BİZİ KAYBETTİM
Yüzerken gecenin kanatlarında
Sessizlik ağına düştü yüreğim
Çırpındım geçmişin girdaplarında
Elimin ucuna ermedi elim.
Her köşe başından geldikçe kokun
Hıçkır sa da gönül bin bir telaşla
Sol yanımda saplı kaldıkça okun
Örttüm geceleri üstüme yasla.
Islak bulutları serip yoluma
Dilek taşlarına ismini ektim
Dileğim tutmadı diyemem ama
Seni bulduğumda bizi kaybettim
Firdevs BÜYÜKATEŞ
KIRKLARELİ
_________________________________________________________
YARINA KADAR.
Dereler, dağların, ormanların çılgın yavrusudur. Bahar gelende dolup taşarlar, kuşları, çiçekleri ovaları öperek kıvrım kıvrım akıp giderler kendi yoluna.
Kimileri barajlara dolar, kimileri denizlere dökülür, kimileri de elektriğe can olup dünyaya ışık saçarlar.
Kimisi coşkun, kimisi biraz bulanık, kimileri de engindir. Hepsinin de ayrı ayrı dili vardır, onlar susmayı beceremezler. Dillerinden anlayanlara ne hikayeleri vardır bir bilseniz, her zaman onlara kulak verirdiniz.
Bir kara kız hikayesi bilirim çocukluğumdan beri. Nerede dallarını suya eğmiş bir söğüt dalı görsem hemen o hikaye gelir aklıma.
Bir zamanlar bir çoban Ali varmış, Balkan köylerinin birinde. Kavalını bir üfledi mi dereler çağlamayı keser ve onu dinlermiş. Köyün sevgilisi olan bu çoban Ali’nin bir de kara kız diye hitap ettiği bir sevgilisi varmış. Her günün belli bir saatinde ve bilinen ayni yerde buluşurlar ve öğle yemeği yerlermiş.
Bir gün yine kara kız bohçasına ekmeğini, kuru soğanını, domatesini, acı biberini koyup, koca söğüdün altına varmış. Çoban Ali’nin gelişini dört gözle beklese de kara kız, bu defa çoban Ali ilk defa olarak randevu yerine biraz geç gelmiş. Koyunlarını dere boyunda bir gölgeye bırakmış ve kara kızla yemeklerini yemişler.
Yüce dağ başlarından koşup gelen billur kaynaklardan nane kokulu sular içmişler, ellerini yüzlerini yıkamışlar ve yarına kadar deyip ayrılmışlar bir birlerinden. Onlar hiçbir zaman “hoşça kal” veya “güle güle “ demeyi öğrenmemişler. Onların veda edişi “yarına kadar “ sözünden ötelere geçmezmiş.
Kara kız, çoban Ali’nin yanına giderken hep dere boyundan geçer ve kimselere görünmeden gelip gidermiş.
Bir gün yine kara kız, koca söğüdün altında çoban Ali’sini beklerken hava birden bulutlanmış.
Kara kara bulutlar etrafı sarar sarmaz dökmüş gökyüzünden şimşeklerle yağmurunu..Kara kız tüm bunlara rağmen çoban Ali’sini beklemeye devam etmiş.
Ne yazık ki, o çılgın havada merhametsizce coşan dere yatağından taşınca, derenin sularına katmış kara kızı. Kara kız imdat diye bağırsa da sesini kimseler duyamamış ve coşkun bulanık sular saçlarından sürüklercesine sürüklemiş gittiği yerlere.
İşte o zaman ilk defa dere kenarlarında ki söğüt ağaçları tüm dallarını sulara eğmiş kara kızın imdat çağrılarına cevap vermişler. Kara kız sularda sürüklene sürüklene güçsüz kuvvetsiz kalmış ve ellerini bile uzatamamış sulara eğilen söğüt dallarına.
O günden sonra bir daha çoban Ali, eline kavalını alıp hiç üflememiş, konuşmamış, suskun suskun dolaşmış dere boylarında ömrünün sonuna kadar.
Söğüt ağaçlarının dalları da, o günden bu güne kadar sulara eğik kalmış.
Firdevs BÜYÜKATEŞ
KIRKLARELİ