Konu: Nuri Adalı’nın Özgeçmişinde yanan mumlar.
Aramızdan ayrılışının 10. yıldönümünü andığımız Bulgaristan Türk edebiyat ve sanatının seçkin kalem ve sesi Osman Aziz “Aynalar Yolumu Kesti” eserinde Bulgaristan Türk edebiyatının kalesi Nuri Adalı ile sohbetlerine yer verdi. Bir şairimizin başka bir şairini anlattığı eserlerimizin sayıları parmaklarımızın sayıları kadar azdır.
Şairlerimizi tanımadan, ezberimizde onların dörtlükleri ya da güzün buğday eker gibi tohum saçışını, çağırışlarını, haykırışlarını, acılarını, gece isyanlarını, suskun direnişlerini bilmeden ileri gidemeyiz. Şairler büyük Türk kimliği kalemizin temel ve köşe (çap) taşlarımızdır. Köşe taşı olmayan büyük bina olmaz.
Birçok kardeşimiz için en büyük mutluluk şairlerimizin ruh denizinde yaşamak, onların soluduğu havayı nefes etmektir. Ne mutlu bize ki, şairlerimiz, anlatacakları tükenmeyen yürekli yazarlarımız, halk sanatımız, halk yaratıcılarımız vb yaratıcılarımız var.
“Aynalar Yolumu Kesti” kitabında Osman Aziz büyük şairimiz Nuri Adalı’nın özgeçmişini şöyle anlatmıştı.
NURİ ADALI’NIN ÖZGEÇMİŞİ
- Merhaba, Nuri Ağabey! Sana nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum.
Benim kuşak için sen ağabeysin bence. Genç kuşak için manevi baba, gelecek kuşaklar için manevi dede…
Özgeçmişini rica etsem senden!…
- Hay hay… Ama izninle gençliğimize bir çift sözüm olacak önce.
Senin de belirttiğin gibi, ben gençlere her zaman öncelik tanırım. Çünkü onlardır bir halkın bugünleri, geleceği, umudu… Bütün iyiliklerin, güzelliklerin, başarıların anahtarı onların elindedir. Çalışarak insan olmak, dinleyerek insan olmak, okuyarak insan olmak, yazarak insan olmak, nihayet adamlarla adam olmak onların elindedir, onların hakkıdır. Ama şunu da unutmasınlar hiçbir zaman ki, haklı ile güçlü çoğu zaman bir araya gelemiyor. Haklı olan her zaman güçlü değil, güçlü olan her zaman haklı değildir.
- Nuri Ağabey, önce gençlerimize hitap ettiğine göre, 23 yıl cezaevlerinde
kalmış biri olarak gençlerimize daha ne gibi öğütlerde bulunabilirsiniz lütfen?
- Her şeyden önce paraya paradan çok kıymet vermesinler.
Parayı insanlardan, inançtan, bayraktan üstün tutmasınlar, her paraya para demesinler. Kolay kazanılana, haramdan gelen paraya para demesinler. Asıl para helal kazanılandır. Paranın getirdiklerinin yanı sıra, götürdüklerini de unutmasınlar, para için namus elbisesini ters giyenlerden olmasınlar.
Mutluluk mu? Mutlu olmak da onların elinde, onların hakkıdır. Ama mutluluk sanattır, evlatlarım. Ustasını arar. Gönül kapınızdadır her an. Hep kapıdadır. Açarsanız girer, açmazsanız bekler kapı önünde. Sevgiliniz gelmiştir, mutlu olursunuz. Askerlikteki kardeşiniz gelmiştir, mutlu olursunuz. Komşunuz zili çalar, tuz ister, verdiğinizden dolayı mutlu olursunuz. Onu anlamazsınız, çalmaz zilinizi, kapınızı…
Sonunda, Atatürk’ün bir sözünü iletmek istiyorum gençlerimize: “ÇALIŞ, ÖĞÜN, GÜVEN!”
Çalış! Kendi benliğini koruyabilmek için çalış!
Öğün! Ecdatlarımızın başarılarıyla övün!
Güven! İnsanına güven, çalışan kişiye güven, sanat adamına, bilim adamına güven. İnsanına güven, sanata güven!
- Politikacına güven demeyi unuttun galiba, Ağabey..
- Unutmadım, kardeşim. Güvenilmeyecek tek kişi politikacıdır.
- Ama bizim övünebileceğimiz politikacılarımız da var Ağabey.
- Övünebileceğimiz politikacılarımız var, kardeşim, ama güvenebileceğimiz
politikacımız yok?
- Halkın gözünde güvenini kaybetmekte olan biriyle nasıl övünebiliriz Ağabey?
- Siyasette öyledir, kardeşim. Siyaset adamının çıkışları olur, inişleri olur.
Bir devlet, bir hükümet, tek kişi değildir. Maiyetindekiler son derece önemlidir.
Bir de değerli gençlerimiz şunu da hiçbir zaman unutmasınlar: Hangi alanda olursa
olsun, galibiyet “dünya benimdir” demek değildir. Ana babalarının onlardan istedikleri tek şey, onları geleceğe sağlıklı taşımalarıdır.
Cesaretli olun, değerli gençler, siz güneşimizsiniz. Etrafınıza ışık saçmaya devam edin. Belki de ışığınızı balçıkla sıvamak isteyenler olacaktır. Baykuş, ateş böceğini neden öldürüyor? Etrafına ışık verdiği için… Size başarılar, mutluluklar!
- Şahsım ve bütün gençler adına teşekkürü sana borç biliyorum, Ağabey.
Sıra geldi özgeçmişine.
- Değerli kardeşlerim, özgeçmişimiz üzerinde hep kara bulutlar döndü dolaştı. Güzel
bir şeyler anlatmak istedim ama, iyilikler, güzellikler hemen hemen yok ki, özgeçmişimde…
- Ne de olsa, birkaç söz, Ağabey!…
- Benimkisi 23 yıla hapsedilmiş bir özgeçmiş, kardeşim. Çocukluğum da orada
düğümlü gençliğim de… Olgunluğum da orada, vurgunluğum da… Ailem de orada… gailem de… Şiirim de orada… şarkım da… Filan filan zaman filan yerde doğdu diye sayıp sıralamanın bir alemi yok bence. Sohbetimiz sırasında bu düğüm mutlaka çözülecek, merak edenler muradına ermiş olacaklardır, inşallah. Mademki ısrar diyorsun, kısaca vereyim:
Ben Nuri TURGUT ADALI 22. 11. 1922’de Kırcaali ili, Mestanlı ilçesinin
Ada köyünde doğdum. İlköğrenimini Kaşıkçılar köyünde, orta öğrenimimi Hatipoğulları nahiyesinde yaptım. Lise dengi öğrenimimi Medresetün Nüvab’ın Ali Bölümü’nde üç yıl öğrenim yaptıktan sonra (tahsilime bir yıl kala) Kemalist düşüncelerimden dolayı okuldan azledildim. Bu olaylar Bulgaristan’ın Çarlık döneminde gelişti. Bir yıl sonra Kızılordu Bulgaristan’ı istila etti. 9 Eylül 1944’te komünist düzen hâkimiyeti ele aldı.
Toplam 5 yıl Gümülcüne’de, Kırcaali’de ve Çorbacılar köyünde öğretmenlik görevinde bulundum. Öğretmenlik sevdiğim bir meslekti, fakat hayatımın kara günleri gelip çattı. Faşistler gibi beni komünistler de beğenmediler. 1945-46’da Nüvvap öğretmenlerinden Hacı Muharrem ve Hacı Ahmet Davutoğlu, gazeteci yazar Ahmet Kemal ile birlikte yollarını “Rositsa Temerküz Kampı” na sürüldüm. Tahliye edildikten birkaç sene sonra “1950–1951) “Belene Temerküz Kampı”na ikinci kez gönderildim.
1960’ta (o gün Türkiye Cumhuriyeti Başkanı) merhum Adnan Menderes’e Bulgaristan Türklerinin durumuyla ilgili (Bulgaristan’daki Türkiye Elçiliği vasıtasıyla) bir rapor gönderdim. 27 Mayıs 1960 devriminden sonra (Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı döneminde) İbrahim Çelikdüven adında bir şahıstan benden önceki rapor mahiyetinde bir ikincisi istendi. İstenilen bu raporu gönderemedim. Musa Cebri adında dost bildiğim bir şahıs tarafından ihbar edildim ve tutuklandım. Mahkûm edildim. İlk duruşmamda mahkûmiyetimin 20 yıl olması istendi savcı tarafından. Temyizdeki duruşmada cezam 15 yıla kesildi. Temyizdeki duruşmada cezam 15 yıla indirildi. Cezaevinde çalıştığım için 15 yıllık mahkûmiyetimi 12 yılda (1961–1973) tamamladım.
Aktif asimilasyon kampanyası yıllarında (1982) tekrar tutuklandım. Nedeni, defterime yazdığım ve yayınlamadığım şiirlerimden dolayı idi. Bu defa 3 yıl hüküm giydim. .
O yıllarda Bulgaristan’da sabıkalı olmak cezaevinde çürümek demekti. Tahliye edilmemin hiçbir anlamı yoktu. Çok sıkı bir takip altında tutuluyordum.
Musa Cebri’yi de bu çirkin ve caniyane ihbara sevk eden ikinci bir kişi var ki onun adını vermek istemiyorum. O pek çok canlar yakmıştır. Eğer onda vicdan denen bir şey varsa vicdanıyla baş başa bırakıyorum.
3 yıl cezaevinde yattıktan sonra 7 Mayıs 1985’te tahliyem yapılmadı. Bana askeri rejim uygulanıyordu. Oturduğum evi terk etmek yasaktı. İzinli olarak ancak doktora gidebilirdim. Buna rağmen 2 ay sonra (7 Mayıs 1985’te) tekrar tutuklandım. “Belene” Temerküz Kampına gönderildim. O yıllarda bu kampta birkaç bin Türk bulunuyordu. Onların arasında bulunmam sakıncalı bulunmuştu. “Bu milliyetçiyi buraya diğerlerini zehirlemek için mi gönderdiniz” diye yakınanlar oldu. 3 ay burada kaldıktan sonra sözde tahliye edildim. Skomle, tek bir bacak Türkün bulunmadığı bir Bulgr köyü idi. Nüfusun artması ve haklkın şehirlere gitmesi nedeniyle köy bomboştu. Ancak 10-15 yaşlı insan dolaşıyordu. Burada yaklaşık 3 yıl kaldım. Ve tahliyem geldi.
Baba ocağına dönmüştüm nihayet. Yine de sakıncalıydım. Sabah ve akşam olmak üzere 2 defa polise gidip imzamı veriyordum. 10 Haziran 1989’da iki bavulla, ihtiyar eşimle zorunlu olarak Anavatan Türkiye’ye kovuldum.
Bal-Göç Derneği’nin çatısı altında gücüme göre bir göreve atandım. İnsanlara yararlı olmak tek amacımdı. Millette hizmetten daha şerefli bir görev yoktur. Özetlemek gerekiyorsa Türklük uğruna cezaevlerinde ve sürgünlerde 23 yılımı çürüttüm. Ömrümün en güzel yılları – gençlik yılları… 23 yıl yarım ömür. Söylenmesi dile kolay…
Aziz dostlarım, bunları arz ederken, kıvanç duymuyor, iftihar etmiyor, asla gururlanmıyorum. Kutsal bir dava için feda edilen ömre acıyanlardan daha ziyade gülenler olduğuna inandığım için esef ediyorum. Değer miydi derken de vicdan, izan ve irfan sahibi Vatan, Millet ve Bayrak için her an ve her yerde her de her fedakârlığa hazır olanları öpülecek, bağra basılacak kimselerden af ve özür diliyorum. Onlar beni mutlaka anlayacaklardır. Hiç gerek yoktu bütün bunları anlatmaya. Çok sevdiğim şair N.F. Kısakürek’ın şu iki dizesi benim özgeçmişimdir deyip geçseydim yeter artardı bile:
“Suratımda her suç bir ayrı imza
Benmişim kendime en büyük ceza!”
***
Şair Nuri Adalı Bulgaristan Türk edebiyatının orta direğidir. Kimlik mücadelemizin bükülmez bileğidir. Vicdanımızın gururu, geleceğimizin umududur. Külliyatından kısa seçmeler seçtim:
Bugüne dek kutlamadım asla doğum günümü
Davulsuz zurnasız yaptım hatta dostlar, düğünümü
Ben bir esir köleydim ecdat yurdu ülkemde
Bir hayat ki, sürdü gitti güneşsiz bir gölgede
Ahır ömrümde nasipmiş bayrağıma kavuşmak
Böyle bir salonda sizlerle buluşmak!
Kutlamaya gelmişsiniz bugün yetmiş yaşımı
Şukran ile eğiyorum karlar yağmış başımı
Hem Tanrıya, hem sizlere bitmez şükran borsum var
Bayrağıyla, toprağıyla benim artık bu diyar.
Nuri Adalı halkımızın türkülerinde kanatlanan bir şairimizdir: Karanlık hücrelerde ışık ararken içinde yankılanan sesi dinlemeyi seviyordu.
Bir ev yaptırdım, yüceden yüce
İçinde yatmadım üç gün üç gece…
Hapishane parmaklıkları nereye bakarsa baksın o her zaman bizim dağları görmüştür:
Urumeli dağları alçaklı yükseklidir
Urumeli kızları fistanlı, eteklidir
Süveybem aman…
Evet Ağalar, evet… Bizim dağlar!…
Bu dağları bize haram saydılar
Tomurcuk gül idik, bir bir yoldular
Daha pembe idik bize kıydılar
Biz ağılamayalım da kim ağlasın!
Küflü demir parmaklıklar ardında baharın kokusunu şöyle yudumlamıştır şair:
Açtı’mola bizim ilin gülü yaprağı
Çekti beni Mestanlı’nın suyu toprağı
Ayarladım kendimi bu yerlerin rüzgârına
Yüreğim sevinçten alev alev yana mı, yana!
Ağır zulüm yıllarında şair Adalı halkı isyana davet etmekle suçlanmıştır: İtiraz vardı. İtiraz vardı onun her dizesinde “Hakkın kolu bükülmez diyordu” o.
Kan kusuyor dört bin yanda şu kulların
Bir geçidi yok mu Yarab, sana varan yolların?
O hücrede tutulsa da, Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs ayaklanmasını şöyle hayal etmiştir:
Her nefeste aşk ile Yaradanı anarız
Namus meydanına birlik içinde girer de
Binlerce budaklı şamdanda
Bin tanemi bir yanarız.
Dünya görmüş şairin bakış açısı farklıydı:
Öldürenler gafil,
Ölenler haklı
Düşünen kafalar zindanda saklı…
Çaresizlik konusunu birçok şiirde işlerden, şu sonucavarmıştı:
Düşmüşüm denize boynumda yılan
Dolar gibi hakim dünyaya yalan.
Gençlerle görüşmelerinde “Yılandan mı korkarsınız, yalandan mı?” sorusuna verdiği yanıtında şöyle diyordu:
Yalandan daha çok korkarım,
Yılanın başını ezersin, geçersin…
Ama yalanın başı yok ki…
Çok uzun zaman koğuşta kalan şairimizi kimi defa olumsuz< düşünceler de sardığında, kalemini alıp hafızasına şunları yontuyordu:
Hakkın yolları pek dik ve kayalık
Bu yoldan yürümek bir budalalık.
Ya da
İt olmaya bak oğulum, İt!
Hayat sevmiyor yiğit!
23 yıl içerde kalan şairin en büyük kavgası yalnızlıkladır:
Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm, kimi gün ilah oldum.
Çok zaman annemin dizlerine haster
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım.
Şair Adalı “göçmenliği Bulgaristan Türklerinin kaderidir, demişti:
Kader, kime şikayet edeyim seni bilmem
Alnıma yazılmış yazısın, derinsin silemem
Doğarken yakışmış, benimsin, tenimsin silemem
Alnıma yazılmış yazısın, tenimsin silemem.
Totaliter faşizm ve komünizm yıllarında Bulgaristan Türk Kimlik maneviyatına saldırıları kısaca şöyle şiirleştirmişti:
Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden
Din de gitti dünya da gitti elimizden
Ne mutlu o kitleye ki zulme karşı çıktı
Hak ve özgürlük uğruna hayatını yıktı.
Mestanlı’da şehitler anıtı onun özgürlüğü kucakladığı yıllarda dikildi. Her sabah anıt önüne gidip, peykeye oturum uzun uzun saygıda duruyordu sanki. Gençlere bakıyor, her birine ayrı ayrı gülümserken dokunuyor, yüreklerine kıvılcım veriyor, beyinlerinde olacak yeni depremlerin tohumlarını ekiyordu o.
Şairin içinde kaynayan sonsuz insan sevgisini şu satırlarda da okuyoruz:
Aheste yürütme gemini kaptan
Rüzgardan bile hızlı gitmelisin
İlerideki ülkelerde henüz doymamış çocuklar var
Senin yolunu Tanrı bekler gibi beklemekte
Tanrı gibi imrenmekte her biri sana
Ancak kendi halkın doyunca değil başkasını da unutmazsın
Ne mutlu sana ve sendeki insanlara!
Büyük şair acı çekmekte mutluluk arayan biriydi. Dostluk ve hainlik üstüne birçok eser tarattı.
“Hapishanelerde acı çektimse eğer. Hep dost yüzlerin şerrinden yandım!” dedi.
Dostla düşmanın birbirinden ayrılmasını öğütlerken hainleri lanetledi. “Dostlar” konusunda Zeki Müren’in okuduğu şu şarkıyı çok seviyordu:
Sanırım gündüzdü anlarla gecem
İçimde umuttu dost bildiklerim
Ne zaman yıkılıp yere düştüysem
Terk edip de gitti dost bildiklerim
Nerde o sözlere kandığım günler
Her güler yüzü dost sandığım günler
Acıdan kahrolup yandığım günler
terk edip de gitti dost bildiklerim!
Rodoplu şairin yalnızlık kaderi, bıçağı ve tüfeği de dili olmuştu. O Bulgaristan Türkçesinin yürekli türküsüdür. Özlemlerini gemleyemediği, saçlarının parmaklığa dıolaştığı anların birinde şöyle demişti:
Evim evim, vah evim, gönül bıçağı evim
Tadım, rengim, ışığım, anne kucağı evim
Renk renk hatıralarım oda oda silindi
Anne kokan bir Türkçem vardı o da silindi.
72 Türkün ayaklandığı, hak ve özgürlükleri uğruna şehit olmaya hazır olduğunu dünyaya duyurduğu günlerde şair şöyle diyecekti:
En güzel, en bahtiyar en aydınlık
En temiz umutlar içindeyim
Çok şükür göreceğim
Özgürlükle doğan güneşimi!
Nuri Adalı ölümü düşünmeyen, hayat sevinci ile yaşarken, ölümden korkmayan bir yaratıcıydı:
Bende severek çarpan bir yürek var ya
Gören gözlerim, duyan kulaklarım
Düşünen başım, tutan ellerim
Söyleyen bu dillerim var ya
Güleceğim, duyacağım, seveceğim
Öldürseler bile ölmeyeceğim!
“Büyük Göç” le vatanından kovula şair şöyle dedi:
Komünist rejim bizi göçe zorladı kardeşim!
“Gönül ister ki!” şiirinde 80’inde olduğunu gizlemeden duygularını şöyle ifade etmişti:
Belki kabrim de bilinmez bu vahşet ülkesinde
Gönül ister kabrim olsun bir çınar gölgesinde!
Bizim oraların çınarı karaağaçlarımızdır. Büyük şair bir Rodoplu karaağacın gölgesindedir iki taşın ve hiç solmayan çiçeklerin altında ve büyük bir kuşağın umutlarında açmış vatan kokusuyla renk renk…
Yattığın yer nur olsun Üstat.
Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.