Doğum- 1917
Ölüm- 1997……
(yaşasaydı – (2017) 100 yaşında olacaktı)
Yöremizin ünlüleri derken, hiç unutamıyacağım bir insanın siması canlanıyor gözlerim önünde. 25 yıl bir sofrada oturduğum için değil, kayın pederim olarak sık sık elini öptüğüm için değil. Tüm yöre insanlarımızın gerçek aydını gerçek hocası, gerçek efendisi olduğu için onu sık sık anıyor, heyecanlanıyorum. Yokluğuna da bir o kadar üzülüyorum. Peki, kimdir bu Şevket Efendi? Yetiştiği dönemlerde, dağ yamaçlarında dev bir kişi tarafından tohum saçılmışçasına serpilmiş evlerde okumuş ,ışımış kimse yokmuş. Askere gidene mektup yazacak, askerden gelen mektubu okuyacak insan bulunmuyormuş. Böyle cehalet karanlığında bir kıvılcım, bir ateş gibi parlamış, alevler halinde yükselmiş Şevket Efendi. Daha küçük yaşta babasını kaybetmesine rağmen, daha 11 yaşındayken yaşlıların ardına takılıp ülkenin çeşitli yerlerine gitmiş, başka işlere gücü yetmediği için at otlatıp onları suluyormuş. Sığırlar güdüp ırgatlığın tadını almış. Yaşlılar arasında bel bükmüş, buyurulan her işi yerine getirmiş ve güven kazanmış. El kapılarında bir lokma ekmek için büzülmenin, bel bükmenin , gözyaşı dökmenin ne olduğunu daha o zaman anlamış. Ama o herşeyi öğrenmek, herşeyi bilmek istiyordu. Belki de ondandır bu merakla yaşadığı ve gördüğü işin ağırlığını hissetmiyordu bile. Yaşamın bir çalışmak olduğunu da sezmiş gibiydi. Ya sürüneceksin, ya da ırgat olarak bile ekmeğini kazanacaksın. Yorgun dizlerinde iğneliyen acıları sezdiği zamanlarda bile üç buçuk yaşındayken ilk ve son kez babasını şöyle hatırladığını söylüyordu bizlere; “ Bir yaz akşamıydı, iriyarı bir adamın atından inerek beni kucaklıyarak , küçücük ellerimi o kocaman avuçlarının arasına nasıl da alıp okşadı,okşadı” derken sanki o atlıyı canlandırıyordu gözlerinin önünde. “Ne unutulmaz bir anı bu Allahım”- diyerek o kendine özgü gülümsemesiyle bizlere bakıyordu….Ömrü boyunca hep bu anıları yaşıyarak, içindeki acıyı yanındaki torunlarının başlarını okşıyark acılarını söndürmeye çalışıyordu. Şevket Ahmet orta okulu bitirince hemen tahsiline devam edemiyor. Maşkılıdan Kırcaaliye kadar sırtında odun yüküyle saatlerce yol yürüyüp ailesini geçindirmeye çalışıyordu. Böylece ekmek parasını sağlıyordu. 25 yaşında dul kalan anası altı tane boğazı beslemek için dikiş makinesi başında göznuru döküyormuş zaten. Nihayet onun okuma merakını sezen ağabeyi Ömer herşeyi göze alarak onu Şumnuya göndermiş. Şevket tam 5 yıl uygarlığın merkezi Şumnu şehrinde “Medresetünnüvvap” ta eğitimini tamamlıyor . 1939 yılında mezun oluyor. Tatil zamanında gene köyüne dönünce o kırmızı fesi ve beyaz sarığıyla tüm yöre halkının sempatisini kazanıyor, onların sevgi seli ile karşılaşıyordu. Köydeşlerini çok seyrek rastlanan kibarlığıyla, bilgisiyle, hareketleriyle büyülüyor,etkiliyordu. Şevket Ahmet artık Şevket Efendi diye anılmaya başlıyor. Camilere davet ediliyor, dualar yapıyor, mevlitlerde, toplantılarda onun kibar görünüşü ve sözleri halkı fethediyor . O zaman köyler , Rodoplar insan doluymuş. Bir sırasında mevlid duası sonunda elleri amin için göklere açmış okul torbaları sırtında genç kızlar görüntüsü onun gözünden kaçmamış olacak ki, genç hoca istemiyerek bir tanesine gözleri ilişiyor , içine sımsıcak duygular doluyor ve bir kıvılcım gibi içini ısıtıyor . Sonra yıllar geçiyor ve Ömer ağbisi ona bir yuva kurmak zamanı geldiğini söyleyince ,yakın köyde uygun ve iyi bir aile kızını istemiye gideceklerini söyleyince hiç tereddüt etmemiş, ve hiç görmediği, bilmediği bir kızla evlenmesi için ağabeyine hiç mi hiç itiraz etmemiş. Tertemiz bir kalbe sahip olan Hoca karşı gelmemiş ve allahın emriyle, peygaberin kavliyle , gelenek ve göreneklere uyarak evlenmişler. Talih bu ya, bir de ne görsün, hayretler içinde o elleri amin duası için göğe açan o öğrenci kız ….ve kendini çok, ama çok mutlu olduğunu hissetmiş. Kadere inandığını söylerdi.Onunla her konuda konuşan ben , kayın validemle nasıl aile yuvası kurduklarını sorduğumda bana bunları anlatmıştı.
Kayınpederim Şumnu Nüvvap Okulundan mezun olunca, Kırcaali Türk Pedagoji Okulunun ilk Türkçe hocası oluyor. 20 yıl Kobilane’den şehre yaya gelip, öğretmenliğe devam ediyor, bölgedeki Türk aydınlarını yetiştiriyor. Şevket Efendi askerlik borcunu bölüğün katibi olarak ödüyor. Askerlikteki bölüğün subayı künyesine bulgarca okumayı ve yazmayı mükemmel bilen bir kişi olduğunu kaydetmiş. (tüm ona ait olan evraklar bana emanet-onlardan görebiliyorum) Askerlikten döndükten sonra şu 1983 yılında müzeye döndürülen o zamanın Medresesinde yüzlerce gencin eğitimini sağlıyor …Okul dışında konferanslar veriyor. Şevket efendi Şumnu Medresetünnüvvap 1939 mezunu Güney Rodopların en gözde aydınlarından…1917 Maşkılıda doğmuş büyümüş Şumnudan bu medeniyet merkezinin okulunu bitirince Rodoplara dönmüş ve Kırcaalide önce ilkokul, sonra rüştiye kısmında öğretmenlik yapmıya başlamıştır. 1951 yılında açılan Türk Pedagoji okulunda türk dili edebiyatı öğretmenliği yıllarında 1939-1959 tam 20 yıla aşkın yüzlerce aydınlar yetiştiren tek öğretmen sıfatını kazanmıştır. Onun kimliğini, karakterini, en güzel ve en geniş şekilde dr. İsmail Cambazov “ Eşiğim ve Beşiğim” kitabında ifade etmiştir. 1960-lı yıllarında bilimsel ateizm gelmişti, gazetelerde, radyolarda, batıl dinlere, hele de islamiyete ver yansın ediliyordu. Allaha, peygambere, inananlara zorluk çıkartılıyordı. Parti gençlik örgütü üyelerine, öğretmenlere, aydınlara, camilere, ve kiliselere gitmeyi de yasaklamıştı. Hele hele de öğretmenler sık sık bilimsel ateizm konferanslarına, çağırılıyor, ve kendilerine materyalist bilgiler veriliyor ve her an takip ediliyorlarmış. Benzer bir öğretmenler konferansı sonunda 1958 yılında prof.dr. olan Nikolay Mizof islam aleyhinde konuştuktan sonra Şevket efendi elini kaldırmış ve söz istemiş. Kürsüye davet edip sözü ona vermişler. Fakat o olduğu yerden ayağa kalkmış ve adeta bağırmış; “Ben kürsü adamı değilim, buradan, yerimden söyliyeceğim söylemek istediklerimi “– demiş türkçe olarak. Bulgarca konuşta herkes anlasın –demişler. “Ben türküm ve türkçe konuşacağım” demiş genç öğretmen yerinden . “Konuş”- demişler. “Ben profesör Mizov yoldaşı dikkatle dinledim ve söyliyebilirim ki konuştukları hepsi sonuna kadar uydurmadır , benim dinime karşı büyük bir iftiradır. Onun okuduğu ayetlerin hiç birisi kuranda yoktur. Hazreti Muhammet profesörün zikrettiği sözleri hiç bir zaman söylememiştir. “ demiş….. Şevket efendinin bu adeta beklenmedik haykırışı bir bomba gibi salona düşüp patlamış. Üstüne çullanmak için hemen onun oturduğu arka sıralara koşmuşlar. Bulamamışlar, onun olduğu yer bomboşmuş . Söyleyip, başını yukarı kaldırıp salonu terketmiş. Kediyi sütten kovmıyacak kadar merhametli olan, bu mütevazılığıyla anılmış insan, son derece terbiyeli öğretmen kargaşadan uzaklaşmış. Hayır- o korkudan kaçmamış, bu utanç veren profesör konuşmasından sonra, sadece salonun dışına nefes almak için çıkmış. Bu hadiseden sonra ona istifa vermek için çağırdıklarında, ne görsünler o az önce kendi istifa etmişti gönüllü olarak. Başına geleceğini bile bile. Onun sonra işe geri dönmesi için azerbaycanlı bir öğretmen olan Gaffurzade ; “o dinsiz bu dinsiz aramızda bir de din adamı olsun ne olacak sanki “diyerek geri almaları için yardımda bulunmuş. Ellili yılların başlarında; Türkiye’de Cumhuriyeti fes giymeyi yasaklamasına rağmen, Bulgaristanlı komünistlerin de bu tür geleneksel giyim ve kuşanmaları beğenmemelerine rağmen, Şefket Efendi; altın sarısı sarıklı, kırmızı fesini, hiç çekinmeden giyen; nur yüzlü ve dik başıyla da kalmış o sıralar… Şevket Efendi, Bulgaristan’ın Kraliyet devrinde; Şumnu şehrinde bulunan Nüvab Mektebinin, bir üstünden mezundu; şimdi bizde “İlahiyat Lisesi” manasına gelen; “Nüvab Mektebinin”, bir üstünden, yani “Âlî İmam Hatip Mektebi” mezunu idi. 1948 yılına kadar, faaliyetini sürdüren, bu mektebin; muhteşem şekilde muasırlaştırılan bir Tedrisat Programı varmış . İşte Şevket Efendi, bu mektepten mezun idi… Şefket Efendi, Medrese (türk okulları kapanınca 1960’dan 1976 yılına (emekliye ayrılana kadar) Maşkılıda( Kobilane’de) öğretmenlik ve eğitmenlik yapıyor ve ozan Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın “Balkanlarda Türk Ünlüleri” adlı kitabında hakkıyla yerini alıyor. O 40 yıl öğretmenlikten sonra 1976 da emekliliğe ayrılıyor, fakat emekli olmasına rağmen hiç bir şekilde cemaatten ayrılmıyor , daima halkla içiçe ,insana yakışır şekilde hayatını sürdürüyor. Yöremizde onu tanımıyan, onu sevmiyen yoktur. Onu saygı ve minnetle anarlar. Şevket efendi 1997 kasım ayının sonunda, perşembeyi cumaya bağlayan gecede ,tam üçayların başlangıcında , sessizce yaşadığı gibi, sessizçe, bizlere, çocuklarına güzel nasihatler vererek, gülümsiyerek aramızdan ayrılarak hakkın rahmetine kavuştu, çok sevdiği hayata, dünyaya, yaşama veda etti. Ruhu şaad olsun…. Bunları yazan ben onun gelini Habibe Ahmetova , kayınpederim Şefket Ahmet’in etkisiyle Türk ve dünya edebiyatını tanıdım , kalemim sanki daha da güçleşti.
Beni Şefket Efendi edebiyat, felsefe, etik, tarih, coğrafya vs. bilim alanlarında yetiştirdi.. Dünya klasik edebiyatını ondan öğrendim, Federiko Garsiya Lorka’yı ondan duydum, Bayron, Şeli ve Foyerbahla beni o tanıştırdı, 21 yaşında onun evine gelin oldum Öğretmen olarak kendi köyüm Köselerde çalışıyordum o zamanlar. Ayrıca kayın pederim bana armağan olarak o zamanlar (1974 yılıydı ah ne kadar değerliydi benim için, ki hala da değerli) çok değerli bir miras, 50 ciltlik kütüphane hediye etti ve ben onu daha da zenginleştirdim yıllar geçtikçe…..
2001’de ilk Türkçe şiir kitabım çıktı.. Adı “Gönül Yaprağı”, 2003’de ise Bulgarca dilinde olan “Nad predela”- 2005 -de “Şafakla gülebilsem” şiir kitaplarım yayımlandı.Her üç kitapta da şiirlerden başka, yaşadığım bazı önemli olaylar üzere düşünceler içeren yazılarım yer alıyor. En çok doğa olaylarını kaleme alıyorum ve bana güneşim, yollarım, esen rüzgarım, kır çiçeklerim, gurubum, gökyüzüm, yağmurum ilham verdiklerini hiissediyorum ve düşünüyorum. Ayrıca insanlar arasında görülen barış, hoşgörü, insanlık, kardeşlik, adalet, doğruluk, güzellik gibi değerler bana ilham kaynağı oluyor.
Celiloğulları mahallesi-Kırcaali-Bulgaristan
Şubat *2017