İbrahim SOYTÜRK

Konu: Dostça ve dostça olmayan eleştiriyi nasıl anlayalım.

Güz mevsimindeyiz.

Fidan dikme zamanıdır.

Fidan seçip dikeceğimiz yeri kazıp hazırlarken dibine 1 kürek eski gübre, bir avuç fosfat gübresi ve bir iki kürek kum serptikten sonra ne yaparız?

Sol elimizle fidanı yukarıya kaldırır, köklerini gözlerimiz hizasına getirip sağ elimizdeki bağa makasıyla köklerinin uçlarını keser, yerine daha iyi oturması için merkez kökü de tıraşlarız ve yerine oturtur ve bir iki kürek topraktan sonra yerine iyice otursun diye etrafını çiğneriz. Buna itiraz eden var mı? Evet, iki kofa su da döktükten sonra aynı makasla en alt filizlerini keser, hatta boyun uzunsa taş yapsın diye, orta sürgünü çat diye keseriz. Ve bu işlevlerin hepsini hiç acımadan, tutsun ve boylu poslu, taçlı ve güzellikler saçarak büyüsün diye yaparız.

Eşimiz yanımızdaysa, “aman budayıp durma, ne kökü ne dalı kaldı” der, bu onun tatlı eleştirisidir ve anlamı hadi artık biraz da başka işlere bak anlamındadır.

Gençsek ve annemiz yanımızdaysa “kıydın bitirdin, niyetin çalı kesmek mi, fidan dikmek mi. Bir işi doğru dürüst öğrenemedi” gibi daha sert ama sevimli, burukluk yaratmayan eleştirisini başka bir yana bakarak söyler…

Yakın geçmişte, bazı konularda bilmişlerin bilmişi gibi konuşan Şumnulu DOST kadrosundan kimi defa eleştiri sirkesi keski kadrolardan Bayan Nurten Remzi köy yollarında yaptığı son TV söyleşilerinden birinde “ne yapsak tenkit ediliyoruz. DOST partisi kurduk, o da hemen eleştiri ateşine tutuldu” demekten kendini alamadı. Onun bunu, isteyerek ya da istemeyerek bir yabancı TV kanalıyla dünyaya duyurması iyi mi oldu, yoksa kötü mü değerlendirmek çok zor. Çünkü yukarıdaki örnekte tıraşlanan fidan kökleri toprak altında kalır, ama bu yapılmazsa fidan toprağı, derindeki su mu var, bir taş kütlesi mi var bunu algılayamaz, yani tıraşlamak eğer eleştiriyse gereklidir, bu anlamda olumludur. Fidanı duvar dibine dikeceksek ve duvara bakan filizlerini kesmesek, gün gelir dallar duvarı yıkar, ya da duvarı aşar ve meyvelerini komşu toplar vs vs. HÖH partisi buna örnektir, meyvelerini Moskova ve ülkemizdeki salla kafa al maaşçılar toplar.

 

Eğer bir siyasi yapılanma eleştiri taşıyamayacak kadar zayıfsa, o zaman bekleyelim, fakat halk sözünü söylemeden bu işler olmaz, olmamalı ve almasına izin verilmemelidir.

Eleştiride bulunmanın bin bir yolu vardır. Kimileri olayları ters yorumlayarak bunu yaparken diğerleri fala bakar.

İnsanın falı her zaman istediği gibi çıkmaz.

Silistreli yaratıcı Naim Bakov konuya şöyle değiyor.

 

Falımı merak ettim bir gece yarısı

En parlak yıldızı bahtım olarak seçtim!

Yuttu bahtımı bulutların en karası-

Bir daha fal bakma mereğimden vazgeçtim!!

 

Fıkralar da bir eleştiri türüdür.

Bu sabah bana gelen ve hayatta hazır oncuları eleştiren kardeşim şöyle demiş:

 

Komşuya lotodan 5 milyon çıkmış,

Gülmekten yarıldım.

Ne demişler, gülme komşuna gelir başına.

Oturdum bekliyorum şimdi.

 

Bu eleştirinin çok ince bir türüdür ve yapabilmek için zeki olmak gerekir.

Nasrettin Hocayı yaratan halkımızın bu konuda üstüne yoktur.

Hayatı şöyle eleştiririz:

Şeker küpü olarak doğum

Sonra neşe küpü,

Bir zaman sonra zekâ küpü,

Derken sabır küpü,

Şimdilerde sinir küpü gibiyim.

Sonundan endişeliyim..!

 

Eleştirilerle büyümek pişerek gelişmektir. Ayağına sarıdiken batmayan acısını ve ne kadar zor çıkarıldığını bilemez. Hiçbir varlık dikenli doğmaz. Kaktüsün dikenleri enser gibi olur ama ilk zamanlar kadife gibidirler. Kirpinin dikenleri de diken olana kadar tavşan tüyü gibi yumuşaktır. Dost partisi Doğarken birçok yanlış yaptı ve eleştiride bulunmamız kaçınılmaz oldu. Örneklerden biri şudur.

 

17 Aralık 2015’te Ahmet Doğan önceden hazırlanmış bir plana göre, Lütfi Mestan’a “buraya kadardı, herkes kendi yoluna” dediği zaman, Genel Başkan’ın T.C. Büyükelçiliğine sığınması bir anlamsız güldürüydü. Biz hepimiz Bulgaristan’da yaşıyoruz. Onun gibi düşünürsek hepimiz tehdit ve korku ortamındayız, ama Büyükelçiliklere sığınmıyoruz. Bu olay, hiçbir suçu olmayan ve “gelene, hoş geldin” deyen makama da puan kazandırdığına inanmıyoruz. Sonra, ilk kez Doğan Güneşi’nin her sabah Kremlin üzerinden doğduğu görüldüğünde ve bizim Müslümanlarımız, bizim kıblemiz Türkiye’dir diye kafalarını tam çevirirken, L. Mestan “siyasetçisi” önümüze NATO DUVARI gerdi. Soruyoruz. Bu işte onun rolü ile Türkiye Bulgar sınırına tel örgü gerip, kamera yerleştiren Karakaçanov ve Simyonov milliyetçi-ırkçılarından kaç gram farklıdır. Biri aynı sınırın güneyden kuzeye, diğeri de kuzeyden güneye geçilmesine engel olmak istemiyor mu?! Yorumuma devam edersem fazla alınacağınızı biliyorum. Sonunda bir de “Öyle miymiş, bak sen, kör olasıcıkları!” gibi sesler de işitileceğinin farkındayım. Fakat siyaset okumadan siyaset yapılamaz ve öngörülemez. Başkasının sevinciyle düğüne gidilmez, tanımadığımız ve içinde tohum olmadığını bildiğimiz kafalardan çıkar fikirlerle tarla ekilmez gibi inançlarımız var bizim. Bir de, DOST partisi, eğer “üstün aklın” ya da oyun kurucunun bir projesi ise, bizim daha ilk anda “tüylerinin dikenine” bakma hakkımız gizlidir. Çünkü her şey beklendiği gibi olsa, iyi çıksa, aman Allah, ama bir de ihanet bedeli ödemek var. Yenidünyaya göz açanın, her doğanın erkekliğine veya dişiliğine bakılır. Anlaşılan bunu şu an, DOST aleminde saklamak isteyenler var. Ne ki, gün gelir, nasıl olsa ortaya çıkar, peşin bilinmesi daha iyidir.

 

Bizim, DOST ve DOSTLUK konulu çok öykümüz ve fıkramız var. Eleştirisi at dozlu olmamak şartıyla dostlukları sınamayı konu eden birini sizin için özel seçtik.

 

DOST

Genç adamın biri, dermiş ki, babasına her gün:

“Benim de DOSTLARIM var, sendeki,

DOSTLAR gibi,”

Baba, itiraz eder:

“Olmaz öyle çok DOST,

Hakikisi belki bir, belki iki,

Fazlasını bulamazsın gerçek hakiki…”

Devam eder durur konuşma…

Aralarında başlar bir tartışma.

Karar verirler bir sınava,

DOST’un hakikisini bulmaya…

Bir akşam bir koyun keserler ve koyarlar çuvala.

Baba der ki oğluna:

“Hadi al bu çuvalı, şimdi götür DOST’una.”

Çuvaldan kanlar damlamakta, sanki öldürmüşler de bir adamı,

Koymuşlar bir çuvala, dıştan böyle sanılmakta.

Delikanlı sırtlar çuvalı,

Gider en iyi bildiği Dostu’na, çalar kapıyı,

O DOST, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,

Kapar hızla kapıyı hem de delikanlının suratına,

Almaz içeri arkadaşını.

Böylece tek tek dolaşır delikanlı,

Kendince tanıdığı, sevdiği DOST’larını.

Ne çare hepsinde de sonuç aynıdır evlat geriye döner.

Ama içten yıkılır…

Babasına dönerek: “Haklıymışsın baba” der.

“DOST yokmuş bu dünyada ne sana ne de bana.”

Baba, “Hayır evlat” der, “benim bir DOST’um var bildiğim.

Hadi çuvalı al da bir kere de git ona.”

Genç adam çuvalı sırtlar tekrar.

Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar…

Gider, BABA DOST una. Kabul görür, sevinir.

O DOST delikanlıyı alır hemen içeri.

Geçerler arka bahçeye.

Bir çukur kazarlar birlikte, çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,

Üzerine de serpiştirirler toprak.

Belli olmasın diye dikerler sarımsak…

Genç adam gelir babasına:

“Baba, işte DOST buymuş diye konuşunca,

Babası: “Daha erken, o belli olmaz daha.

Sen yarın git ona, çıkar bir kavga.

Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman belli olacak,

DOS un hakikisi,

Sonra gel olanları anlat bana…”

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,

Maksadı anlamaktır dostun hakikisini.

Babasının DOST una basar ansızın iki tokat!

Der ki tokadı yiyen DOST;

“Git de söyle babana: “biz satmayız sarımsak tarlarını böyle iki tokada!”

 

Bizim anlamımızda gerçek dost şöyle davranmalıdır:

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni Sevmeli…

Sarılacak biri olmadığın zamanlar bile sana Sarılmalı…

Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı…

Dost dediğin;

Bütün dünya seni üzdüğünde sana moral vermeli.

Güzel haberler aldığında seninle raks etmeli,

Ve ağladığında, seninle ağlamalı,

Ama hepsinden daha çok: matematiksel olmalı;

Sevinci çarpmalı…

Üzüntüyü bölmeli…

Geçmişi çıkarmalı…

Yarını toplamalıdır…

Kalbin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı…

Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalıdır…

İşi bitince seni bir tarafa atmamalı…vs.

Yazar