Bulgar nüfusun yarınları konusu, sıradan Bulgarları ilgilendirdiği gibi, bilim çevrelerini de sardı. Alelade bir insanın herkesi telkin edecek doğru bir görüş üretmesi, bilim çevrelerinin hele bilimle uğraşan kurumlarınyalan üretmesinden çok daha zordur.
Şu kış günlerinde evlerine kapanmış yaşlı Bulgarlar, değişik sıkıntılardan oluşan dert yumağını sökecek ipucunu ararken, 132 enstitüsü olan, bünyesinde 9.900 (dokuz bin dokuz yüz) kişi çalıştıran Bulgar Bilimler Akademisi’nden (BBA) 153 bilim adamları “Bulgar nüfusunda çöküş” konusunu ele almaya toplandı. Konferans Rusçuk’ta (Ruse) toplandı ve birbirini dinleyenler, bazı kararlar aldı.
Bu olay o kadar hayat belirleyici ve son derece önemli bir duruma gelmiş olacak ki, konu Birleşmiş Milletler Örgütü ile Dünya Bankası’nda görüşüldü. “Bulgaristan’da Nüfus Dinamizmi” konulu özel bir tez hazırlandı. Araştırmaya göre, Bulgaristan nüfusunun 2.050 yılında % 28 oranında azalacağına işaret ediliyor. Bu arada, 2014 yılında, resmi rakamlarda 7.500.00 (yedi milyon beş yüz bin) olarak açıklanan Bulgar nüfusundan 2,500,000 (iki buçuk milyon) öncelikle gençler Türkiye’de ve Batı ülkelerinde çalışıp yaşıyor. Geri dönüp dönmeyeceği kesin değildir. Nüfusun % 28 oranında azalacağı tezi, dışa göç olayı dikkate alınmadan yapılmıştır.
Konuya hâkim olan ve bağımsız bir grup oluşturan bilim adamlarının görüşü şüdür:
“SON BULGAR 2134 YILINDA YA ÖLECEK YA DA BAŞKA BİR YERE GÖÇ EDERCEKTİR.”
Derin incelemelerden sonra, “BULGAR ULUSU ERİYOR” sonucuna varılmıştır. Raporda kullanılan kavramlardan biri de TUFAN. Bulgar ulusunun XXI. yüzyılda yok olacağına ne YARADILIŞ, ne İNCİL ne de KURAN’ da işaret edilmemiştir. İslam gönderilerinde, “Allah doğru olmayan her hangi bir görüş ifade edemez.,” denir.
Başka bir açıdan baktığımızda Müslümanların dininde zıtlaşma yoktur. Esas olan insanlara gerekli olanuyum yani harmonidir. Gönderilerde ne de çağdaş bilimsel araştırtmalarda açığa kavuşmamış, özel bir husus gizleniyor olabilir mi?
Böyle bir şey varsa, devamlı zıtlaşan, zıtlaşmayı kaşıyan ve kendi dolayında olanlara yaşam hakkı tanımak istemeyenleri nefes almaktan mahrum etmeyi bu işi zaman ve mekân olarak belirleme ve biçimlemeyi, acaba YARATAN kendine özel bir ödev olarak ayırıp “gizli hak” olarak saklı tutmuş olabilir mi?
Çünkü tarih içinde yok olmuş insan soylarının sayısı büyüktür.
Sorunun mistik felsefi olasılığından çıkıp Rusçuk Bilimsel Konferansında 136 Bulgar bilim adamının beyin güçlerini birleştirerek aradıkları çözümlere bir göz atalım:
Kuşkusuz aranızdan birçoğunuz, Pastyör mikropları keşfetmeseydi, onlarla mücadelede yenik düşer ve şimdiye kadar onlar bizi diri diri yiyip bitirirdi, diyebilirsiniz. Öyleyse kendisiyle zıtlaşanlardan rahatsız olan hayat, istemediklerini oyun dışı etme hakkına sahiptir, deyelim mi?
Yaratan hayatı bahşederken koyduğu kuralları uygulamadan yaşamak isteyenlerin cezasını hep vermedi mi!Kötülük eden kötülük bulur ve en sonunda yok olur, tezini bir gerçeklik kuralı olarak kabul ede bilir miyiz?
Yok oluşun nedenleri içsel çelişkilerde mi, yoksa dış dünya ile tezatlaşmakta mı aranmalıdır.
Rusçuk Konferansına katılan Bulgar bilim adamları, Bulgaristan’ın 2014 nüfus tablosunu incelerken Çingene nüfusun çok hızlı kalabalaştığını ve artık Bulgaristan nüfusu içinde % 24 gibi bir azınlık oluşturduğunu tesit ettikten sonra, şu sonuçta birleşti.
“Çingeneler arasında ölüm oranı çok yüksek olduğunda, onların Bulgar nüfusu içinde en büyük etnik azınlığı oluşturmaları olanak dışıdır.”
Akla gelen: Çingenelerin arasında ölüm oranı neden Bulgaristan ortalamasından çok daha yüksektir?
Bu bir devlet siyaseti sonucu mu böyledir yoksa Çingeneler sefalete dayanamayarak tahtalıköy yolunu kendileri mi genişletiyor?
Konferans bu iki sorunun yanıt vermese de, bir etnik azınlığın büyümesi ya da azalması ölüm oranıyla izah edilirken “çok ölüyorlar, bizden fazla olamazlar” tezi, XX. yüzyılın bilim çevrelerinde devrimler yaratan bazı fikirleri gündeme çağırdı. Bir de Türklerin de çoğunluk olarak yaşadığı Deli Orman’ın Razgrad ilinde yeni doğan çocuklar arasında ölüm oranının % 28 olması çok düşündürücüdür.
En gözde bilim adamlarının ikinci tespiti şöyledir:
GÖÇ İYİ BİR ŞEYDİR, ÇÜNKÜ YABANCI ÜLKELERE İŞE GİDENLER VEYA GÖÇ EDENLER BULGARİSTAN’DAKİ YAKINLARINA PARA HAVALE EDİYOR.
BBA benzer bir dengeyi uygulamaya özel karar almadılar ama bu görüşe saplanmaları birçok kafada değişik fikirler doğurdu. Bulgaristan’da yalnız 10.000 (on bin) kişi kalsak. Gelen bütün paraları, yardımları, hibeleri, devlet bütçesini ve daha ne gibi kaynaklar varsa hepsini kendi aramızda paylaşıp bol bol harcasak…
Diyenler oldu. Ne güzel olur, değil mi?
Hem ne kadar daha ay kalırsak, kişi başına o kadar daha fazla para düşecek. Fakirlik bitecek. İşlerimiz yoluna girecek. Olsa da olur ha! Sayıca git gide azalmayı ve giderek yok olmayı kabullenen zihniyet kendine kapı açar. Bunun Türkçesi: “DURUMUN VAZİYETİ BU!
Ailelerin parçalanması, nesiller arası boşluk ve kopukluk belirmesi, ülkenin nitelikli iş gücünden damızlık bile kalmaması, çocukların babası büyümesi, yaşlıların çilesi – bu sıralama bitecek gibi değil, ama önemli de değil!
Nüfus Sofya, Varna ve Filibe gibi merkezlere ya da ana otoyolların veya modernleştirilen demiryolu hatlarının boyunca yoğunlaşıyor. Postane ve banka olmayan yerde insan bulmak zor oluyor.
Dışardan para bankalara geliyor. Biz artık dışa göbekten bağlıyız.
Raporlarla sunulan üçüncü ana konu: TARİHSEL DEMOGRAFİ.
Devamlı savaşan Osmanlı Nüfus Sorununu Nasıl Çözdü?
Konusu ayrıntılı dinlendikten sonra, Bulgaristan’daki demografi krizinin belli başlı aşamaları ele alındı. 1989’da 9.000.000 (dokuz milyon) varken halen topu topu 5.000.000 (beş milyon) insan kalmadığına işaret edilirken, demografik çöküşün ana nedenlerine ışık tutulmadı. Nüfus erimesine çare gösterilmedi.
“Kıran gelmedi ya, nedenler ekonomik, sosyal, mali vb. olabilir,” denmedi.
Politik gidişe gölge düşürecek konulardan uzak kalındı. İş bulamayan, giderleri karşılayamayan, çaresiz kalan, çocuklarına bakabilecek aile geliri olmayan, yaşlılara asla yardım edemeyen kişilerin çareyi gurbetçilikte bulduklarına işaret edilmedi.
Rusçuk Demografi Konferansında temel konu olarak görüşülen sorunlardan biri de, etnik toplulukların birbirini etkilemesinden kaynaklanan değişimlerdi.
Bugün, 3 Mart 2014. Yeşil Köyde (San Stefano) 1878 Barış Antlaşmasının imzalanması ve Bulgaristan’ın egemen bir devlet ilan edilmesinin yıldönümüdür.
1878’de Bulgaristan nüfusunun % 64’dü Müslüman’dı.
Bugün ülkede yaşayanların en fazla % 20’siyiz. O zaman “ümmetten” olan Çingene azınlığın çoğunluğu artık Hıristiyanlaştırılmıştır. İkinci kuşak Bulgar isimlerine alıştılar. Pomakların da bir çoğu bu yeni isimlere alıştı. Bunlar Hıristiyan yaşam tarzını kabul etmek zorunda kaldilar.
“Bulgarlaşarak” Hıristiyanlık içinde erimeyi kabul etmeyen Türkler ve Pomakların büyük kısmı Türkiye Cumhuriyetine göç etti. Yerleşti.
Osmanlı döneminde Türk ve Müslüman yaşam biçiminden, aile ve sofra kültüründen, teknik bitkiler yetiştirme geleneklerinden birçok şey öğrenerek, kısacası çadırdan yerleşik ev hayatına geçen Bulgar toplumu dil, din, kültür ve uygarlık konularında Müslüman hoşgörüsünden uzak kalmayı yeğlediği için, Batı ve Doğu emperyalist güçlerin kışkırtmalarına kapıldı. Bugün bu süreç çeyrek yüzyıllık durgunluktan sonra yine alevlendi.
Diğerlerin rahatını bozmaya çalışan kendilerine yuva sıcaklığı yaratamaz, sözleri şimdi de geçerlidir.
Bulgar nüfus yıldan yıla fiilen azalmaya devam ediyor.
Rusçuk Konferansında belirtildiği üzere, eriyen Bulgar halkının baş ağrısı artık Türk ve Müslümanlarla fazla kalabalaşmaya devam eden Çingenelerden geliyor.
“Genç kan yaşlı kanı yener” atasözünden çıkarak, günümüzde Bulgar ulusunun kültür normlarında değişikler kaydettiği dikkati çekiyor. Etnikler arası zıtlaşmada, yerinde sayarak dayanıklılık gösteren Çingene geleneklerini yaşatan direşken etnik kültür kendi adalet anlayışını dayatmaya çalışırken,
Bulgar kültüründe erimiyor. Diline ve yaşam tarzı özelliklerine bağlı kalmakla birlikte, içinde barındırdığıhaylazlık ve tembellik gibi yaşam normlarını kabul ettirmede ısrar ederken, 2-3 kuşak işe gitmeyen Çingene kuşağı belirdi. Çingene baronlarının, çarlarının, çete başlarının dediği dedik kestik kestiktir.
Sosyal sefaletin temeli çamura atıldığı için bir türlü kurutulamadı.
AB yardım fonları kaç kişiyi yaşatabilir ki?
Çocuk yapıp Yunan’da satmak moda oldu. Avrupa’da Bulgaristanlı Çingene hırsız ve dolandırıcı çeteleri kol geziyor. Bu bulaşıcı illet Bulgar ulusunu esir ediyor. Kültürel etkileşimde üstün geliyor. Bu güçler hiçbir ceza almadan 1945 – 1990 yıllarında inşa edilen Bulgaristan’ı her bakıma talan edildi.
15 binden fazla sanayi işletmesi yıkıldı, kesildi, hurda olarak satıldı, yerine yenileri kurulmadı.
Hırsızlık tarımsal üretimi felç etti.
Son aylarda hırsızlık tufanı köylü evlerini, yazlıkları ve kışlıkları çökertiyor.
Jandarma ile polis çaresizlik içinde debeleniyor. Bununla birlikte Çingene tembelliği de Bulgar’ın gönlünde taç etmeye başladı.
Görüldüğü üzere, olumsuz şeylerin kendini sevdirmesi ve hayatta yer yapması kolay oluyor.
Bu sorunları görüşen Rusçuk Konferansımda Çingene kültürünün Bulgar kültüründen kan emdiği ortaya çıktı. Bulgar gençlerin üremeye tepkisi, aile düzeni kurmaya yanaşmaması XXI yüzyıl bunalımıyla yerleşen sosyal sefalet ve adaletsizlik ortamında yaşamaya tepkidir.
Son dönemde, Bulgar nüfus yaşam hakkını kaybetme korkusu içine girdiğinde manevi sorunlar ikinci planda kaldı. Batıda çalışıp da Bulgaristan’da yurtseverlik yaşatma çabaları, kaynaması istenen tencerenin sönmüş ocağa konduğu izlenimi yaratıyor. İki gün önce, Hıristiyan takvimine göre “özür dileme” günüydü.
Aynı gün Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Sn.Ahmet Davutoğlu Bulgaristan’ı ziyaret ediyordu.
Kimse gelip de elini öpüp “özür dileriz,” demedi.
Çelişkilerin bütünlüğüne dayanan politikalardan halen yalnız kıvılcım çıkıyor.
Anlaşarak bütünleşme ve karşılıklı hoşgörü sayfası açılamıyor.
Cesaretsizlerin derdine derman da zamandır.