İnsanlık tarihiyle birlikte başlayan hakimiyet mücadelesi, ilk devletlerin ortaya çıkmasıyla her geçen gün daha sistematik bir hale evrilerek gelişmesini sürdürmüştür. Bu gelişmede insanların yaşadığı çevrenin etkili olduğu muhakkaktır. Zira insan, coğrafi yapıyla paralel olan çevre ile az ya da çok bir etkileşim içerisinde olmuştur. Dolayısı ile çevresel etkenlere bağlı olarak toplumların karakterleri, kültürü, dili, giyim-kuşam-yaşayış tarzları ve üretim faaliyetleri illaki değişiklikler göstermiştir. Bu çerçeveye bağlı olarak ülkelerin milli güçleri de şekillenmiştir.
İbn-i Haldun’a ait olduğu teyit edilememiş olsa da O’na atfedilen “Coğrafya Kaderdir” sözü[1] de coğrafyanın, milletlerin tarihteki yerlerini belirlemedeki kriterlerini göstermesi açısından önemlidir.
MÖ 220’lerde Hun Türkleri adıyla tarih sahnesine çıkan Türk Milleti’nin kuşkusuz ki tarihteki yeri ayrıdır; çünkü yetişme tarzları ve teşkilatçı karakteristik özellikleri ile Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında irili ufaklı onlarca imparatorluk, devlet ve beylikler kurmayı başarmış ve varlıklarını bu günlere kadar sürdürebilmiştir. Türkler, kurdukları ülkenin gerek coğrafi gerekse jeostratejik ve jeopolitik şartlarına göre dostlarıyla iyi ilişkiler, düşmanlarıyla her türlü mücadele yöntemleriyle tarihte mümtaz bir yere sahiptirler.
Bu arada; MÖ 27-MS 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 1206-1368 yılları arasında Cengiz Han İmparatorluğu 1299-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu başta olmak üzere birçok küresel imparatorluklar varlık gösterse de süreç, 15. Yüzyıldan sonra farklı konseptle seyretmeye başlamıştır. Zira coğrafi keşifler ve Sanayi Devriminin, ülkelerdeki hakimiyet anlayışlarında çok ciddi farklara sebep olduğu görülmektedir.
15. yüzyılın hemen başından itibaren Portekizli ve İspanyol kaptanlar tarafından başlatılan coğrafi keşifler ile gelişmeye başlayan sömürgecilik zihniyeti, 18. Yüzyılda Sanayi Devrimi ile vahşi bir hal almıştır. Zira artan hammadde ihtiyacı ile Batı ülkeleri arasında kıyasıya bir mücadele sürecine girilmiştir.
Avrupa’nın iç çekişmelerinden ve mücadelelerinden uzak duran İngiltere, I. Elizabeth döneminde bütün gücüyle okyanus ötelerine yönelmiş, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne koloniler kurmaya başlamış ve Kanada bölgesini ele geçirmiştir. Bir taraftan da Pasifik bölgesine yönelen İngiltere, ilerleyen yıllarda Hindistan, Güney Afrika, Avustralya ile birlikte yüzlerce ada ve adacıklara sahip olmuştur. Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ile Akdeniz’e de uzanan ve Mısır’ı da işgal eden İngiltere, 16’ncı yüzyıldan itibaren yayılmacı politikasıyla dünyanın dört bir yanına yerleşerek ve kanlı bir sömürge zinciri kurarak 19. Yüzyılda “Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk” unvanına sahip olmuştur.
Sömürgecilik yarışında denizlere hakimiyetin önemi ön plana çıkmıştır. Bu süreçte “Denizlere hâkim olan bir devlet tüm dünyaya hâkim olur” sözleriyle özetlenen Deniz Hakimiyet Teorisi’nin kuramcısı Alfred Thayer Mahan (1840- 1914), coğrafyaya farklı açıdan yaklaşmış ve ABD’nin 20. Yüzyıl deniz stratejisinin kurucusu olmuştur.
“Savaşı sınırlarından uzak tutacaksın, dünya üretim ve ticaretini, enerjiyi ve enerji nakil yollarını kontrol altına alacaksın, bunu denizlerde varlık göstererek ve denizleri kontrol ederek gerçekleştireceksin” diyen Mahan, teorisinde ayrıca; hareket kabiliyeti ve ulaşımda denizlerin daha elverişli olduğunu, aynı zamanda hem kara hem de denizlerdeki yer altı ve yer üstü kanyakları ile irtibatlı olmak için denizlere hâkim olmanın önemine özellikle dikkat çekmiştir[2].
Mahan’ın fikirleri, dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt’i büyük oranda etkilemiştir. ABD ilerleyen süreçte bu fikirleri geliştirerek uygulamaya geçerken, dış politikasını bu endeksle inşa ederek, denizlerdeki gücünü dengelenemeyecek kadar arttırmayı başarmıştır. Zira ABD’nin küresel güç olmasındaki en etkili etmenlerden birisinin bu olduğu hatırda tutulmalıdır.
ABD için Mahan’ın kuramı kadar önemli bir diğer kuram da Hans Joachim Morgenthau (1904-1980)’nun Güç Kuramı’dır.
Güç Kuramı Teorisinde Morgenthau, Milli Gücü;
Nicel Unsurlar; “Coğrafya, Doğal Kaynaklar, Ekonomik Kapasite, Askeri Hazırlık Derecesi, Nüfus”
Niteliksel Unsurlar; “Ulusal Karakter, Ulusal Moral, Diplomasinin Niteliği, Hükümetin Niteliği”
Alt başlıkları ile tasnif ederken[3], coğrafya unsurunu en başa aldığı görülmektedir.
***
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, sonuçları itibariyle dünya ülkeleri; NATO, Varşova Paktı ve Bağlantısızlar Hareketi olarak üç ana kamplaşma etrafında bir araya gelmiştir.
Bağlantısızlar Hareketi; 2015 yılı itibariyle 120 üye ve 20 gözlemci ülkeden oluşan, dünya nüfusunun %55’ini ve Birleşmiş Milletler (BM) üyelerinin 2/3’ünü oluştursa da küresel sitemde etkileri zayıf kalmıştır. Ancak ABD liderliğindeki NATO ile Sovyet Rusya liderliğindeki Varşova Paktı, 1990’a kadar devam eden Soğuk Savaş süreci ile zorlu bir mücadele döneminin ana kahramanları olmuşlardır.
Sovyet Rusya’nın kontrollü bir şekilde dağılması ile kısa bir süre adeta dünyanın tek lideri konumuna ABD gelse de Rusya kısa zamanda toparlanmayı başarmış ve kısmen de olsa ABD karşısında denge unsuru olarak yer alabilmiştir. Ancak hiçbir zaman Soğuk Savaş yıllarındaki kudretine erişememiştir.
Bu süreçte Rusya eski küresel gücünü tekrar elde edememiş olmakla birlikte; ABD’nin de her geçen gün zayıfladığı çeşitli etmenlerle kendini göstermeye başladığı görülmektedir. Hatta bazı eyaletlerde ciddi manada ayrılıkçı fikirlerin tartışıldığı, ayrılıkçı örgütlenmelerin yoğunlaştığı ve ABD’nin dağılma sürecine girdiği dahi tartışılır olmuştur[4]. Ayrıca yaşanan ciddi ekonomik krizler, uluslararası güç dengelerindeki değişimlerin bir araya gelmesiyle ABD’nin uluslararası sahadaki yaptırım gücünün de zayıfladığını göstermektedir.
Rusya ve ABD tarafında bunlar yaşanırken 1990’lardan itibaren dış politikasında önemli değişikliklere imza atan Çin, 2000’lere gelindiğinde aktif dış politikası ve ekonomik yükselişi ile dikkatleri çekmeye başlamıştır. Hammadde ve enerji açığını kapatmak için ticari ve ekonomik çıkarları kapsamında enerji ithalatı güvenliğine öncelik vererek geliştirdiği bölgesel politikalarını[5] her geçen gün genişleterek Orta Asya, Güneydoğu Asya ve Afrika sahası ekseninde genişletmesini kendisi için tehdit olarak algılayan ABD, “Uyuyan Ejderha” Çin’i gelişme aşamasında engelleyebilmek adına Pasifik Bölgesine güç kaydırmaya başlasa da[6] zayıflamaya başlayan siyasi gücü nedeniyle istediği etkiyi henüz başaramadığı görülmektedir.
Doğuda Çin geliştirdiği ekonomik ve siyasi hamlelerle kendini gösterirken Batıda İngiltere’nin Brexit referandumu ile 1 Ocak 2021 itibariyle AB’den ayrılması, birçok düşünce kuruluşu ve uzmanları, İngiltere’yi AB’den ayrılmaya iten sebepleri araştırmaya sevk etmiştir[7]. Değişik görüşler ortaya çıkmış olsa da kadim İngiliz siyaset aklının, zayıflayan ABD’nin boşaltacağı küresel sahayı doldurmaya en kuvvetli aday olarak kendini gördüğü muhakkaktır.
Bütün bu süreçler adım adım yaşanırken Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın 3 Ekim 2009’da bir araya gelerek “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi)” adıyla, 2018’de “Türk Keneşi”, 12 Kasım 2021 tarihinde ise adını Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirerek örgütlendikleri dikkatli gözlerden kaçmamıştır. Zira inşa süreci devam eden Yeni Dünya Sistemi’nde Türk Devletleri adeta “Biz de varız” olgusunu sessizce ortaya koymuştur.
2018’de Özbekistan üye, Macaristan gözlemci olarak oluşuma dahil olurken; 2020 yılında Ukrayna gözlemci olmak istediğini açıklamış, 2021 yılında Türkmenistan gözlemci üye olarak yer almış, Afganistan resmi olarak gözlemci statüsü ile katılım başvurusu yapmıştır.
***
Küresel sahada ülkeler konumlarını belirlemeye çalışırlarken bu arada; 2014’ten itibaren devam eden Rusya-Ukrayna Krizi, 24 Şubat 2022 günü Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtı ile yeni bir süreci başlatmış ve uluslararası güç dengelerinin yeniden dizayn edileceği gerçeğini açığa çıkartmıştır. Zira Ukrayna karşısında azametli Rus ordusunun birkaç gün içerisinde Ukrayna’yı ezip ele geçireceği beklentilerinin boşa çıktığının görülmesi bazı çevreleri şaşırtırken, bazılarını da hayal kırıklığına uğratmıştır.
Devlet Başkanı Zelenski önderliğinde Ukrayna ordusunun ve halkının muhteşem bir direniş sergileyerek devasa Rus ordularına karşı koyması, Rus lideri Putin özelinde Rusya’nın bir dizi taktik ve stratejik hatalar yapması nedeniyle yaşanılan başarısızlığa bağlı olarak; iç politikasındaki sıkıntılar, uluslararası sahada yalnızlaşma ve ekonomik ambargolar nedeniyle Rusya’nın barış görüşmelerine razı olması ve işgal ettiği bazı Ukrayna bölgelerinden çekilmeye başlaması, Rusya’nın psikolojik olarak yenilgiyi kabul ettiği şeklinde değerlendirilmelidir.
Ukrayna-Rusya Savaşı’nın ilk gününden itibaren tarafsızlığını muhafaza etmesi ve arabulucu ülke konumunda olmasına bağlı olarak, Türkiye’nin bölgesel gücünü yükselttiği şeklinde değerlendirilebilir.
Sonuç Olarak;
Soğuk Savaş yıllarının azametli Sovyet Rusya’sının varisi Rusya’nın, kendisinden kat kat küçük bir ülke olan Ukrayna karşısında yaşadığı beklenmedik başarısızlığı nedeniyle uluslararası etki gücü oldukça zayıflamış, bünyesinde yer alan azınlıklarla yaşadığı sorunlara bağlı olarak yakın gelecekte yeni bir dağılma sürecine girebileceği beklentilerine sebep olmuştur.
Ukrayna karşısında pazarlık gücü zayıflayan ve çekilmeye başlayan Rusya, 2014 yılında ilhak ettiği Kırım ile Lonaks ve Doneks bölgeleri ile işgal ettiği Ukrayna’nın Karadeniz kıyıları üzerinden pazarlıklarını sürdürmeye çalışacak ve en azından Kırım ile yetinmeye razı olabilecektir.
Ukrayna ise Kırım dahil toprak bütünlüğünün korunması hedefli pazarlık yürütecek ve yüklü miktarda savaş tazminatı talebi olacaktır. Ayrıca Lonaks ve Doneks bölgelerindeki ayrılıkçı Rus yanlılarının ve bu sahadaki Rus etnik yapısının Ukrayna topraklarını terk etmelerini (Rusya’ya gitmelerini) de isteyeceği öngörülmektedir.
Yeni dünya sisteminin Batı bloğunun liderliğine göz diken İngiltere, tarihi geçmişindeki tecrübeleri ve kadim İngiliz siyaseti ile Birleşik Krallık bağlısı ülkeler ve kolektif bir zekâ ile dizayn ettiği eğitim sistemi sayesinde dünyanın dört bir yanından kabul ederek ileride devlet kademelerinde yer alacak çocukların da yer aldığı eğitim sistemi de göz önüne alındığında Batı’nın en kuvvetli aday ülkesi olduğu hatırda tutulmalıdır.
Doğu’nun yükselişi önlenemeyen dev Çin ekonomisinin, vahşi bir şekilde küresel güç olma yolunda emin adımlarla ilerlediği görülmektedir. Kuşak Yol Projeleri ve sınırsız kredilerle borçlandırma politikaları gibi çeşitli girişimleri Çin’e istediği fırsatı ele geçirmeye her geçen gün daha da yaklaştırmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti merkezli ve Türk Cumhuriyetlerinin de bu süreçte etrafı tedirgin etmemeye çalışarak teşkilatlanmasını yavaş yavaş yürüttükleri görülmektedir. Hatta kurulduğu ilk günden itibaren her geçen gün sayıları ve etkileri büyümeye başladığı görülen Türk Devletleri Teşkilatı, beklenmedik şekilde Ukrayna-Rusya Savaşı’nın en kazançlı taraf olabileceği de kuvvetle muhtemel görülmektedir.
Son söz olarak;
Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ile olası yeni üyelerinin zaman kaybetmeden Yeni Dünya Sistemine hazırlıklar kapsamında; tarım, hayvancılık, küçük, orta ve ağır sanayi, yazılım ve bilişim sektöründe, silahlı kuvvetleri ile otomotiv ve uzay teknolojilerinde kendine yeter hale gelmek, hatta ihracatçı ve tedarikçi ülke konumuna gelmek üzere yatırımlara hız verilmelidir.
Karar alıcı mekanizmalar; yatırımları olabildiğince yerli sermaye ile yapmalı, yatırım ve işletme sürecindeki olası yolsuzluklara karşı sert yasal düzenlemeler getirmelidir.
:
İsmail CİNGÖZ; Uluslararası Siyaset Uzmanı/M.A.- BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] “İbn Haldun’a Ait Sanılan ‘Coğrafya Kaderdir’ Sözü”, Malumatfurusorg, 02.02.2021.
[2] Fahri ERENEL; “Deniz Hakimiyet Teorisi ve Doğu Akdeniz”, Global Savunma, 15.10.2020.
https://globalsavunma.com.tr/deniz-hakimiyet-teorisi-ve-dogu-akdeniz.html
[3] “Jeopolitik Teoriler ve Coğrafi Güç”, Coğrafya Bilim, 07.07.2011.
https://cografyabilim.wordpress.com/tag/deniz-hakimiyet-teorisi/
[4] İsmail CİNGÖZ; “ABD Dağılır Mı?”, Ticari Hayat Gazetesi, 06.01.2021.
[5] Emine AKÇADAĞ, “Amerika’nın Yeni Güvenlik Stratejisi” BİLGESAM, 15.02.2015.
[6] İsmail CİNGÖZ; “Yükselen Güç Çin-ABD Mücadelesi ve Türkiye”, Ticari Hayat Gazetesi, 02.01.2019.
[7] İsmail CİNGÖZ; “İngiliz Aklı”, Ticari Hayat Gazetesi, 20.01.2021.