Geri dönün kampanyası yeni başladı. Onlara göre bu şartsız şurtsuz bir seferberlik. Seçilmişler dünyayı dolaşacak, aman siz olmadan bizim işleri yola koyabilmemizin yolu yok, İvan Vazov’un “Şipka Kahramanları” şiirini okuyoruz, artık bizi alkışlayan kalmadı, bu iş kuru kuruya olmuyor, “İnsan olmayan bir toprak parçası, Vatan değildir!” diyorlar. Ölseniz ebediyen buralarda mı kalacaksınız? Sorusu tekrar tekrar soruluyor. “Sepetteki keklik” gurbetçilerin banka hesaplarındaki paraları, birikimleri, onları Bulgaristan’a çekmek niyetleri her hareketlerinde belli oluyor. Dinleyenler suskun, bakışlarında “size ne!” nerede istersek orada yaşar, orada çalışır, orada ölürüz! Edası var. Bakışlarda sitem okunuyor. Biz soydaşlar için bu gibi kampanyaların derin politik anlam taşıdığını yazmama gerek yok. Olaya birlikte bakalım:
Nereden mi başlayalım?
Mutabıksak, VATANSEVERLİKTEN başlayalım. Vatanını sevmek bir toprakta, bir diyarda doğan ve yetişen herkesin en kutsal hakkıdır. Ekmek istemeyen su içmeyen bir hususiyettir. Şimdi biz bu kavrama, Bulgar dili üzerinden bakıp, konuya Bulgarların girdiği gibi yaklaşırsak, Yurtseverlik yani “patriotizm” Latin köklü bir söz olup “ATAVATAN” yani dede toprağı, baba toprağı anlamındadır. Bu etimoloji bizim kabulümüzdür. Dünyaya gelen her insanın doğduğu yerleri, evini, bahçesini, ilk meyveyi kopardığı proşta ya da ohça erikleri, asmadan kestiği “Çavuş” salkımlarını, diktiği sümbülleri, laleleri, ilk su içtiği çeşmeyi, yüzmeyi öğrendiği ırmak göllerini, köyünü, kasabasını, bağları çayırları, mevsimsel güzellikleri, çiçeklerin kokusunu, meyvelerini, dostlarını, yakınlarını sevmesi en doğal olandır. Bu hisler ve sevgi kendiliğinde oluşur ve insan gönlünden sökülüp alınamaz.
Burada önemli olan bu doğallığın milliyetçi ve ırkçı zehirle harap edilmemesidir. Biz önce siz değişeceksiniz, mutlaka değişmek zorundasınız derken, dilinizden, gönlünüzden, eylemlerinizden aşırı milliyetçi ırkçı söylev ve eylemi atıp, yerin bin bir dibine gömeceksiniz, diyoruz.
Bulgar milliyetçiliği ve ırkçılığının kökünde 3 (üç) illet yatar:
Bir: K ı s k a n ç l ı k / h a s e t l i k;
İki: K i n / g a r a z / k ö t ü l ü k ve k u v v e t l i h ı n ç;
Üç: K ö t ü n i ye t l i l i k ve k ö t ü l ü k d ü ş ü n m e k.
İşte bu üç illetin sosyal niyet, hedef ve eylemde birleşmesinden doğan aşırı milliyetçilik ve ırkçılık, ötekileştirme, hor görme, dışlama, ezme, sındırma, koğuşuma ve kovma politikalarının kökündeki öz ve itici güç olup, devlet politikası haline geldiğinde ötekilerin ruhunu, benliğini, kimliğini ezme, tarihini unutturma, hafızasını silme şekli alarak baskı ve terör politikası yani diktatörlük ve faşizm doğurur. Politik sistemin aşırılık gösterenleri, yasaları çiğneyenleri ezmesi gerekir ki, bu yalnız bugün yapılmıyor, yalnız 2013’te Bulgaristan’da 4 (dört) aşırı milliyetçi politik oluşum hareketlendi, faşist kimliği ile hortlayan ATAKA lideri TV ekranından inmiyor, faşist düşmanlık yapanlar tutuklansa da birkaç zaman sonra “delil yetersizliğinden “ serbest bırakılıyor. Yerliler yabancılar dövülüyor, hastanelik ediliyor. Tutuklanan yok. Tutuklansalar da içeri giren yok. Yargı “delil yetersizliği” anahtarıyla tüm kapıları açıyor ve onları serbest bırakıyor. Burunlarından kıl koparmıyor.
BU FİM GÖSTERİMDEN KALKACAK.
Bu nokrada Bulgaristan’da YURTSEVERLIK = FAŞİM. Ve biz işte bu noktada yokuz. Ne faşist olmak istiyoruz. Ne de faşistlere tahammül edebiliriz.
“Ataka Alfa” TV yayını. “SKAT” TV yayını, “Ataka” gazetesi ve daha nice yayın gece gündüz düşmanlık kusuyor. Bulgar milliyetçiliğinin fikir babaları ırkçılığı kınamıyor.
Irkçılığın ikinci anlamı yoktur, olsa bile kabulümüz olamaz. Bu gerçeği her zaman yineleyeceğiz. Çünkü devlet erkiyle kaynaştırılan aşırı milliyetçilikten her zaman Bulgar ırkçılığı, ırkçılığınızdan faşizm ve totalitarizm doğdu. Hiçbir suçu olmayan insanların başı belaya gitti. Bu ülkede yıllar yılı “yargısız infaz” uygulandı.
Bulgar uyanışı Türklere karşı başkaldırmazdan önce, Rum kilisesine, Rumlaşmaya karşı gelişti. Bulgar milletinin ruhunu ezen Türkler değil, Bizans, Osmanlı döneminde İstanbul’un Fener mahallesindeki Rum Papazlardır, Rum kilisesidir. Rumlar Bulgaristan topraklarında Bulgar din adamları ve aydın yetişmesine asırlarca yol vermedi. Bu eziklik bugün de devam etmektedir. Ve bugün, insanları kaçıp gitmiş bir ülkede sosyal devrimden değil, ruhu ve bilinci yeniden aydınlatacak, tarihsel hafızanın bütün sayfalarını açıp dostla düşmanı bir kez daha ortaya çıkaracak bir devrime gerek vardır. Bu gerçek, tarih içindeki birliğimizi yeniden okumamız açısından Bulgaristan Müslümanlarının geleceği bakımından da çok önemlidir. Bilinç ışığımızın Şeyh Bedrettin yıllarına, hareketine ve öğretisine kadar, Bogomillere kadar gerilere dönmesi gerekebilir. Tarih derinliklerinde köklerimizin aynı kaynaklardan su aldığı örnekler pek çoktur,
TARİHİN BUZUNU ÇÖZMELİYİZ.
25 Ocak 2014’te Sofya’da Ulusal Kültür Sarayı (NDK) “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi kurmak için 2 bini (iki bin) taşradan ve 3 bin (üç bin) Sofya’dan toplanan 5 000 (beş bin) kişi Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında (1914 – 1945) ideolojik nedenlerle öldürülen 200 000 (iki yüz bin); İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra da öldürülen 20 000 (yirmi bin) Bulgaristan vatandaşının aziz hatırasını bir dakika saygı duruşuyla andı. Ve bu çok önemli bir olaydır. HÖH partisi kurultaylarında “Bulgarlaştırma” ve eritme, bizi yok etme politikasının kurbanlarına saygıya durmadı, anmaktan kaçtı. Kanlı tarihimizi şapır şupur öpücüklerle gargara etmeye çalıştı. Bacı köprübaşı sahne oyunlarını unutabilmek olanaksızdır.
Bu yüzden, biz bu işin içinde sahtelik var diyoruz. İşlerin yoluna girmesi için Bulgar devletinin kuruluş gününden beri tüm olayların yeniden birer birer ele alıp süzülerek, yeni bir bakış açısıyla, AB hümanist kıstaslarına, beraber yaşamanın ebatlarına uygun yeniden ince elenip sık dokunması, bir daha politik değerlendirilmesi gereğine, şartların şartı diyoruz.
Ruhumuzun gerçeklere aç olduğunu bildikleri için, kendi gönüllerine göre pişirdikleri yemekleri, derme çatma kitapları, uydurma yazıları, çektikleri filmleri bize her gün bedava sunmaya yedirmeye çalışıyorlar. Ellerinde olsa, kızılcık sopasını göstere göstere, başımızı kaka kaka zorla okutacaklar ve ezberimize yükleyecekler.
YAŞAMAK İSTİYORUM:
Geçen hafta Sofya Üniversitesi Aulası’nda, ajan dosyalarıyla ilgili bir toplantı yapıldı. Eskiden gizli polis “DC” kimseye nefes aldırtmazken, şimdi “Dosya Komisyonu” başımıza bela oldu. Prof. Mihail İvanov Başkanlığında 2 (iki) ciltlik özel bir “kitap” hazırlamışlar ve doğru dürüst okuyan, sanki biz isimlerimizin değiştirilmesini kendimiz istemişiz ve Bulgar totaliter devletine aman kimliğimizi değiştir, diye yalvarıp onu sıkışırmışız, gibi bir şey ortaya çıkıyor.
Sayın kardeşlerim, adamın “asılarak idam” kararı çıkmış, ip boynuna geçirilmiş ve son söz hakkın var, dediklerinde “Yaşamak İstiyorum!” demesinden daha doğal bir şey olabilir mi! İnanır mısınız bilmiyorum, ben, bir defa, bu saçmalıkları yaşarken kendimden utanıyorum, iki, 32 göçmen derneğinin Bulgar makamlarının “isim değiştirme ve Bulgarlaştırmaya zorlama” dönemi dosyalarının hepsini yakarak yok etmesini istemesini yürekten destekliyorum. Birbirimizden ve kendimizden utanacak bir geçmişimiz yoktur. Başa geleni çekmişiz. Öfkemizi yenmişiz. Bu boku fazla karıştıranların kokusunu çekmek istemiyoruz.
Hepimizin yaşama hakkı en büyük ve en kutsal olandır. Yaşamak adına ihanet dışında birçok şey yapıp, isminden bile vazgeçip, eşine “Sevgilim bundan sonra bana insan arasında ismimle hitap etme lütfen “Hu!” de yeter, diyebilirsin. Bu zorlukların dayattığı bir insan hakkı olabilir. O göz gözü görmeyen günlerde “ananızın babanıza “Şe” dediğini hatırlamıyor musunuz?
Bu yeni icatçıkların başında, sözde Rusya’da Atom Fiziği okumuş ve tahsilini de, “Dubna” Atam Reaktöründe yapmış olup daha sonra da Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in “etnik sorunlar danışmanı”, üçlü koalisyon hükümetlerinde “Etnik Masa Danışmanlığı” yapan ve belki de artık yarana yarana etnik sorunlar Profesörü olan, bana kalırsa yeni tip Bulgar faşistlerinin diplomalı ve sanlı aydın örneği Mihail İvanov bulunuyor. Bu adam Bulgaristan’da bir tek Türkçe kitap çıkmasına izin vermedi. Son 24 yılda Bulgaristan’da Türklüğün en büyük ve en sinsi düşmanı odur. Başımıza bir de profesör kesildi. Bir gün Bulgaristan AB Tımarhanesi ilan edilirse, Müslümanlar Bölümüne Baş Hekim olarak o atanırsa şaşmayın. Adam nükleer fizikçi mi, Türk kurdu mu belli değil. İkincisi olmalı.
DELİLERİN ARASINDA KALDIK.
Bir şeye tamamen inanmış bulunuyorum: Bizim memlekette en kolay numara DELİLİK. Kim icat etmiş bilmiyorum: “İNSANIN AKILISI, DELİSİDİR!” diyen bugünkü numaracıların ekmeğine yağ bal sürdü. Hele şu ruh hastalıkları doktoru E. Freut “kendine malik olmayan” demiş, günümüz Türkçesiyle “iradesini kontrol edemeyen” demeliyiz. Bizim politikacıların hepsi, bunlar arasında Ahmet Doğan da var, İsviçre Psişik Hastalıklar Numune Kliniğinden “unkontrolirbar” yani (kendi kendini kontrol edemeyen) sertifikası almışlar. Bu sertifikayı siyasete karışırken ve işleri karıştırırken göstermiyorlar. Bu işte, onlara “sabıkasızlık” belgesi yeterli oluyor. Politik irade, bilinç, namus, dürüstlük falan gerekmiyor. Sahte diploma bile hem geçerli hem de yeterlidir. Bir partiye üye olmadan o partiden Milletvekili bile olabilirsin. Örneğin, Danço Peevski’nin HÖH partisi üyesi olmadan 2. süre HÖH milletvekili seçildiği gibi. Tabii bu karışıklık karıştıkça karışıyor. Şöyle, bizim Danço Peevski bir de Hak ve özgürlükçüler partisine üye olmadan HÖH Partisi Merkez Yürütme Kurulu üyesi seçilmiş. Kendi kendime soruyorum: Acaba HÖH partisi üyesi olmadan HÖH Genel Başkanı seçilebilir mi? Siz de şok geçirdiniz değil mi! Üzülmeyin öyle gelmiş böyle gitmez. Gitmeyecek. Kabahat yalnız onlarda mı? Hayır! Kardeşim politika donmuş ve hiç birimiz elimizi soğuk suya sokmak istemiyoruz. Onlar da bildikleri delilikleri yapıyor. Zaten bütün gün mahmurlu, akşam sarhoş, sabahları da ayılma derdindeler.
Şimdi şu delilik meselesine dönelim. Bu vesika onlara sarhoş olduklarını aklamak için gerekli değil. Yarın öbür gün işler daha da tepe takla olur ve soruşturma açılır ve kileri yargıya düşerse, bu sertifika o zaman gerekli olacak. Mahkemeye çıktıklarında, savcıya hemen ibraz edip, salıverilmelerini garantileyecek olan işte bu İsviçre kâğıdıdır. Bizim şu Brüksel’in de sabrını taşıran oligarşi ve mafya tarafından gasp edilmiş “yarı demokrasi” düzeninin yargı sistemi bu “unkontrolirbar” sertifikasını kayırsız koşulsuz ve hatta tercüme edilmeden kabul ediyor. Mahkemeye düştün mü yargıca ben vesikalı deliyim deyip, Almanca kağıdı sundun mu, serbestsin. Olay bu kadar basittir.
Bu yüzden, Plamen Oreşarski hükümeti Bürksel’in 2014’te bize vermek istediği “Ö” tipi yani “ömürlük” hapishane inşa edin paralarını almak istemiyor. Çünkü politikacıların hepsinde birer “zırdeli” belgesi var. Bizim kanunlar bu buzu çözemiyor. Buzlanmış politika daha çok devam edecek.