Konu: Bazı olayları mutlaka daha derin açmak gerek.
Bulgaristanı ziyaret etmiş olanlardan, Orta Balkan göbeğindeki Panagürişte (Otluköy) belediyesini ziyaret etmişlerse, anlatacaklarımı kolayca anlayacaklardır. Pazarcık (Tatar Pacarcık) iline bağlı olan bu nüfusu az dağ şehrinde 1 Mayıs 2019 günü 1876 Nisan Ayaklanması anma törenleri düzenleniyor.
Şehrin 19. Asırdan ayakta kalmış porta kapılı ve yüksek duvarlı evlerinin hepsinin girişinde 10 gün fark atan eski tarihe göre “şu tarihte komita toplantısının yapıldığı ev” ya da “şu komitanın doğduğu, yaşadığı veya konakladığı ev” yazan levhalar var. Bu evlerden biri, ismi ayaklanma bayrağı ile ilişkili, o zaman şehrin buğday ambarı olan, Papaz Georgi’nin evidir. Arnavut kaldırımı bozulmamış, atkestaneleri kesilmemiş, çeşmelerin kurnaları korunmuş, salkımlar sokaklara sarkmış, gülleri, ıhlamur ve akasyaları henüz tomurcuk, yeşilliklere bürünmüş bir şehir.
1 Mayıs günü ayaklanma olayları, bir tiyatro sahnesi gibi Koca Balkan şehirlerinden Koprivştitsa ve Klisura’da da canlandırıldı. Törenlere Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Meclis Başkanı Bayan Tsveta Karayançeva katıldılar.
Ayaklanmanın ilk tüfeği Todor Kableşkov tarafından Koprivştitsa’da patlarken bir osmanlı zaptiyesi öldürülmüştür. Ardından şehrinde yaşayan Müslüman Çingenelerin evleri ateşe verilmiştir. Ayaklanmanın patlak vermesi ve özellikle de Hıristiyan evleri ve bazı köylerin yakılması için Sofya’daki İngiliz Konsolosluğu para vermiş, vaatlerde bulunmuş ve havarileri isyana kışkırtmıştır. Hedeflerinde dönemin Osmanlı Padişahı Abdülaziz’i tahtan indirmek ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp büyük devletler arasında paylaşmak vardı.
İlk ayaklanan Klisura ve Koprivçitsa şehirleri Filibe (Plovdiv) ilinde bulunur. Bölgenin asayiş merkezi Karlovo (Karlova) şehridir. Olaylardan haber alan Komutan Tosun Bey, kargaşalığı bastırmak amacıyla Korlova’dan Sofya yönüne 2 000 (iki bin) süvari ile yola çıkar. Klisura kasabasına vardığında mukavemet gösterenlerle hesaplaştıktan sonra Osmanlı Konağı dışında evleri, ahır ve salmanlıkları yakar, köprüleri havaya uçurur. Klisura’dan haber alan haydutlar Koprivştitsayı boşaltır. Panagürişte’yi de basan Tosun bey birçok komitacıyla birlikte bayrağa sarılmış bir genç kadını esir alır ve Karlovo’daki, bugün hala hizmette olan ve belediyenin konuk evi olarak kullandığı, konağına götürür.
Dört bir yanında bol tarih olan Panagürişte şehinde “Trak Altını” definesi korunan müze bir yol kavşağında bulunur. Ziyaret etmek isteyenler, çiçeklerle bezenmiş küçükçe bir meydanda “Kraliçe Rayna” heykeline rastlar. “Ya Özgürlük, Ya Ölüm” yazan ve yeşil atlas üzerine gümüş sırmayla işlenmiş, ortasında arka ayaklarına dikilmiş taçlı bir arslan olan ayaklanma bayrağına, Tusun bey tarafından tutuklandığı an olduğu gibi, bugün de anıtta sarılmıştır.
Gerçek adı Rayna Popgeorgieva Futekova-Dipçeva olsa da halk arasında “Kraliçe Rayna” olarak bilinir. İsmi ve davası tarih kitaplarında yer alır. Dikiş ve ebelik okumuş bir papaz kızıdır. Karlovo’da altın sırmalı Levski bayrağını örnek alarak, gümüş sırmalı nakışladığı Nisan Ayaklanması bayrağı 22 Nisan 1876’da kutsandıktan sonra, “Kraliçe Rayna” bir elinde tabanca, bir elinde bayrak, beyaz at üzerinde Panagürişte sokaklarını dolaşarak halkı ayaklanmaya davet etmiştir.
Bulgaristan’ın Osmanlıdan ayrılma hevesini Avrupa’ya duyurmayı sağlayan bu ayaklanmada bayraktar Rayna’dan başka, Gergi Benkovski, Panoyut Volov ve Zahari Stoyanov ön sırada adı geçen komitacılardır. Rakovski, Levski ve Botev gibi, bu komitacılar da bağımsız Bulgaristan davasında Rusya imparatorluğuna el açmamışlardır.
“Bu ayaklanma olmasaydı, Bulgaristan olacak mıydı?” o zamanlar olduğu gibi, bugünde en fazla tartışılan konulardan biridir.
Sofya’nın tam merkez sokaklardan biri İvan Aksakov adını taşır. Aksakov, bu dünyadan ayrılırken tarihe şu mesajı bırakmıştır: “Bulgarların her zaferi, Rusya için ölümdür. Balkan devletlerinin hiçbir şeyi olmamalıdır. Onlar ya Rusya mülkünde olmalı ya da daha açık bir ifadeyle, Balkan devletleri Rusya tarafından çiğnenmeden yutulmalıdır.”
Bu ayaklanmayı yöneten öncüler, Batı tarafından kışkırtılmış olmalarına rağmen, Rusya’dan yardım istememişlerdir. Onlar imparatorlukların hiçbir kimseyi kurtarmadığını, ancak egemenliği altına topladığını iyi biliyorlardı. O yıllarda Rusya imperatorluk politikası ise, Bulgar Milli Kurtuluş Hareketini kendi kontrolü altına çekmeye çalışıyordu.
Nisan Ayaklanmasını yaşayan ve tarihini yazan komitacı Zahari Stoyanov’tur. O eserlerinde, “Rus kırbaçının daha fazla acıttığını bildiğimizden dolayı, bizi kurtarmaya Rusya’yı asla davet etmedik.” cümlesinin her ders odasına yazılmasını istemiştir.
Bu sebeple olacak ki, meclis başkanı Karayanceva, şimdiki törende yaptığı konuşmada, “Bulgarlar’a özgürlük hediye edilmedi” dedi. Fakat Karayançeva’nin konuşmasında “biz bir millet olarak özgürlük, egemenlik ve bağımsız bir devlet” için olgunlaşmıştık, dedi ki, buna katılmıyoruz.
Buna katılabilmemiz için, Sayın Meclis Başkanı’nin 1877/78 Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki savaşta Bulgar milliyetinin tamamen budandığını, yukarıda adı geçen aydınların ve komitacıların hepsinin Osmanı kurşunuyla değil, hain elinden yok edildiğini, hainlerinde öncelikle Rusofil kişiler olduğunu itiraf etmek gerekir. Ayrıca savaş ve osmanlı gerçekliğinin ters yüz gösterildiğini kabul etmesi gerekir. Nisan Ayaklanması ardından yayınlanan yalan yanlış bilgilerin, kötülemenin, yerli namuslu Türklere ve Müslüman ailelere saldırıların yerine gerçeklerin anlatılması gerekir. Toplumsal katmanların, esnafın Ayaklanmaya katılmadığı açıklanmalıdır. Bu da çok önemli bir konudur. Bulgar halkı bugüne bugün adil ve güvenilir bir devlet kuramıyorsa, çok kültürlü ve çok dinli ve dilli bir devlet kuramamasının nedeni de, bu toplumsal hamlıkta aranmalıdır. Devamlı rejim değiştiriyorsa, ama toplum durulamıyorsa, 140 yıldan beri baskı ve terör eksik olmuyorsa, birçok başbakan ve bakan eli, kolu, kafası kesilerek, yargısız insaz edilerek veya evinin önünde kurşunlanıyorsa, ortada çok ciddi bir sorun var demektir. Olay, en başta Bulgar soyunun bir millet (ulus) olgunluğuna yükselememiş, tarihsel kırılımlarını, travmalarını pansuman edip sızılarını saramamış olmasından gizlidir. Bulgaristanda birçok millet ve kültür, dil, din, töre ve gelenek yan yana yaşamak zorundayken, bunu yapamaması, acı bir gerçektir.
“Kraliçe Rayna” ile ilgili gerçekleri de aynı aynada görebiliyoruz. Bayraktar Rayna tutuklandıktan sonra Karlovo’ya götürülmüş, Filibe Mahkemesine kadar Torun Bey’in konağında kalmış, kendisine bey konağında ayrı bir oda verilmiş, ailenin sofrasına alınmıştır.
Fakat o zaman yerli ve batı basını “Kraliçe Rayna”yı Osmanlı’yı zalim gösterme propagandasına alet etmiş, şiddetten, ırza geçmeden, kakalama, dövme ve zülümden söz etmiştir.
Filibe mahkemesine çıkarılan Rayna kız, sorulara gerçekçi cevap vermiş, yalanları çürütmek için hekimlerden bakirelik raporu istenmiş, misafir edildiği, kılına bile dokunulmadığı kanırlndıktan sonra, serbest bırakılmıştır. İstanbula gitmiş, Balat’taki Fener Patrikliği tarafından kabul edilmiş, tıp öğrenimine devam etmek için Moskova’ya gönderilmiş, Plevne savaşından sonra Rusya’da yüksek öğrenim görmüş birinci Bulgar Bayan olarak geri dönmüş, Panagürişte Belediye Başkanıyla evlilik yapmış, 5 oğlan annesi olmuş ve hayatı Sofya’da sona ermiştir.
Nisan Ayaklanması önderi Benkovski’ye gelince, iddialara göre,ayaklanmadan sonra yayılan uydurma haberlerde, 12 Mayısta Kostina köyü köprüsü başında Rüzgar Hacı Ahmet Aga kurşununda ölmüş, başı Botevgrad’a (Orhaniye) gönderilmiş ve ardından da Sofya’ya teslim edilmiştir. 2018’de ortaya çıkan yeni kanıtlar, G. Benkovski’nin Romanya’ya kaçarken Yantra Irmağı sularında doğulduğunu doğrulamıştır.
Bunlar ve daha birçok gelişmeler, Nisan ayaklanmasının tamamen yanlış anlatıldığını, uydurma belgelerle dikildiğini ve gerçekler çarpıtılırken Bulgar toplumuna Türklere karşı düşmanlık, kin ve öfke tohumları ekildiğini, toplumun bölündüğünü doğrulamıştır. Bunlar XX. Yüzyılda çök kötü sonuçlar vermiş ve bugünkü çarpık durumu ve İslam ve Türk düşmanlığını kışkırtarak etkilemeye devam ediyor.
“Belene” ölüm adası kahramanlarından biri olan Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu Embiya Çavuş, “Bulgaristan’da Türk Olmak” başlıklı kitabının arka kapağında şunları yazıyor:
“Atalarımızın toprağını bekleyebilmek isterdim. Ama Bulgar yöneticileri halkımın insan haklarını vermedi. İnsan haklarına, adalete ve azınlık haklarımıza saygılı olmadı. Ölümler ölümlere, sürgünler sürgünleri kovaladı. Kültür varlıklarımız tahrip edildi, vakıflarımız gasp edildi, camilerimiz yıkıldı. Teccavüzler, ölümler hayatımızdan hiç eksik olmadı. Bizim de yaşama hakkımız olduğu Bulgar yöneticilerinin umurunda değildi. Düşmanlığı ve ayrımcılığı yaşadım. Türk insanlarına yapılan baskıların bir cevabı olacağı, nasıl bir tepki doğuracağı Bulgar yöneticilerini ilgilendirmiyordu. Böyle düşünenler için yasaları, içi Türk düşmanlığı ile dolu halkları, her zaman rahatlıkla dolu sebepleri vardı. Türk olduğumuz için onlar bize düşmandı. Hayatımız onların elindeydi. Zincirlerimizden başka kaybedecek birşeyimiz yoktu. Direndik boyun eğmedik. Bizi hiç sayıyorlardı. Böyle bir durumda Bulgaristan’a sadakat göstermek durumunda değildik. Balkanlarda Türk varlığını korumak için örgüt kurduk, savaştık, savaşıyoruz.”
Gerçekleri bilmek başlıca ödevimizdir.
Oku, öğren ve anlat.
Yeni rüzgarı estiren ol!
Teşekkürler…