İşe özel korumalı araçlarla getirilen milletvekillerinin yolunu kesen bilinen Bulgar yazarlarından beşi: Yasen Atanasov, İvan Dimitrov, Milena Fuçecieva, Dimitar Kenarov ve Aleksandır Krıstev tutuklandı. Polis bileklerine kelepçe takarken parlamento kapısına BİN YUMURTA YAĞDI.
Yazarlar ifadelerinde: “Devlet ile mafya arasındaki sıcak temas ve etkileşimin kesin koparılmasını; mafyanın Bulgaristan’ı ekonomik ve politik olarak çökerttiğini; Mafya ve oligarşi tarafından kurulan Oreşarski hükümetinin istifa etmesini, istediler.
Parlamento karşısındaki atlı heykele şu slogan asılı: “HÜKÜMET DEFOLANA KADAR BURADAYIZ!”
2013’te Bulgaristan toplumu nihayet uyandı ve Bulgaristan gerçek demokratik bir topluma er ya da geç ulaşacaktır. Ne var ki, bu yol halen çok uzun görünüyor.
Vatanımızın yönetim yapısında çok esaslı, köklü reformlara ihtiyaç var. Totaliter düzenin tüm devlete çöreklenmiş kalıntılarının temizlenmesi kaçınılmaz oldu. Şu durumda, yani 12 Mayıs seçimlerinden sonra, politik ortamda meydana gelen ve halen devam eden PAT durumunda, Başbakan Oreşarski’ye hükümeti kurma ödevi verenler, mafya-oligarşi yapılanması olduğu görüldü.
Görevlendirenler, mafyanın Bulgar devletini boğmasına Avrupa Birliği’nin seyirci kalmaya devam edeceğini düşünmüş olabilirler. Fakat “derin devlet” Bulgar halkının bu kadar kararlı bir şekilde sokaklara döküleceğini, meydanları dolduracağını ve artık 28 gün ayakta kalacağını öngöremedi. Ahmet Doğan ve tüm Bulgar mafyası, Paşalar, TİM’ciler, “küstahlar”, “güreşçiler” ve bilinen ve bilinmeyen kalın enseliler, onların politik iktidarı bütünüyle ele geçirme yeltenişinin durdurulabileceğini, tezgâhladıkları sinsi oyunların kamuoyuna ve dünyaya duyurulacağını, bütün Avrupa’yı ayağa kaldırabileceklerini asla düşünemediler.
Ülkemizde bitmeyen bir sosyal kovalamaca başladı. Savaş cephesinin bir tarafında orta tabakayı örgütleyen sivil toplum örgütleri, gençler, aydınlar.
Öteki yanda komünizm hurdaları, mafya, olıgarşi, ajanlar, müzevirler, zorlayıcılar…
İşte bu sabah bir genç daha “Vitoşa” caddesinde Yüksek Mahkeme merdivenlerinde üzerine benzin döküp kendini yaktı. Yılbaşından beri 130 direnişçi intihar etti.
Orta tabaka ekonomik ve kültürel yoksullaşmayı durdurup, sefilliğe stop deyip, ulusal nimetlerden daha fazla pay almak, politik yönetime katılmak, adaletli bir sivil toplum düzeni kurmak istiyor. Hükümetin mafyanın ve zenginlerin iktidarı olduğunu görüyor ve ülkemizin daha fazla talan edilmesinin yollarını kesmeye çalışıyor. Azınlık toplulukları bu haklı direnişin yanındadır.
Bu işin içinde bizim için en kötü olan şudur: Kendilerine oy verdiğimiz DPS/HÖH – Doğan-Mestan grubunun bu mafya-oligarşi grubuna bulaşmış, onlarla sarmaş dolaş, iç içe olmuş, kimliksiz durumlarıdır. Yani oylarımızla ayakta duran bu “HÖH’lü oyuncular” mafya işlerine karışarak ellerini kirli işlere bulaştırmıştır. Ard arda mahkeme kararları çıkıyor. Dostlarına nar seriliyor.
Bu işin içinde bizim için en iyi olan da şu olabilir: Sofya’da ve ülkede isyan edenler DPS/HÖH mafyası ile Bulgaristan Türk halkını ve tüm Müslümanları kendilerinden bildiler. Mafyaya karşı direnenler halkımıza, kardeşliğimize sevgi ve saygı göstermektedir. 28 günden beri bize karşı yükseltilen şiar, slogan, pankart olmadı, konuşma yapılmadı, yazılmadı, çizilmedi.
İstenen “İstifa!” Oreşarski hükümetinin tasını tarağını toplayıp gitmesi ve aynı zamanda, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibi mafya bozuntularının da politikadan ebediyen def olup gitmelerini amaçlıyor ve ödünsüz devam ediyor.
Bu direnişlerin ardında güç toplamaya başlayan orta katman, orta halli, kentli, işi gücü olan, aydınlarla sanatçılarla yaratıcılarla kenetlenmiş büyümekte olan bir kitle var. Bu kitle hızla büyüyor ve büyümek zorundadır. Karşımızda teknolojik olarak güçlenmiş bir orta sınıf demokratik cephe oluşturmuş durumda. Adına ister “sivil toplum örgütleri cephesi” diyelim, ister “orta kesim cephesi” diyelim, değişmeyen gerçek şudur: azgın tekelci –mafya sermayesine karşı bilinçlenen ve politik sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan bir örgütlenme oluştu ve dimdik ayakta duruyor.
Belki, 5 partinin ortak bildiri yayınlamasıyla yeni oluşum aşamasına giren “Reformcu Cephe” bu arabayı çekemeyebilir. Bizdeki orta tabakanın şu başkaldırısı, geleneksel Bulgar toplumunun özgürlükçü ve çoğulcu söyleminden bağımsız, siyasi partilerin geleneksel örgütlenme biçimlerinden kopmuş, klasik örgütlenmeyle hareket ettirilemez bir direniş biçimi gösteriyor. Bu politik kitle oluşumu çoğulcu temsil sistemiyle meclisin ana gücünü oluşturma şansını hala muhafaza etmektedir.
Şimdiki direnişlerin dış ülkelerde de enternasyonal taraftar araması doğaldır. Bulgaristan içi sivil toplum başkaldırısı, bu durumla yakın uzak değil, dolaysız ilintili olan Türkiye’deki tüm göçmen ve seçmen soydaş kitlesini hemen kucaklama yolları bulmalıdır. Türkiye’de bilinçli ve demokrasi özlemli çok büyük bir oy potansiyeline sahibiz.
Bu açıdan soydaş derneklere çok büyük ödevler düşmektedir.
Sivil toplum örgütleri eylemlerine katılanların yasalarımıza göre, “protesto etme hakkı”, “mafya şeflerinin devletin en önemli kurumlarına atanmasına karşı koyma hakkı”, “ şiddet dışı gösteri”, “yürüyüş yapma özgürlüğü”, “”Sivil itaatsizlik”, “pasif direniş” tamamen yasal haklardır. Bu konuda yapılan tüm propaganda etkinlikleri desteklenmelidir.
Bununla birlikte “meclis etrafında kahve içme”, oturma eylemi”, “yürüme eylemleri”, protesto yürüyüşleri ile mitinglerin hepsi halk kitlelerinin can alıcı sorunlara ilgisini çekmek ve hukuksal değişiklik yapmak amacıyla yapılan çalışmalardır. Örneğin, bugün Seçim Yasasında değişikler yapılması ve soyguncu ve talancıların, kanun kaçaklarının meclise dolmasının önlenmesi için direniş veriliyor.
Bu eylemler adaletsizlik karşıtı, şiddet karşıtı, eşitlikçi ve demokratiktir. Bu anlamda direnişlerin şiddet içermemesi, bir prensip değil şartların getirdiği bir yöntemdir ve şimdilik iyi sonuçlar vermektedir. Parlamento kapısında aynı anda bin yumurta patlatmak da, bu direnişin özgün bir biçimidir.