Bulgaristan Geçiş Dönemi’nde politik buzlar çözülemedi dediğimizde, olaya öncelikle bugünkü bakış açısından yaklaşmamız gerekir. Çünkü politik bozların hayatımızda kalmasını ve bizi titil titil titreten ve donuk yaşamaya zorlayan bugünkü politik dünya görüşü, yaklaşım, pratik uygulamadır.

Şimdi sokakta birine sorsak: “Kardeşim Bulgaristan’da en demokratik parti kimdir?” Cevaplar % 80 Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olacaktır. BSP demokratik bir parti midir?

BSP Bulgaristan Kömünist Partisi’nin (BKP) devamcısıdır. BKP ise ülkede 45 yıl iktidarda kalmış ve  1945’ten başlayarak çalıştırdığı halk mahkemelerinden çıkan infazlarla 20 000

(yirmi bin) Bulgaristan vatandaşını öldürmüş ve yine aynı dönemde 200 000 (iki yüz bin) kişiyi de toplama kamplarında ezmiştir. Stara Zagora (Eski Zara), Varna, Pazarcık, Sofya Merkez Hapishanesi ve Kremikovtsi Hapishanelerinde yatanların ve ömür törpüleyenlerin hakkı hesabı yoktur.

Bu sıraladıklarımın arasında, 1972 – 74 ‘te Pomak Müslüman kardeşlerimizin isimlerinin kanlı baskı ve terörle değiştirilmesi esnasında toplama kamplarına, hapishanelere tıkılan, dövülen, aileleriyle birlikte yerinden yurdundan sürgün edilenlerin ne sayısı bellidir, ne de gördükleri işkencelerin, çekini hesabını tutan olmuştur. Bir kadim etnik halk topluluğu yok edilmek istenmiştir.

Kuşkusuz bu cümleden olup bitene, 1984–1990 yılları arasında Bulgaristan Türklerini ezme, kimliklerini değiştirme, benliklerini, aile kültürünü, etnik gelenek ve göreneklerini yok etmeyi de devlet politikası olarak açmak gerekir. Rejim, isimlerini değiştirip, mezar taşlarını yıkma, camilerini, mescitlerini, medreselerini, din ve medeni okullarını kapatma, bir etnik halk topluluğunu eriterek yok etme eğilimini çok ağır ve şöyle yazmakla, çizmekle hıç bir surette anlatılabilecek bir çile zincirinden söz etmiyoruz.  518 kişinin önce “Belene” Ölüm Kampı’ndaki zulümden, falaka ve dayaktan, elektrik şokuyla işkencelerden, aç sıçan ve kenelerin, tüm kemirgenlerin arasında yaşama kavgası verenlerin çekilerinden, birçok hücrede delikten başını çıkarıp gece gündüz tıslayan yılanların karşısında büzülerek aylar, yıllar geçirenlerden söz açmak istiyorum. Kafatasına gün boyu su damlatılarak aklı değil, Türk bilincinin felç geçirip donmasını ve taşlaşması işkencelerine dayanabilenlerden, derin dondurucu kamaralara atılanların buzları çözülürken yaşadıkları acılardan, mosmor olmuş ama Türk kalmış olanlardan, son derece yüce bir onurun anlatılmamış sayfalarını yazmak istiyorum. Onlardan dem vururken, aynı acıları bu anıları kaleme alan yazar da yaşadığını hissedebiliyor musunuz bilmem. Şurada yeri gelmişken hemen eklemek istiyorum. İnsan vücudu buz gibi donduğunda çözülürken nasıl acılar yaşıyorsa, Bulgar toplumu da komünist totaliter geçmişinden çözülüp demokratikleşirken aynı acıları yaşamak zorundadır. 1990’dan bugüne kadar totaliter bir rejimden liberal demokratik bir düzene bu bakıma geçilemedi, çünkü bu acılar yaşanmadı.

Yeri gelmişken LİDERLİK konusuna da değinelim. Lider kimdir? Bir defa liderlik: YOĞUNLAŞMIŞ HALK ÇEKİSİNİN, KATMERLEŞEN EZİYETİN VE ÇİLELERİN, HALK ZEKÂ, AKIL VE BİLGELİĞİNİN BİR İNSAN KİŞİLİĞİNDE PATLAMASIDIR. Bir defa Bulgaristan Türklerinin ve Müslümanların lideri olarak Ahmet Doğan’ın LİDER ilan edilmesi tamamen yanlıştı. Bu toprakta yaşayan Türklerin, Pomakların ve Çingene Müslümanların çekisini Ahmet Doğan ve soyu çekmemişti. Onun hapse girmesi bir oyundu. Soyundan kimse sürülmemiş, hapsedilmemiş ve yargılanmamıştı. Bu adam devlet parasıyla okutulmuş, gölgede tutulmuş, yemlikte beslenmiş, insanlar hoşaf suyu içerken onun sofrasından viski eeksik olmamıştı. Sonunda demlensin diye sözde yargılandı, mahkeme kararı olmadan hapishanelerde tutuldu. Zamanı geldiğinde, tam yerinde ve gerekli ortamda, YANİ BULGARİSTAN TÜKLERİNİN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ UĞRUNA AYAKLANDIĞI BİR ANDA ÖNE ÇIKARILIP HALK HİDDETİ VE CUŞKU DALGASI PATLAMASININ SEMBOLÜ OLARAK BULGAR GİZLİ POLİSİ  “DC” TARAFINDAN HALKA DAYATILDI.

Bu tespitimi halk anlatısıyla şöyle dile getirebilirim, hani bizde tencere tekerlenmiş ve kapağını bulmuş” derler ya, işte böyle bir şey BULGARİSTAN TÜĞKLERİNİN ADALET VE ÖZGÜRLÜK UĞRUNA AYAKLANMASINA BİR TENCERE OLARAK BAKARSAK, “DC” – gizli Bulgar polisi, etraftaki tüm kapakları, yani bir ayaklanmanın içinde pişmiş ve lider durumuna erişmiş olanların tümünü tutup 1989 yazında Viyena’ya,Belgra’da, Berlin’e kovduğunda ve “Kapı Kule”ye dayadığında ortalıkta bu işi yapacak birilerini bırakmamıştı. Bu yeni ortamda “DC” – gizli polisi Ahmet Doğan’ı kulağından tutup Bulgaristan Türkleri tenceresine kapak yaptı. Onu tanıyan yoktu. Fakat etrafta adam da kalmamıştı. Sindirilen kitle Türkiye’ye doğru akıyordu.  Ve işte böyle bir zamanda, kendiliğinden patlayan ayaklanmanın alevleri göklerde parlarken “lider” yoktu. Bizim köylerde ana baba kızlarına gönlünce damat bulamadığında ve kız da istediğini bulamayınca, biçimsiz bir genci damat olarak kabul etmek zorunda kalan bağrı yanıkların  “eli ayağı düz olsun yeter canım, ne yapalım, kısmet buymuş” dediği gibi, bir şey oldu bizim ki de… Biz de, o an, o ortamda Ahmet’i bulduğumuza sevinmiştik. Onun ajanlığı, özel eğitimli olup, bilinçlenme yolumuzu kesmek, ayaklanmamızı söndürmek ve bizi ezmek ve açlıktan kurutup gevretmek için hazırlanmış biri olduğunu göremedik, HİÇ DE DÜŞÜNMEDİK…

Aranızdan, iyi yazıyorsun da, Türkiye ne zamana duruyordu?, neden “durun” demedi, diyebilirsiniz. Haklısınız da. Türkiye büyük bir devlettir. O an tam ne düşündü bilmiyorum. Bilirsiniz o zaman yıllardan 1990’dı, tam Osmanlıdan sonra 122 yıl halk lideri çıkaramamış olan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının önüne adım “Ahmet” deyen biri çıkmıştı. Bu memleketin tarihinde “Domuz Çobanı İvan” Çar olmuş da ADIM  AAMET  DEYEN neden  “lider” olmasın, deyenlerin,  sözü ağır bastı. Bunların hepsi Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının haklı davasına bir tükürüktü, bir lanetti ve Ahmet de baş belasıydı, ama yağmur kara dönmeden kışın geldiğini anlamak zor.

 

Ve ardından TENCERE KAPAĞINI BULDU propagandasıyla Ahmet halka “lider” olarak dayatıldı. Bu öyküyü nasıl isterseniz öyle örnekleyebilirsiniz. Bu böyle olmasa, Ahmet kendini saraya kapamazdı. Ahmet kendi kendini hapsetmek zorunda kalmazdı. Ama bunu vicdan azabı çektiği için mi yaptı? Hayır! Eşek olduğunu anladığı gün yaptı…

Yani Unutmayalım, liderlik değişmeyen bir büyüklük değildir. Liderlerin de yükseliş ve çöküş dönemi vardır. Ahmet Doğan neden çöktü ve saraya kapandı, çünkü yalanı ortaya çıktı. Onun yalanı ise “halk çekisinin ve fikirlerinin yoğunluğunu yani düşünce sentezini yansıtmamasıdır. O, Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar açısından halkın doğurduğu, tam yerinde ve zamanında ortaya çıkan bir kişilik değildi. Fakat böyle göründü, ama dayatılmış olan biriydi ve bahar yağmurlarında boyası düştü ve şoparlığı göründü, yaptığı tüm işleri halkımı oyalamak için yaptığı, yerli ve yabancı gizli servislere hizmet vermek için yaptığı gün gibi ortaya çıktı.

Geçiş Döneminin en büyük yalanı Ahmet DOĞAN MASALIDIR. Ahmet halkıma ihanetiyle totalitarizm buzlarının erimesini engellerin cephesinde yer almıştır. Bu işler ne “Kartal Köprü” Köprüsünde Sergey Stanişev’in Lütfü Mestanı öpmesi, ne Ahmet Doğan’a “Şeritli, Stara Planina” ödülü verilmesi ya da aynı ödülün artık dengesini iyice kaçırdığına şahit olduğumuz GERP’li Bakan Vejdi Raşidov’a verilmesiyle biter. Bir toplumun, bir partinin, somut durumda BKP varisi olan BSP’nin ölüm çizgisinde ezilmiş, kimliği yok edilmek istenmiş bir halk topluluğundan özür dilemesi “şapır şupur öpüşmekle olmaz, olamaz ve olsa bile gerçek olarak kabul edilemez.” Olay çok derindir, BSP hem Bulgar halkından hem de Bulgaristan’da yaşayan Türk, Pomak ve Müslüman topluluğundan özür dilemeli ve bu iğrenç olayların ve insanlığın yüz karasının bir daha asla yaşanmayacağına ilişkin ANAYASA MADDELER KONMASI VE BU İNSANLARIN TÜM HAKLARININ KAYITSIZ KOŞULSUZ TANINMASI VE YASALLAŞTIRILMASIYLA MÜMKÜN OLABİLİR.  Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ve etraflarında birkaç komünist beslemeyle, gizli polis ajanlarının gül kokulu Saraylarda yaşatılmasıyla alsa olmaz, asla olamaz ve yapılsa bile halkım tarafından hiçbir zaman ve asla kabul edilemez. Politik buzlanma, komünist totaliter kalıt, köhne zihniyet, kokuşmuşluk sonuna kadar çözülecektir. Kirli ve kanlı eller eldiven değiştirmekle asla temizlenemez, katilin gözleri gözlük ardında da aynıdır, katilin kalbine vicdan denen insancıl bilinç asla giremez, girse de orada yaşayamaz, katillerin ruhu asla değişmez. Bu işte aklanma yoktur. Ele kana, vicdanı boka bulaşmışların kirlenmiş ruhundan medet beklemediğimiz için, yeni bir Anayasa çıkarılarak hepsine devlet görevlerinde herhangi bir iş alması, kamu ihalelerine katılmaları, toplumda söz sahibi olmaları kesinlikle ve ebediyen yasaklanmalarıdır.

Devam edecek.

Yazar