklere karşı hortladığı günümüz ortamında, bu ulusu parçalara bölebilecek nitelliklidir.  “DC” subaylarının gizli ajanları yanlış yönlendirmesi ise, daha da büyük suçtur. Anlaşılan Ahmet bu özelliklerden yağ bal çıkarmanın ustası olmuş da, Kasım ne durumdadır, bilmek iyi olur.

Muhbirler:

Muhbir Arapça bir söz olup dilimizde yasa dışı olan bir durumu yetkili makamlara, bu arada gizli polise bildiren kimsedir yani ihbarcıdır. Biz, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak bugüne kadar yayınladığımız araştırma yazılarında ve yorumlarımızda, “muhbirlik yapanları” kınadık ve lanetledik. Tenkidimiz, karıncaya yol veren, Bulgarların Türkleri, tüm Müslümanları “eritme politikasına kurban olmuş” kardeşlerimizi incitmek anlamında değildi. Biz “hürmetimiz sonsuzdur”, “başımın üstünde yeriniz var” anlayışına dayanan bir kültürel var oluş biçiminin egemenlik tahtı kurduğu, küçükten büyüye yükselen saygı hiyerarşisi ve sıkı yakınlık ortamında yetiştiğimizden, aramızdan çıkacak bir muhbirin topluluk ahlakına, cemaat kurallarına yüz çevirerek, kötüleyici bilgiler sızdıracağına inanmak bile istemiyoruz. Bu açıdan, toprağı bol olsun demekle yetinmek istediğim, bilinen şairlerimizden Ömer Osman’ın kaleme aldığı romanların birinde, bir baba olan köy hocasının, hiçbir konuda muhbirlik yazısı yazmasın ve ömür boyu kulağına küpe olsun diye oğlunun parmaklarını odun kütüğü üzerinde satırla kestiğini anımsamak tamamen yeterlindir, kanısındayım.Bir ibret dersi olan bu kitap, halkımızın, insanımızın iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, namuslu ve namussuz olanı, adil ve adil olmayanı birbirinden ayırt ederek öğrenmesi, insan sarrafı olması için, devamlı düşünmesine bir uyarı olarak kaleme alınmıştır. Hatırlayacaksınız, büyük şair de ele verilmiş ve “Belene Ölüm Kampı”ndan sonra Kuzey Bulgaristan’ın Roman kasabasına sürgün edilmişti. Bu örnekte, bir vatansever olan öğretmen ve şair Ömer Osman’ı ele veren bir muhbir, bir hain, bir yüzkarasıdır. Bu gibi iğrenç hareketlerin özünde olan “çekememezlik,” “kıskançlık,” “o olacağına ben olayım,” “onda olan bende neden olmasın” gibi küçük ruhluluk, çarpıklık, yetersizlik yatar. Birçok kişi bu iğrenç hareketleri para karşılığında da yapmıştır ki, bu da “adamlığa” ve “insan şerefine” yakışmaz. Bunu yapanlar genelde suskun ve yere bakan tiplerdir. Kasım Dal örneğinde “hepsi bana hepsi bana” yüzsüzlüğünü görüyoruz. Ahmet Doğan ise, halkımızın tüm menfaatlerine oligarşiye peşkeş çekerken ve insanımızı aç bırakırken, bütün adalet ve namus sınırlarını aşan bir iğrençlik sergiledi.

Gammazcı:

Gammazlamak da aynı tip iğrenç hareketlerden olup, birinin yaptığı işi yererek, kötüleyerek, yerip çekiştirerek, kovalayarak, fitnecilik yapmaktır. Temelinde diğerlerin, tanıdığı birinin üstünlüğünü kendine yediremediği için onu kötüleyerek yerini almak için bulunulan bir harekettir. Bulgar gizli polisi “eritme sürecinde” Türkler arasında fitne yaratmaya, insanları, aileleri birbirine düşürmeye büyük önem vermişti. Bu hareketlerin temelinde, iş bilmeyeni, yeteneksiz olanı ekip şefi, ustabaşı vb. yapma ve diğerleri kıskandırma taktiği uygulanmıştı. İş bilmeyenin maaşına zam yaparak iş ehlilerini birbirine düşürme usule de yaygındı. Burada yermek ve eleştirmek değimleri, eleştirerek olumlu olanı aşağılama anlamında kullanılmamıştır. Yerme ve çekiştirmeden güç alan fitnecilik doğuştan birlik olmaya gelen insanları birbirine kırdırma yolu olarak seçilmişti. Gammazcılığın olumlu yanı yoktur ve olamaz. Ahmet Doğan HÖH davasına ömür boyu hizmet vermeye hazır bilinçli ve yürekli kadroları gammazlayarak davadan uzaklaştırdı ve eritti. Daha sonra aynı politik sindirmeyi Kasım Dal da sürdürdü. Kasım’ın özelliği gammazlayarak ötekinin elinde bulunan varı yoğu tüm olanakları ele geçirme noktasına kilitlenmiştir.

Hafiyelik:

Özel soruşturmalarla elde ettiği bilgileri gizli polise ileten kimse yani detektiflik yapan kişi için kullanılır. Yazılarımızda, A. Doğan hakkında hafiye derken, onun bırakıp gitti köyüne döndüğünde yaşlılara, konu komşuya yaklaşımına sokulmasına, kimin ne düşündüğü, ne paylaştığı üstüne bilgi toplamasına işaret ediyoruz. Varna’da ve sözde kaydını yaptırdığı diğer iş yerlerinde işçi sınıfı saflarına sızıp Türk işçilerin o zor dönemde niyet ettiklerini,  öğrenmeye çalışması, tüm konuşulana kulak vermesi, asker arkadaşlarından işittiklerini not etmesi ve polise iletmesi, Şumen’de Bulgar Filolojisinde okurken bazı Türk gençlik çevresine sızması dikkat çekicidir. Türklerin günlük yaşamında her ayrıntıyı izleyen A. Doğan hafiyelik notlarına 10 cilt eklemiştir. Bu yüzden onunla beraber aynı sınıfta okuyan ya da onun yakın tanıdığı Türk gençlerin hiç biri mesleğinde yükselememiş, uzmanlaşamamıştır. Hepsinin umut dalları birer ikişer budanmıştır. Onlar hep milliyetçi ilan edilmiş ve başlarına gelmedik kalmamıştır. Onun yakın sokulmakla topladığı haberler ve birikimlerini yalan yanlış da olsa, yazıp görüştüğü gizli polis subaylarına teslim etmesi Türklerin kuyusunu kazma davasına hizmet olmuştur. Ahmet’in hafiyeliği pek çok kişinin tutuklanmasına, sorgulanmasına, sürülmesine sebep olmuştur. Biz bu yüzden bu tip sinsileri ve bir iğrençlik olan hafiyeliği lanetliyoruz. Hafiye bu hizmetlerine karşılık olarak, para almış, sigara, içki, gece kulübü ikramlarına “hayır” dememiştir.  Yedikçe iştah arttığı gibi, hafiyelik alçaklığında da beklentiler artmıştır. Bu işin özel ödülleri de var tabii.

  1. Doğan da hiç sınava çıkmadan Şumen Üniversitesi Bulgar Filolojisi Fakültesi’nden Sofya

Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne sıçrayabilmiştir ki, bu (hele o zamanlar) her yiğidin yutabileceği bir lokma değildir. Kuşkusuz, “isteyen bir dilenci vermeyen iki dilenci” atasözü bizimdir. Hainlik örneklerin arasında ne inciler var bir bilseniz!

Sofya Üniversitesi’nden “Belene kampı”na gönderilen ve kamptan Sofya Üniversitesi Matematik Fakültesi diplomasıyla çıkan “sihirbazlar” görmek nasipmiş. Alçaklığın sınırı olmasa da, bizde bedeli vardır. A. Doğan’ın hapishaneye düşen Türkler arasında hafiyelik yapmak için Sofya, Pazarcık, Stara Zagora hapishanelerinde bulunduğunu unutmayalım. Bu alçaklık için iki yerden maaş aldığı da bilinir.

Düşman güçlerin gizli servislerine sunulan bu “sır” hizmetlere biz hafiyelik diyoruz. Türk milleti ve hele hele Bulgaristan Türkleri çok onurlu ve saygıda kusur etmeyen kişiler olduklarından, çok onurlu ve birbirine bağlı ve sadık ailelerden, soylardan geldiklerinden dolayı, sizin de dikkatinizi çekmiştir, ana dilimizde, söz dağarcığımızda “hafiye” sözü yoktur. İnsanlarımızın kültüründe olmayan bir şeyin dillerinde sözü nasıl olur ki? İnsanlar bilmedikleri, daha önce işitmedikleri bir şeyi nasıl yapar ki!

Fesatçı:

Arabozucu, karışıklık çıkaran kişiler fesatçıdır. İşlerin olmasını istemeyen, engelleyen “önder” konumunda olan yetkilidir. En kötü olan fesatçıların bilinçli ve başkalarının haklarını ve imkânlarını kullanarak hareket etmeleridir. Yine kendi yöremden birkaç örnekle fesatçılığı açıklayalım. HÖH lideri A. Doğan Drındar köyüne “Seçilmiş Öğrenciler İçin Lise” kurdu. Herkes çocuklarımız modern bir okulda okuyacak diye sevindi. Altı yedi yıldan beri okul kapılarını açmadı. Kapalı tutuluyor. İnsanlarımızın “bir şey olacak” umudu kırıldı. Köylülerimizin emelleri, umutları, hayalleri boşa çıktı. İnsanların arası bozuldu, Ahmet’i övenler şimdi lanetliyor. Onun adına HÖH partisi de kınanıyor. Fırsatçı Ahmet, devletten HÖH için aldığı karşılıksız paralarla kurdurduğu “okulu” şimdi 6 milyon Euro’ya satmak istiyor. Fırsat kollayıp insanlarımıza sunulan imkânlardan kendisi palazlanmaya çalışıyor, bu şekil fırsatçılara bizde “iki gözü kör olsun, onun da hayalleri çürüsün!” diyorlar. Gizli polisin bu iş içindeki rolü, hizmet sunan fırsatçıların yaptığı yolsuzlukları görmezden gelmektir. Bu da ulusal hainliğin bir türüdür. Bulgaristan’da fırsatçılara hak ettikleri cezayı kesen hakim ve kanun maddesi yoktur. Fırsatçılık için açılmış dava da yoktur. Kasım Dal bu kirli işlerin hep içindeydi. Her şeyden pay aldı. Palazlandı da palazlandı. Köy okulunun açılmasına engel olanlardan biriydi. Ben okul görmedim “adam oldum”, onlar da görmese ne olur, mantığı ağır bastı.

Lanetçilik:

Dilimizde birinin kötülüğünü istemek şeklinde kullanılır. Çok büyük kötülük eden kişiler lanetlenir. İlenmek şeklinde de dile gelen lanetleme, bir davaya ihanet eden, halkın umutlarını boşa çıkaran, halkı açlığa ve çileli yaşama iterek süründüren “liderler” lanete layıktır.  Stalin, Hitler, Musolini, Ahmet Doğan lanetlenmiş liderlerdir. Halkımız onları her namazda, dua ettikçe lanetler. Son 24 yıldan beri iki neslin birbirine lanet ettiğine tanığız. Yeni kuşak halkımıza ihanet edilmesini kabul etmiyor. Hapiste tutulan Oktay örneği, gençlerimizin onurlu ve bilinçli davranışları ortadadır. Oktay 3.6 yıl hapis aldı, ama onurlu duruşunu bozmadı. O, halkımızın davasına sadık mayalanmış olduğunu, helal süt emmiş olduğunu gösterdiği gibi, totalitarizm zahirinden içen ihanetçi kuşağı ret ettiğini, yok etmeye, hepsine hak ettikleri dersi vermeye hazır olduğunu bütün Bulgaristan’a gösterdi.

 

.

Hain:

Hain sözünün dilimizdeki anlamı zarar vermekten, üzmekten ve kötülük yapmaktan, hedef şaşırtmaktan ve aldatmaktan hoşlanan kimsedir. Hiçbir şey yapmadan, hiçbir işe hiçbir katkısı olmadan, boş boş böbürlenen kimse haindir. Ama ileri gitmiyor musunuz? Diyebilirsiniz. Kendisini başkası gösteren, sihirbazlık eden, öz davamıza ihanet eden, kardeşlerini ele veren, halkına çektiren, halkını aldatan, işleri ters yola süren, olacak işlerin olmasına da engel olan her lider halkının gözünde haindir. Hainler gün gelir mutlaka hesap verir, sorgulanır ve cezalandırılır. Halkımız A. Doğan ile Kasım Dal ikilisi ve etrafındaki mafya takımının hain bakışlarından, hain oyunlarından, doymazlığından, sömürüsünden, baskısından, zulmünden bıktı.

Başa gelen çekilir derken, konumuza devam edeceğiz, önemli olan bundan böyle halkça kutlayacağımız yeni bayram gününün adını koyabilmek. Eskiden “Çobanlar Gününe” en çok seviniyorduk. Sizde düşünün ve yukarıdaki örneklerden münasip bir isim bulalım. Bu yeni  anma gününde hainlerin hainliği, ihbarcıların ihbarcılığı, gammazcıların gammazcılığı, ajanların ajanlığı, dosyası olmayan dosyasız ajanlığı da  tüm ayrıntılarıyla okunacak ve bir daha böyle tipler belirmesin ve hayatımızı körletmesin diye lanetlenecektir.

Yazar