Yazılar

Aydın Kişi duvara süs İçin Asılmış lamba değildir

Türk toplumunu Türk aydınlar uyandırmıştır.

             Yeniden uyanış da onların elindedir.

             Yazıp çizmeden tarihimizi yaşatamayız.

Önce bu soruya cevapg verelim. Aydın dediğimiz kimdir?

Bulgar dilinde aydınlatıcılar, (uyandırıcılar) günü var. /Den nabuditelite/

Tarihte halkın gözünü açan, beynine ışık saçan kişiler yani aydınlar, o gün anılıyor.

Fakat biz Bulgaristan Türklerinin bu gibi bir tören yapmıyoruz ve oyle bir günümüz de yok. Olsa bile toplanacağımız meydan, çiçek ve çelenk koyacağımız bir anıtımız da yok.

Neden acaba ve biz aydın dendiğinde neyi anlıyoruz?

Elimizi, belleğimizdeki Bulgaristan Türkleri aydınlar daracığına soksak kim çıkar?

Aydın, aydın kişi duvara süs için asılmış bir lamba değildir. Kandili sürekli yanan, fitili kısaldıkça uzatılan, camı islendikçe etrafını parlatandır. Yüksek öğrenimlilerin, üniversite hocalarının hepsi aydın sayılmaz ve hepsi aydın kişi değildir. Birçok insan içine kapalıdır etrafını aydınlatamaz, hatta karanlıkta yaşamayı sever. Asırlarca karanlıkta kalan, zulüm gören halklar aydınlığı zifiri karanlıkta bulacaklarına inandıkları için aydınlığa zor inanır. İnsanlık tarihi aydınlığın Doğudan geldiğine, Güneş ışıklarıyla indiğine inanır; yolu da Doğudan Batıya gider.Değindiğimiz aydınlık aslında insanın içindeki nurdur. Gözlerimiz 5, 10, 50 hatta 100 km ilerisini görebilir, fakat zihnimizdeki nurla bütün dünyayı, tarihin derinliklerini ve hatta geleceğimizi görebiliriz. Aydınlık devredilir bir nimettir ve insandan insana, nesilden nesille geçer, aynı zamanda körelme ve karanlık da öyledir.

Aydın demek aydınlatıcı bir kişi olarak tanıtabiliriz.

 

1789 Fransız Devrimi, geçen yüzyıl başında – 1917 Ekim Devrimi, Büyük Atatürk’ün kokuşarak çöken Osmanlı harabeliğinden milli Türkiye Cumhuriyeti, Türk İstiklali, Türk ruhu ve parlak Türk ufku çıkarması tarihte yeni sayfa açan olaylardandır. Bu açıdan değerlendirildiğinde azgelişmiş ülkeler arasında sıralanan Türkiye Cumhuriyeti’ni 21. yüzyılda dünyanın en gelişmiş devletleri arasına taşıma hamlesi yapan Cumhurbaşkanlığı Türkiye’si atılımına ufuk açan Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir büyük aydındır.

 

Aydınlık yetiştiren ışık ararken Bulgaristan Müslüman Türkleri de 1989 Mayıs’ında başarılı ayaklandılar. Bu ayaklanma gücünü aydınların gönlünden alarak gerçekleşti. Tek uluslu bir devlet içinde asimile olmayı kabul etmeyip hak ve hürriyet kavgasına kalkışmamız bir devrim kadar siyasi nitelik yüklü olduğundan dolayı, kendi ilhamcılarını kendisi yaratmıştır. Genelde devrim ve isyanların tarihi yüz yıl olgunlaşıp süzüldükten sonra yazılır. Bizim kavgamızın ilhamcıları, öncü, kahraman savaşçı ve aydınları da henüz tartışmaya neden olmayacak bir şekilde beyaz kâğıt üzerine çizilememiştir. Çünkü her devrim ve ayaklanmanın arka planda kalan aydınları vardır ki, onların gizeminin kalkması bekler, zaman ister.

 

Sosyal psikolog Gustave Le Bon Büyük Fransız devrimini olaylardan 80 yıl sonra anlatırken,  Turgut Özakman, “Çanakkale 1915 – DİRİLİŞ”, “Şu Çılgın Türkler” ve “Türk Mucizesi – Cumhuriyet” gibi eserleriyle Türk devrimini 50 yıldan sonra kaleme almıştır. ZahariStoyanovda, Bulgar uyanış çağı ve ulusal devrimini kafasında 30 yıl olgunlaştırdıktan sonra oturup değerlendirebilmiştir. 1917’de Rusya’da geçen Ekim Devrimine tanıklık eden Amerikalı yazar John Reed ise, devrim olaylarını “Dünyayı Sarsan On Gün” eserinde 2 sene gibi kısa bir süre sonra çok başarılı anlatmıştır.

70 bin kişilik bir köylü kitlesinin kurbanlar vererek, 12 bin evladını hapishaneden, sürgünden 518’i toplama kampından, yüz binleri evlerine ve köylerine kapanmışlıktan kurtarabilmek için prangaları kırarak ayaklanan Bulgaristan Türkleri hakkında daha çok yazılacak, çizilecek ve anlatılacak şeyler var.

Mayıs ayı Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı köy ve kasabaların hepsinde 1989 Mayıs Ayaklanmasında şehit düşenlerin aziz hatırası önünde saygıya durma ve durum değerlendirmesi miting ve toplantıları yapılıyor.

 

Bir ayaklanmanın aydını olma olayı olağanüstü önemlidir.

Çünkü bir ayaklanmayı örgütleyip yönetmek için, doğal olarak, ayaklanan kitleyi daha sonra da yönetme hakkı doğar ki, işte asıl tartışılan konu budur. Konuyu işleyenlerin ortak görüşünde “devrimler evlatlarını yer” ya da “devrimi yapanlar memleketlerini terk eder” gerçeği vardır.

Fransız devrimine dönersek, aydın ve savaşkan öncü kesim giyotinden kaçarak Alp Dağlarına sığınmış ve günümüz İsviçre’sinde Fransızca konuşan kitleyi oluşturmuştur.

Bizim şehitlerimiz için diktiğimiz elliden fazla anıtımız olsa da, 1989 Ayaklanmamızdan sonra Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sayısı yarı yarıya azalmıştır. 1957’den bu yana anadilinde okulu olamayan Bulgaristan Türklerinin aydın kişi yetiştirmesi çok zahmetli bir iş olmuştur. Okuma yazması olmayan derviş ve aksakallı bilgelerin ise kapalı ortamlarda tutulmasına devlet tarafından özen gösterilmiştir. Bulgaristan’dan kovulanlar ise hep eli iş tutan, kalem tutan veya ağzı laf yapan kardeşlerimizdi. Totalitarizm döneminde üniversite bitiren, bir türlü iş bulamayan, sığır ve koyun çobanlığı yaparak aile geçindiren, sürgün ve zindanlardan geçen ve ilk fırsatta İsveç’e ve oradan da Kanada’ya atlayan kardeşlerimizle sık sık görüşüyor aydın, lider, öncü, hareketlenen kitle gibi konular tartışıyoruz.

Anıtların büyüklüğü, yılda bir defa çiçek ve çelenk koyup dua etmek bu sorulara yanıt getirmiyor.

Geçmişimiz sis içinde kalınca önümüzü göremiyoruz.

Bizim Ayaklanmamız aslında bir adalet ve hak mücadelesiydi. Hukuksal çözüm bulamayınca gazı – fitili bitti söndü, aydınlığı hapseden sisli lamba camı gibi sırları gizledi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM 15 yıldan beri kaybolan aydınlığı arıyor.

 

Her 19 Mayıs’ta Cebel’de düzenlenen protesto gösterilerinin ardından, bölgede olağanüstü hal ilan edildi. Üç günlük sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bu süre içinde Bulgar güvenlik güçleri ev ev dolaşarak azınlık mensuplarını ayrım gözetmeksizin dövdüler.

 

24 MayıstaRazgrat yakınlarında bulunan Ezerçe köyünde kadın ve çocukların da yer aldığı ve yaklaşık bin kişinin katıldığı protesto gösterileri sırasında güvenlik güçleri tarafından hiçbir uyarı yapılmadan kalabalık üzerine ateş açıldı. Açılan ateş sonucunda Sezgin SalievKaraömerov ile Ahmet Burukov yaşamlarını yitirirken, çok sayıda kişi de yaralandı.

27 Mayıs tarihinde ise Varna’ya bağlı Medovets köyünde yapılan protesto gösterileri sırasında Bulgar güvenlik güçleri tarafından göstericiler üzerine ateş açılması sonucunda Şakir Mehmet Şakir ile Nefize Hasan Osman öldürüldüler. 20 – 27 Mayıs ayaklanma günlerinde toplam 9 Türk öldürüldü. 1984 – 1989 zorla asimilasyon döneminde çıkan çatışmalarda toplam 140 Türk öldürüldü.

Bu Ayaklanmanın ve protesto gösterilerinin akil önderi Bulgaristan Türk halkının duyarlılığı ve zekâsıdır.

Halkın hak ve özgürlükleri uğrunda zulme karşı birlik olarak ayaklanması bir merkezden yönetilmemiştir. Ayaklanma önderi veya lideri olarak bir tek kişi adı kulaktan kulağa dolaşmamış, böyle bir kişinin sonradan gösterilmesi yanlış olur. Protesto yürüyüşlerinde tepki ifade etmenin miting şekli kullanılmadığından yapılan konuşmalarda sivrilen de olmamıştır. Kitle içinde kaynaşarak toplaşan direnç ruhu yılmazlık ve atılganlık “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” gibi ortak karakter çizgileri oluşturmuş ve bireyleri kitle içine kapamıştır.

Kuşkusuz bu ruh halinin oluşması yıllar almış, emsaller yaratmış, kin ve öfke törpülenirken, kitle ruhu ortak noktalarda buluşarak direnç dokusu oluşturmuştur.

 

Örneklememiz gerekirse, Koşukavaklı Türkçe öğretmeni yazar Ömer Osman Türklerin haklı davasının kutsallığına sonsuz saygılı olma ve bağlı kalmayı simgeleştirirken, polise çalışan bir ihbarcı gencin kalem tutan parmaklarını köy imamı babasına kütük üstünde satırla kestirmiştir.

24 yıl hapis yatan öğretmen ve şair Nuri Adalı’in dimdik bir iradeyle, aydın bir zekâ ve Türk vicdanıyla kitle dokusunu dirilişe çağıran sesi halk kulağında devamlı çınlamıştır.

 

Direniş örgütleri arasında 1989 Mayıs Ayaklanmasının ateşlenmesinde en büyük hizmeti olan yarı legal örgütün İnsan Haklarının Savunulması Demokratik Birliği (Demokratik Lig) olduğunu önemle belirtmeliyiz. 1988 yılının sonlarında  “Belene” kampından sonra Montana – Vratsa illeri köylerine sürgün edilen Türk aydınlar tarafında kurulmuştur. Dernek Başkanı feylesof Mustafa Ömer, asimilasyon politikasına karşı çıktıkları için daha önce “Belene” kampına sürgün edilen derneğin iki sekreteri Sabri İskender ile Ali Ormanlı, hukukçu Nazım SalimanSaliev (Nazım Başaran) yarı legal halka yakın örgütlenme ve devlet makamları ve dünya kamuoyuyla mektuplaşma yolunu seçmiştir.

 

Aydın oldukları için mahkûm olan ve hapiste yatan 33 kahraman Bulgaristan Türkü arasında Salih Baklacı, Ömer Osman Erendoruk, Lütfi Tuna, Mümün Çakır, Nuri Adalı ve Ahmet Şerifin gibilerine özellikle vurgu yapmakta yarar olduğu kanısındayım.

Bulgaristan’da % 80’i köyde yaşayan Bulgaristanlı Müslümanların aydın akademisi yoktu.

Bugün de yok. Onlar hayatı kendilerine özgü bir kültürle süzüp değerlendiriyorlar. Akla karayı, dostla düşmanı birbirinden ayırıp hainleri aramızdan temizlememiz yıllar aldı.

Hepsi birden ihanetçi ve hain grubundan olanlar artık kendi aralarında birbirine düştüler.

 

Testi çatladı içindeki su akıyor. Bulgar atasözü “Türk’ten hain olmaz!” dese de, saflarımızı çatlatıp, sahte aydın ve sahte lider yaratma işinde artık ustalaştılar. Herkesin aç bırakıldığı ortamdan her türlü pislik çıkar. Şu da var, toplum arınmadıkça azınlık topluluklarının içindeki pislik temizlenmez. Ne olursa olsun, yollar ne kadar eğrilirse eğrilsin en sonunda doğruluğa çıkar, yani hakkın yolu bulunur. Bu yolun yıldızı tarih boyu aydınlar olmuş ve bundan sonra da halk aydınları olacaktır. Mum, lamba, çıra ve ampulün işlevi ışık vermektir.

Hepsi birden söndürülse bile biz doğru yolu buluruz.

Bize güneşin olmadığında ay ışığı da yeter. Bulgaristan’da Türk-İslam birlikteliğin yolu ve bahtları açık olsun!

Saygılarımla,

Okuyanlar Lütfen paylaşınız

 

 
 

Yazar

Bir Cevap Yazın