Sayın okuyucularım, siz çocukluğunuzda hiç çift sürdünüz mü?

 

Sol elinde arkası yastı demirli örende, pulluğun peşinden koştun mu? “Diii!” dedikçe, öküz kabalarına iğne basıp, kırkayaklar çıplak parmaklarıma dolanmasın, köstebekler ayağını ısırmasın diye dört göz olup, ıspatulayı ikide bir tezeklere vurdun mu?
 
Şayet bahçıvan ailesinde yetişmişsen akşam suladığın sebzelikte sabah yüzlerce köstebek tümseğini görünce deliye döndüğün mü?
Üstüne annen “çabuk çabuk, al şu çapayı ve hemen bul, gebert şu köstebekleri!” dediğinde, çılgına döndün mü?
Köstebekler toprağı kirlettiği, suyu ise zehirlediği için, annem öldürdüğüm köstebeklerin kafasını taşla ezer ve onları çöp arabasına atardı. Bir de ardından, nereden gelip bizi buluyorlar diye, puflardı. Annem köstebek yolunun karanlık bir yol olduğuna inanmıştı.
Yazımızın konusu tarla köstebekleri değil, sosyal köstebeklerdir, yani açtıkları deliklerde yaşayanlar değil, aramızda dolaşanlardır.
 
Yakınlarını gammazlayan, arkadaşlarını ihbar eden, dostlarını mimleyen, birlikte olduğu insanların niyetlerini doğru dürüst anlamadan onları ispiyonlayan kişilere “köstebek” denir. Polis tabiridir. Yerli ya da dış istihbarata bağlı olarak, gerçek kimliğini ve niyetlerini belli etmeden, sinsi iş gören ajanlar için kullanılır. Bu anlamda “köstebek” bir ispiyondur, casustur. Köstebeklerin iyisi ve kötüsü vardır.
 
Birinci grup, iyileri, barış, demokrasi, insan hakları ve özgürlük davası uğruna çalışır, bu işi gönül vermişlerdir, pek çok suikast, katliam, hatta savaş, yolsuzluk ve hırsızlığı vb. önlemişlerdir. Toplum bu cesur ve yürekli insanlara saygı duyar, sevgi besler.
 
İkinci grup, ispiyon-ajan yani haindir.
Onlar, halkını, vatanını, en yakın dostlarını, partisini, derneğinide olan biteni her şeyi yalan yanlış ihbar edip, büyük kötülüklere sebep olur çevresine zarar verenlerdir. İkiyüzlü hatta üçyüzlü pısırık, ruhu kirli, yüreksiz kişilerdir.
1990’na önce bizde Bulgaristan’da sürgün gidenlerin büyük çoğunluğunu bunlar gibileri tarafından ispiyonlanmışlardır.  
İhbar edilip hapse düşenlerin sayısı büyüktür. Kimliğini ve ruhunu satmış olanlar asıl bizim kendi içimizde olanlardı. Birçokları insanlarımızın yüzüne bakamayacak şerefsiz duruma düşmüşlerse de bu gün yine en democrat onlardır.
 
İhanetçiler hak ve özgürlüklerimizi elde etmemizi baltaladı.
1990’da kurulan Hak ve özgürlük partisinin Bulgar gizli servisi “DS” ajanlarının kurduğu yıllar sonra anlaşıldı. HÖH kurucusu ve lideri Ahmet Doğan’ın ise hem Bulgar gizli servisi ajanı, hem de Bulgar dizli servisi tarafından Ruslara verilmiş bir özel ajan olduğu 20 yıl sonra su yüzüne çıktı. Bu kişiliksiz amma güzel eğitilmiş, sözde hapisten geçmiş ajanın çok özel ödevlerini de artık görebildik.
Şöyle sıralayabiliriz:
 
1.      Yıkılan totaliter rejimin ana kadrolarını korumak;
2.      Demokrasinin yaşam gücü toplamasına engel olmak;
3.      AB üyeliği ile ilerleme yolumuzu kesmek;
4.      Bulgaristan tarımını çökertmek;
5.      Bulgaristan vatandaşlarını zorluklar içinde ezip süründürmek, bir yudum ekmeğe muhtaç etmek;
6.      Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Rusya yörüngesinden çıkmasına yol vermemek;
7.      Bulgaristan’daki Türk ve öteki Müslüman azınlığını hak ve özgürlük yalanlarıyla uyutmak, bilinçlenmesini ve kültürel dirilişini her bakıma baltalamak.
 
Bizdeki, artık bilinen ajan ve ihanetçilerin elebaşı, en büyük haini A. Doğan’dır. O, Bulgaristan’da Müslümanlara ve tüm diğer mazlum ve ezgin kardeşlerimizi ispiyonlamakla yetinmedi, hepimizi yalandırdı, bizi bozuk para gibi harcadı. Hepimizi Rusya’nın Balkan politikası uğuruna kurban etti. 23 yıldan beri, Rus istihbaratı (KGB) için çalışarak milli menfaatlerimizi de sattı.
 
Bulgar devletinin vatandaşları olarak geçen son 135 yıllık tarihimizde aramıza sızan hain ajan-köstebeklerden çok çektik.
 
Balkanlarda iyi komşuluk ve hoşgörünün emsalsiz örneklerini sergilemiş olsak da, hep kötülendik, hor görüldük, bin bir suni güçlüğe tosladık, 8 büyük göç yaşadık, sülalelerimiz, ailelerimiz parçalandı, hepimiz dünyanın herhangi bir yerine dağıldık, öksüz kaldık. Köylerimizi, kasabalarımızı, evlerimizi, tarlalarımızı, çayırlarımızı, korularımızı, camilerimizi, medreselerimizi, okullarımızı bırakıp yeni yurt aramak için yollara dökülmemizin nedenlerinden biri de aramıza sızan kötü niyetlilerin huzurumuzu, yaşam tarzımızı, kurduğumuz düzeni bozmalarıdı.
 
Faşizm döneminde bizde köstebek çalıştıranların başında GEŞEV gelirdi. Mesleğinin şarlatanı olan Bulgar siyasi polisi daha sonra BKP MK Birinci Sekreteri olan T. Jivkov’u bile kendine özel ajan yapmıştır. Öyle ki, öteden beri bir köstebek tarlası olan Bulgaristan’da kimin eli kimin cebinde pek belli değildir.
 
Bizde, 1990’da sanki yeni bir toplumsal sözleşme, yeni bir denge oluştu da, yılların geçmesiyle durumun iki ucu keskin kılıç olduğu ortaya çıktı. Oyun içinde oyun olduğu görüldü. Bir sürü entrika yaşandı.
 
Kendilerine efsane kahraman havası verenler yollarda, evlerinde kurşunlandı.
 
Gizli servisler 1990’dan sonra bizim tarlalara yeni tohum attı, bitenleri kazdı suladı, ayırdı, koşulları belirledi, işe yaramayanları elden çıkardı.
Yeni örgütlenme Bulgaristan devletine bağlı olmamalıydı.
Sigorta şirketlerinde köstebek şebekesi örüldü. Bu işte SİK, VİS, TİM başarılı oldu.
Bu işin iplerini herzaman olduğu gibi yine bu defa da Moskova çekti.
Biz Bulgaristan’da Müslümanlar Türkiye’deki soydaşlarımıza çok özel ödevler ayrıldı.
Bizim insanlarımız tekrar kullanılmalıydı. Bizim insanlar tekrar basamak olacaktı.
Biz, sıvazlana sıvazlana ezilecektik. Başımıza sarılan “lider” Moskova’nın eliyle istasyon şefi olarak atandı. Saraya yerleştirildi, zırha büründü.
 
O, ne Bulgar ne de bir Türk’tü.
Moskovanın tam aradığı adamdı. Milli duygusu olmayan bir şopar bozmasıydı. Kafasından tüm bilgileri alınmış, hafızasının ötesinde berisinde kalan bazı ayrıntılar zehirlenmiş, kafatası VERO ile yıkandıktan sonra içine ıslak saman doldurulmuştu.
 
O sadece denileni yapacaktı!  
Samanı yiyecek öküzün etnik ve milli bilinci olmayacaktı.
Başka önemli bir koşul da yoktu. Köstebekler doğadan zehirli olan bir mahluklardı.
 
Bulgaristan’ın demokratikleşmesinden ana payı köstebekler almalıydı.
Şebekenin örgütlenip dirildiği ve eyleme geçtiğini, Bulgar ve dünya kamuoyu ilk önce, A. Doğan’ın Sl. Trifonov’un “Şouto na Slavi” TV Programında “etrafımda şirket çemberi var” sözlerinden anladı.
 
Bu olay 8 sene evvel olsa da akıllardan çıkmadı, şırladı, şırladı. Gazete ve TV programlarının daha fazlası Rus sermayesi ile mafya kontrolüne geçtiğinden, pek ayrıntılı incelenmedi, Halaç pamuğu gibi savrulamadı. 6 yıl önce, Pomaklarla bir seçim mitinginde, Batı Rodoplar’ın temiz havası A. Doğan’ı çarpmış olacak ki, o kürsüden “Avrupa’dan gelen paraları ben dağıtıyorum!” dedi.
 
Ceplerinde beş paraları olmayan sıradan, hemen hemen hepsi işsiz insancıkların önünde bu ölçüsüz böbürlenme, kendini parti ve devlet üstü takdim etme yolunda bu sıçrama, bu parlama, aynı zamanda A. Doğan’ın politik mezar taşını da dikmiş oldu.
 
O, sözleriyle demokratik düzenimizin tüm kurallarına, tüm kalelerine kibrit çaktı.
Ayrıca AB’den gelen program paralarını ihalesiz cebe indirecek olanlar kimler olacaktı, dersiniz?
 
O konuşurken karşısında ağızlarını açmış bir şeyler işitip anlamaya çalışan zavallı Müslümanlar mı?
 
Hayır!, onun kurdurduğu ve yönettiği köstebek, ajan, hain, hırsız şirketleri:
VİS, SİK, TİM, eski DS ajanları, içerdeyken ona hizmet veren emekli  subayların firmaları vb.
 
Bizde, yerli veya yabancı köstebek ağının demokrasiye açılma koşullarında örgütlenmesine 20 yıl gerekti. Süreç çelişkili geçti. Bir yandan, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, AB ve NATO’nun baskısıyla birçok DS ajanının dosyaları çamaşır teline asıldı, eski köstebeklerden bazıları maşa ile tutulup tarla dışına atıldı.
 
Bazıları ülkeyi terk etti amma gitikleri yerlerde de boş durmuyorlar.
Kulağından tutulup “Şu gizli ajandı!” diye kamuoyuna gösterilenlerin kelinden saç düşmedi. İnden çıkarılan köstebekler yalnız Bulgar gizli servisi “DS’ ajanıydı.
 
Dışa bağlı hainler, ispiyonlar, istasyon şefleri yerlerinde kaldı!
Bunlardan biri Moskova’nın ajanı A. Doğan’dı. O ve dışa hizmet veren öteki ajanlar şu an hükümet kurma skandalı yaşayan Bulgaristan’da Başbakan P. Oreşarskı’yi ayakta tutmak için seferber oluyorlar. Karanlık suda balık avlayıp DANS’ı, İç İşleri Bakanlığını ele geçirmeye çalışıyorlar. Hala Saray başına yıkılmayan istasyon şefi milletvekili yaptığı köstebekleri Bakanlar Kuruluna, Genel Müdürlüklere, Ajanslara, Enstitülere, Kurumlara sızdırıyor. Artık zırhlı Mercedes’ine binip bir gezi bile yapamaz hale geldiler.
 
Korumaları arttırıldı. Ajan tayfasına “Geri adım atmayın!” emri verildi.
 
Bizdeki köstebekler konsolosluk görevlileri, elçiliklere mikrofon yerleştirenler, mektup kutusunu boşaltanlar, gizlenecek ya da gizli bir görüşme için bir barınak hazırlayanlar, birisini gözetleyenlerden çok farklı ve çok tehlikeli bir şebekedir. Hedefleri devleti ele geçirip boğmaktır.
 
Bu şebeke bir koro değildir. Her köstebek bir assolisttir.
Bu virtüözlerin bizdeki orkestra, yani istasyon şefi A. Doğan’dır.
O, biz Bulgaristan Türklerini ve Tüm Müslüman kardeşlerimizi asla, hiçbir yerde ve hiçbir makamın önünde temsil edemedi, etmemeli, adımıza da konuşmamalıdır.
Ona bu hakkı artık vermemeliyiz, eğer tekrar ona bu hakkı tanırsak, hepimizin sonu olur.
Başta Rus istihbaratı KGB ve ardından FBR ajanı olarak kiralanmasına karşı koyamayan A. Doğan, artık 23 yıldan beri bu vazifenin tepesine gelebildi.
 
NEDEN MI?, diyeceksiniz. Çünkü bizde GAMAZLAYANLARI GAMAZLAYANLAR ORDUSU, İSPİYONLARI İSPİYONLUYACAK ORDU henüz kurulmadı.
 
“DS”, “DANS” oldu, adı değişti, özü, hedefleri değişmedi.
Sözü geçenler hala devleti, millet, en yakınındakini bile satabilenlerdi.
İyi ki, 14 Haziran 2013’te protesto dalgası patladı.
 
İsyanın asıl hedefi köstebek sürüsünün iktidar yolunu kesmekti.
Bazı köstebekler bahçe çitinden dışarı atıldı. Halkımız köstebek zehrinden korkmadığını dünyaya gösterdi. Köstebek şebekesinin HÖH-BSP yönetimini, başkanlarının sinsi oyunlarını, SIK, VIS ve TİM atılımını görmeyen kalmadı.
 Ah! Bir de ellerin de olsa, onlar, büyük şeytan A. Doğan’a soyluluk unvanı verecekler. Zalim köstebeklerle savaşımızın yeni perdesi güze kaldı.
Köstebekler hiçbir işe yaramayan insanlardır. Onlar deniz dalgalarını saymak için yetiştirilmişlerdir. Bir işe yaramazlar.
 
Bütün köstebeklerin takma adı vardır. Takma isimler ne kadar çoksa köstebek o kadar “akıllıdır” Hınzırlıkta üçkâğıtçılıkta eşleri benzerleri yoktur.
HÖH başkanı A. Doğan’ın üç ajan adı vardır. Bir insanın sahte kimliklerinin sayısı arttıkça, bunlar gizledikleri kişiyi daha çok açığa vururlar.
 
Bizim damın saçağında eşek arıları (sarıca arılar) yuva kurmuştu. Kükürt satın aldık. Saçağın altında bir tepside kükürt yaktık, arılar boğulup düştü ve yok oldular.
 
Bir bal tuzağı hazırlayıp köstebekleri içine düşürebilsek?!
İnsanlarımız işin ciddiyetinin bilincinde değil, hala dünyanın düz olduğuna inanıyor ve istasyon şefinin “durduğun yerde say, başka işlere bakma, bir yel essin diye bekle!” tavsiyelerine körü körüne uyuyorlar.
 
Bu, seçmen olarak oyunu HÖH’e ver çağrısına uyulduğu gibi bir şey.
Seçmen yığınının önüne atılan bir kemikle herkes kontrol altında tutuluyor.
Yanlış yapıyoruz ve hiçbir işe yaramayan adamlar bizi yıllardır idare ediyor.
Kendini beğenmişler halkımı uyutuyor.  “Uyutma operasyonu” 23 yıldan beri sürüyor. Ajan sürüsü, insanlarımızı kullanıyor, imkânlarımızdan faydalanıp vekil, müdür, bakan yardımcısı oluyor, bize süprüntü gözüyle bakıyorlar. Herşeyleri de kendilerinin gücüyle yaptığına kendilerinden başka halkı da ona inandırmışlar. Hayatımızı gürültüye getiriyorlar. Bu durumda istesek de, köstebekleri suçüstü yakalamamız imkân dışı oluyor.
 
Bizi vatanımızdan yurdumuzdan bu köstebekler kovdu ve neden kovulduğumuza bugüne kadar hiçbir neden gösterilemedi?
İyi ki emellerimiz ve umutlarımız gönlümüzde ve gönlümüz topraktan çok yükseklerde.
 
Yazımı bir köstebek masalıyla bitirmek istiyorum:
İÇİMİZDEKİ SIR
Kâinatın yaratılışı tamamlanmış, sıra insana gelmişti. Yaratıcı insanı yaratmadan önce bütün varlıklara seslendi.
“İnsanlar hazır oluncaya kadar onlardan bir sırrı saklamak istiyorum. Bu sır onların mutluluğudur. Sizce bu sırrı nereye saklayayım?
Kartal söz aldı: “Bana ver. Allah’ım; onu aya götüreyim.”
Yaratıcı, “Hayır!” dedi, bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler.”
Yunus balığı, “Onu okyanusların derinliklerine gömeyim. Allah’ım,” diye teklif etti. Yaratıcı, “Orada da rahatlıkla bulabilirler,” dedi.
Aslan ormanın derinliklerini, koyunlar ıssız meraları önerdi; ama Allah, hiçbirinin önerisini kabul etmedi.
 
En sonunda köstebeğin önerisi geldi:
“Allah’ım bu SIRRI İNSANLARIN İÇİNE KOY, ben bile bulamayayım,” dedi.
Bu yüzdendir ki; her kim mutluluğu başka yerlerde ararsa, her zaman mutsuz olmaktadır, hele toprağın içinde arayanlar…
 
Bu masalın doğduğu zaman sosyal köstebekler henüz dünyada yoktu.

Yazar