2010 yılı ortalarında Tunus’ta başlayan Arap Baharı olaylarının sirayet ettiği ülkelerden birisi de Suriye olmuştur. Batı’nın Arap Baharı adıyla lanse ettiği ancak ilerleyen süreçte Arap Hazanına dönüşen olaylar, bir domino etkisiyle bölge ülkelerine yayılırken 15 Mart 2011’de Deraa şehrinden Suriye’ye sirayetinin üzerinden 9 yıl geçti.

Ortadoğu’da yaşanan iktidar değişikliklerinden etkilenen Deraa gençlerinin “Hürriyet isteriz!” diye duvarlara yazdığı sloganlarla[1] başlayan gösterilerde, Devlet Başkanı Beşar Esad kastedilerek “Ey doktor şimdi sıra sende” sloganının da yazılması üzerine Rejim askerleri harekete geçerek sert müdahalelerde bulunmuştur[2]. Küçük çaplı başlayan barışçıl gösterilerde gözaltına alınanlara işkenceler yapıldığı haberleri olayların büyümesine ve ülke geneline yayılmasına sebep olurken, harici müdahaleler ise olayları çözümü imkânsız bir iç savaşa dönüştürmüştür.

Etnik, dini ve mezhepsel yapısı, jeopolitik konumu ve jeostratejik önemi nedeniyle; Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkaslar bölgesinde ekonomik ve siyasi nüfuz mücadelesi içerisinde olan emperyalist devletlerin, güç mücadele sahasına dönüşen Suriye, her geçen gün içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağının merkezi haline gelmiştir. 10’uncu yılına giren Suriye olayları, VEKALET SAVAŞLARI adı verilen bir strateji ile küresel aktörlerin perde arkasından desteklediği ama harekât kontrolü emperyalist devletlerde olan irili ufaklı onlarca örgütün/grubun birbiri ile mücadele ettiği bir savaş hali hâlâ devam etmektedir. Öyle ki tarafları, aktörleri ve safları anlık değişen Suriye iç savaşında en büyük sıkıntıyı masum sivil halk yaşamıştır. Hayatını kaybedenlerin milyonlarla zikredildiği çatışmalar nedeniyle ülke nüfusunun neredeyse yarısı yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalmıştır. Daha güvenli olduğu düşüncesiyle ülke içerisinde göç eden Suriyelilere ilaveten başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere ve Avrupa’ya sığınmacı, mülteci veya Geçici Koruma Saikiyle gitmek zorunda kalanlar da olmuştur. Ülke içi ve dışı göç sürecinin devam ettiği görülmektedir.

Suriye ile en uzun kara sınırına sahip olan Türkiye ve diğer bölge ülkelerini etkileyen olaylar, süreç uzadıkça kontrol edilemez boyuta erişmiştir. Çünkü her geçen gün artan Suriyeli mülteci sayısı artık Türkiye için beka, Avrupa için mülteci sorunu adı altında ekonomik kriz haline geldiği bir evrede ortaya çıkan Covid-19 salgını dikkatleri başka alana sevk etmiş olsa da Suriye sorunu yerli yerinde durmaktadır. Covid-19 salgınında hafiflemenin başlamasıyla birlikte dikkatler tekrar Suriye’ye çevrilmiştir. Zira jeostratejik konumu ve jeopolitik yapısının ihmale gelmeyeceğinden hareketle başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere emperyalist devletler Suriye sorununu kendi lehlerine olacak şekilde sürdürmek ve bu eksenden sonuca varmak istedikleri muhakkaktır.

Suriye topraklarında Fırat’ın doğusu ile petrol ve doğalgaz sahalarına yerleşen ve PYD/YPG/PKK terör örgütü ile birlikte işleten ABD[3], her geçen gün bu bölgede kalıcı olduğunu gösteren girişimlerde bulunmaktadır. Zira ABD, Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) kontrolündeki Deyre Zor bölgesinde bulunan El-Omar petrol sahasını genişleten alanda, El-Cezrat bölgesinde askeri üs kurma hazırlıklarına başladığı[4] haberleri servis edilmiştir.

Suriye’nin en büyük petrol sahasının yer aldığı Deyre Zor bölgesinin Fırat’ın doğu yakasında yer alan hali hazırda 11 petrol yatağı bulunmaktadır. Mevcut verilere göre bölge Suriye’nin enerji kaynaklarının üçte birine sahiptir. Suriye iç savaşının başlamasından kısa bir süre sonra IŞİD/DEAŞ terör örgütü kontrolüne geçen Deyre Zor bölgesi 2018’de ABD’nin de desteği ile PYD/YPG/PKK terör örgütünün kontrolüne geçmiştir[5].

Resmi bir açıklama yapılmamış olsa da ABD’nin Irak’ta bulunan üç askeri üssünün Irak ordusuna devredileceği bilgileri gelmektedir. Bu da göstermektedir ki, Irak’ta 9 farklı bölgede askeri üssü bulunan ABD’nin bazı üsleri kapatarak Suriye bölgesine kuvvet kaydıracağı anlaşılmaktadır. Gelişmeler değerlendirildiğinde; ABD’nin Suriye sahasına güç kaydırmaktaki amacı Suriye yeraltı kaynaklarını ve bölgede faaliyet gösteren grupları kontrolü altına alabilmek için stratejik hamleler yapmaktır.

Mayıs 2020’nin ilk günlerinde Ürdün-Irak-Suriye sınır hattı üzerinde yer alan Al-Tanf bölgesinde faaliyet yürüten devrimci gruplarla bir araya gelen ABD’li yetkililer, son zamanlarda bölgede etkinliğini arttıran İran nüfuzuna karşı yapılması gerekenleri değerlendirmişlerdir. Toplantıda ayrıca Suriye ordusundan yöneticiler ile SDG milislerinden temsilciler de yer almıştır. Bu toplantının gündem konularından birisi de bölgede yer alan grupların, aralarındaki ilişkilerin geliştirilmesi yolları aranırken bir taraftan da İran’la kuşkulu ilişkiler içerisinde olan gruplarla güven sorunu olacağı dile getirilmiştir[6].

Suriye’nin doğusunda yer alan Deyre Zor bölgesinde ABD’nin yeni üsler kurma ve grupları kontrolü altına alma çalışmaları sürdürülürken 04 Mayıs 2020 akşamında İsrail Suriye’ye hava saldırısı gerçekleştirmiştir. Saldırıda Halep’te bulunan bir araştırma merkezi ile Es-Safira bölgesindeki cephanelikler hedef alınmıştır[7]. 2020 Mayıs ayının ilk haftası İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett’in “İsrail’in yeni hedefinin İran güçlerinin Suriye’den çıkartılması olduğunu” açıklamasından kısa bir süre sonra böyle bir hava taarruzunun yapılması önemlidir. Bir diğer dikkat çeken husus ise hava taarruzunun ardından açıklama yapan bazı İsrailli yetkililerin “İran’ın Suriye’deki bazı askeri üsleri boşalttığını ve güçlerinin sayısını azaltarak çekilmeye başladıklarını” duyurmuş[8] olmasıdır. Ancak İran’ın Suriye’den çekilmeye başladığı bilgisi henüz teyit edilememiştir.

Şii Hilali politikaları kapsamında Suriye’de Esad rejiminin yanında fiilen yer alan İran’ın Suriye’den tamamen çekilmesi mümkün görülmemektedir. Eğer İran Suriye’den çekilirse uluslararası kamuoyunda Şii Hilali stratejisi büyük bir darbe alacak ve İran’ın prestiji çöküntüye uğrayacaktır. Dolayısı ile İran sonuna kadar direnecektir.

Suriye’de bu gelişmeler yaşanırken bir taraftan da ateşkesten istifade ile bazı Suriyeli ailelerin evlerine dönmeye başladıkları görülmektedir. Türkiye ile Rusya arasında 06 Mart 2020’de varılan, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi için sağlanan ateşkes sonrası evlerine dönen Suriyelilerin, saldırılarda yerle bir edilen yerleşim yerlerinde yaşam mücadelesi verdikleri[9] görülmektedir.

Sonuç olarak;

ABD Başkanı Donald Trump, zaman zaman Ortadoğu’dan Amerikan askerlerini çekeceğini duyuruyor olsa da icraatları farklı şeyler söylemektedir. Suriye’nin Deyre Zor bölgesinde yeni askeri üs kurmaya başlaması ABD’nin bölgeye kalıcı olarak yerleşmeye başladığını göstermektedir. ABD’nin kalıcı üsler kurabilmesi Rusya ile bir mutabakata vardıkları anlamına gelmektedir.

İsrail’in Suriye içlerine kadar girip hava saldırısı yapabilmesi için Rusya’nın Suriye sahasında konuşlu hava savunma sistemlerini kapatmış olması gerektiğinden hareketle Rusya-İsrail arasında da bir mutabakatın olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısı ile Rusya hem İran’ı hem de Suriye rejimini artık korumadığı düşüncesi hasıl olmaktadır. Buradan da hareketle Rusya’nın İran ve Suriye rejimleri ile ciddi bir sıkıntı içerisinde olduğu sonucunu göstermektedir.

Bu iki olay birleştirilerek bir değerlendirme yapılacak olursa; Esad’ın artık gözden çıkartıldığı ve devrini tamamladığı sonucu kuvvetle muhtemel görülmektedir. Ki son günlerde Rusya’nın Esad’dan savaş tazminatı olarak 3 milyar dolar talep ettiği, Esad’ın da bu tutarı Suriye ekonomisinin %60’ını yöneten kuzeni Rami Mahluf’tan istediği, Mahluf’un kabul etmemesi üzerine çıkan anlaşmazlık nedeniyle aralarında sıcak çatışmalara varan mücadele olduğu gibi bir söylem uluslararası basına servis edilmektedir.

Dolayısı ile önümüzdeki süreçte Suriye’de yönetimin, yönetim şeklinin ve bir süredir yazım çalışmaları devam eden Suriye Anayasasının değişeceği anlaşılmaktadır.

Son söz; Türkiye, Suriye sahasında 1921 ve 1939 yıllarından itibaren elde ettiği uluslararası kazanımlarının korunmasını garanti altına almak için Türkiye karar alıcı mekanizmalarının hazırlıkları tam olmalıdır. Türkiye; Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, Suriye Türklerinin ulusal ve uluslararası haklarının yeni Suriye anayasasında yer alması hususlarının takipçisi olmalıdır. En önemlisi de Süleyman Şah Türk Toprağının Türkiye’ye ait olduğundan asla vazgeçmeyeceğini ve askerî harekât dahil her hal ve şarta hazır olduğunu göstermeli, Süleyman Şah ve askerlerinin mezarları eski yerine taşınmalı ve eskisinden daha ihtişamlı yeni bir türbe yapılmalıdır.

                        :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

[1] İsmail CİNGÖZ; “Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü Arap Baharı ve Hatay Faktörü”, s. 62, Yade Akademik, 2018, Ankara.

[2] Sabah; “Suriye İç Savaşı 10’uncu Yılında”, 15.03.2020.

[3] İsmail CİNGÖZ; “Suriye’de Barış Gerçekten İsteniyor Mu?”, Ticari Hayat Gazetesi, 18.03.2020.

[4] rudaw.net; “ABD Suriye’de Yeni Bir Üs Kuruyor”, 09.05.2020. https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/syria/09052020

[5] Mete Han KUTLUSAN; “ABD Suriye’ye Giderek Yerleşiyor”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 09.05.2020.

[6] Turgut ADSIZ; “ABD’li Komutanlar Al-Tanf Bölgesinde Devrimci Gruplarla Bir Araya Geldiler”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 09.05.2020.

[7] Sputnik News; “SANA: İsrail, Halep’teki Araştırma Merkezini Hava Saldırılarıyla Hedef Aldı”, 04.05.2020.

[8] CNN; “İsrailli Yetkililer: İran, Suriye’den Çekiliyor”, 05.05.2020.

[9] Ferhat DERVİŞOĞLU; “İdlib’de, Ateşkesten Sonra Evlerine Dönen Siviller, Yıkıntılar Üzerinde İftar Yapıyor”, Hürriyet, 07.05.2020.

Yazar