Tarih: 30 Haziran 2020

Günün birinde “Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum!” diye sorar anne yengeç yavrusuna ve ardından ekler: “Düzgün yürüsene!

Pekâlâ, anne!” diye cevap verir yavru yengeç, “Sen önümde düzgün yürü, ben seni takip ederim!

Bulgaristan’daki bütün işler tam böyle.

“Rusya 1” TV’de bir tarihçiler arası tartışma izledim. Tarihçi yazar Dimitriy Belousov, “Okullarda okutulan Rusya tarihinin 4 Alman tarihçi tarafından yazıldığını, baştan sona sahte olduğunu” söyledi. Bu sözler beni çok etkiledi ve tartışmayı sonuna kadar izledim Sizin için özel olarak bu yazıyı kaleme almaya da karar verdim. Çünkü “Covid-19” benim de işte ve evdeki ödevlerimi bir birine kattı ve son haftalarda bilgisayarımı açamamıştım.

***

Çariçe Büyük Katerina (1762-1796) tarafından Rusya’da araştırma yapıp Rusya tarihini yazmaları için ülkeye davet ettiği Alman tarihçiler şunlardır: 1) Gerhard Fridrik Müller; 2) Gotfrid Zigrif Bayer; 3) İnekentiy Higel; ve 4) Hans Gizler.  İsimleri o kadar mı önemli mi diyebilirsiniz. Haklısınız diyeceğim ama yazdıklarının 200 sene ders kitaplarında olduğu dikkate alınırsa, önemli. Bu 4 Alman o zaman aralarında iş bölümü yapmışlar. Müller, Rusya topraklarında kurulup yıkılan devletleri; Bayer, aynı topraklardaki göçebe hayatı; Higel, Hanedanları, bayrakları, sembolleri ve yürütülen savaşları; Gizler de sosyal yaşamı ve kültürü işlemiş ve sahteleştirerek tarihselleştirmişlerdir. Bu derin işi yaparken de birkaç temel yöntem kullanmışlardır.

  • Avro-Asya kıtasında M.Ö. var olan ve Kuzey Kutup parlamasından sonra yok olan Tariya Uygarlığını görmezden gelmişler, D. Belousov’a göre, Rusların bu kadim halklarla olan bağlarını koparmışlar ve tarihten silmişlerdir.

Olayı TV ekranına taşıyan D. Belousov’un anlattığına göre, Alman tarihçiler Rusya tarihini yazarken baştan sona sahteleştirmişler ve bu işte birkaç yöntem kullanmışlar. Türk mü? İranlı mı? Oldukları antropologların araştırma konusu olan Orta Asya halklarından olan ve tarih içinde İskit, Hun ve Uğurlarla karışarak eriyen Sarma’ların Alman milletinin soy kökü olduğunu yazmışlar.

  • Belousov’a göre, Alam tarihçilerde “beyaz” ile “siyah” yer değiştirmiştir. Bu iddianın anlamı şudur: Alman tarihçiler Rusya tarihinde “Moğol-Tatar esareti” devrinden söz ediyor, oysa Moğollar Rusya’nın Katolik haçlılar tarafından istilasını önlediği gibi, Ruslara kalkan olmuş ve birleşip güçlenmelerini sağlamıştır.
  • Alman tarihçiler, Katolik kilisenin ellerine verdiği listelere göre, birçok Rusça kitabı yaktırmış. Kitap yasaklama ve yakma geleneği Rusya’da 3.5 asır sürmüş ve XX. yy ortalarına kadar devam etmiştir. Hitler saldırıları yıllarında Rusya’nın Avrupa şehirlerinde kütüphaneler ateşe verilmiştir.
  • Rusya tarihi Almanlar tarafından yazılmazdan önce Rus efsaneleri, yerel tarihi anlatan eserler, halk yaratıcılığının yazılı eserlerinin hepsi yakılmıştır.
  • Alman bilim adamları Rusya tarihini yazmaya başlamazdan önce, büyük Rusya şehirlerinde bulunmuşlar, arşivleri incelemişler, not aldıktan sonra, arşivi imha ettirmişlerdir. “Rusya tarihinin babası” olarak bilinen ve ömrünün sonuna kadar Üniversitelerde tarih dersi okutan ve hayatı Moskova’da sona eren Müller, yalnız Sibirya’da 20 arşiv yaktırmış, Sang Pererburg arşivinde çalışırken de not aldığı belgeleri yok etmiştir.

Bu olaya dikkatinizi çekmemin birkaç nedeni var.

Bir defa Batı Avrupa Ansiklopedilerinde büyük bölümler halinde anlatılan Tariya Medeniyeti, M.Ö. 7.500 yılından yazılı eserleri, üzerinde Baykuş olan bayrakları, yay, ok ve kılıçları, devlet yapılarına ilişkin Rusya arşivlerinde iki satır yazı yoktur. Yani günümüzde, Avro-Asya uygarlığı “topraklarımız üzerinde kurulacak” iddiasından bulunan Ruslar, antik geçmişlerinde izsizdir. Çok derin bir tartışmanın kapağı sanki yeni yeni kaldırılıyor. Oysa Altaylardan berisi bizim de ata-yurdumuz ve kültür beşiğimizdir.

***

Biz Bulgaristan Türkleri için bu gerçekler olağanüstü önemlidir.

Çünkü bizim “İslamlaştırılmış Bulgarların torunları” olduğumuz yalanını “Bulgar Tarihine” ve “Bulgar Halkı Hafızasına” aşılayan, Bulgar Bilimler Akademisi Tarih Kürsüsüne, Bulgaristan Komünist Partisi görevlisi ve  asimilasyon idelerini eken Prof. Dr. Petır Petrov’tur. O,  Sovyetler Birliği’nde tarih okumuş ve bizimle ilgili tarih uydururken, tarihi sahteleştirmeyi orada öğrenmiş bir sözde bilim insanıdır. Aslında 700 yıldan beri aynı topraklarda yaşayan Romenlerin  Vraça (Vratsa) köy ve kasabalarında isimlerinin 1882’de Bulgar isimleriyle değiştirilmesi ve vaftiz edilmeleriyle başlayan Bulgarlaştırma süreci 140 yaşındadır. 1913’te yapılan isim ve din değiştirmesi, aynı yıl reddedildi. 1934’te başlayan isim ve kimlik değiştirme 1944’te durduruldu ve yargılandı. 1962’de Romenler, 1964’te Pomaklar, 172-73’te yine Müslüman Pomaklar soykırım yaşadı, 1984-1989’da Türklerin isimleri ve kimlikleri değiştirildi. Bulgarlaştırıldılar, büyük bir facia yaşandı, 1989’un sonunda Müslümanların isimleriyle din hakları iade edildi. Başımıza gelenlerin üstüne “tez ve antitez” şeklinde yalan bir tarih yazıldı.

1984 yılının sonuna kadar BKP MK resmi olarak “Türklerin isimleri değiştirilmeyecek”  yalanı ardına gizlendi. 18 Şubat 1985 tarihine kadar Bulgaristan’da hiçbir  Türk soya dönüş yalanını işitmemişti. İsim değiştirmenin hükümetin, devlet yönetiminin ve BKP MK Politik Bürosunun kararı olmadan yapıldığı gevelenmeye başlandı. Bunu ilk söyleyen,  10 Kasım 1989’da T. Jivkov’un devrilmesinden sonra, parti yönetimini ele geçiren Aleksandır Lilov’un, 29 Aralık BKP MK toplantısında, “isim değiştirme sürecinde kuşkulu bir gizemlilik vardı” demesi açıkladı. İşlenen suçun bir soykırım olduğu anlaşılmasın diye, devlet ve hükümet başkanının yazılı emri olmadığına işaret etmiş oldu. 820 bin kişinin isimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesinden ve Bulgaristan Türklerine 5 yıl arasız terör uygulandıktan sonra, Kırca Ali BKP İl Komitesi Birinci Sekreteri ve İç İşleri Bakanı Georgi Tanev’in “Bulgaristan Kahramanı” ilan edilmesi, kendi kendini anlatan bir olaydır. G. Tanev’e bu unvanı getiren bir de, anayasa ve yasa dışı ve sözde devlet makamlarının kararı olmadan şu isim değiştirme işini başlatıp 1972’den sonra Güney Dopu Rodoplarda bu işi “Bulgar kökü”, “İslamlaştırılmış Bulgarlar” ve “karma aileler” gibi 3 köke birden bağlaması ve hiçbir vatandaşa nefes alma hakkı tanımamasına bağlıdır. O Kırca Ali ve belediye mahkemelerinde dövülenlerin, içeri atılanların, sürülenlerin, işten atılanların, sakat kalanların ve yakınlarını kaydedenlerden hiçbir Türkün hak aramasına, dava açmasına, nereye gittiğini tam olarak ve yazılı beyan etmeden il sınırlarından çıkmasına izin vermemiştir. İlin Yunanistan’la olan sınırından kuş uçurtmamıştır.

Yazılan tarih eserlerinin hiç birinde bunlar yazmasa da, devlet içinde devlet kurulmuş ve yerel düzeyde çok sıkı baskı ve terör uygulanmıştır.

Bunlar “beyazın siyah”, “karanın” da “ak” gösterilmesi için yapılmıştır. Türklerin isimlerinin değiştirilmesi olağanüstü sıkı zulüm ortamında gerçekleştirilmiştir. 2 000 kişinin isminin “Belene” ölüm kampında, 5 667 kişinin isminin de sürgünde değiştirilmesi buna kanıttır.

Şöyle bir özelliğe dikkatinize sunmak istiyorum:

İsim değiştirme saldırıları devam ederken, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Georgı Cagatov şöyle dedi: “BKP milli politikasının özünü oluşturması gereken enternasyonalizm, Bulgaristan’da vatandaşların milli kimliğinin yok edilmesini doğuruyor. Böylece ülkede Türkçülük güç topluyor.  İsim değiştirme baskısı sonucu, kızışbaşlar, tatarlar, Gacallar, Çingeneler, binlerce aile evlerini köylerini, ocaklarını  terk ettiler ve Türk köylerine sığındılar, böylece kendilerinin Müslüman olduğunu, Türk olduklarını beyan ediyorlar. Türkler bu ahalinin hepsini kabul etti, hepsine kanat gerdi, onlara baktı. Böylece Bulgaristan’da istenen otonominin etnik sınırları çizilmiş oldu. Kendisini Müslüman ve Türk bilen, Türk sayan, Türklerle yaşamak isteyenlerin hepsi bu otonomide yaşamak istediklerini duyurmuş oldular. Türklere bildirdiler ve onlar da onay verdiler. Kabulümüzsün dediler. Anayasa ve Bulgaristan’ın dış ülkelerle imzaladığı anlaşmaların hepsini birden rafa kaldıran bu nüfus, otonomi istedi ve Bulgarların arasından hiçbir kişi bu isteğe, gidişe protesto etmediler”.

Cagarov şöyle devam etmişti:

“Bizim “Birlik ve Parçalanmaz Bulgaristan” sloganımız boştur.  Şu soru gündem olmuştur: “Tek uluslu Bulgaristan mı? Çok uluslu Bulgaristan mı?” Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cagarov,  bu konuşmasında “Biz, Avrupa Birliği’ne (AB)  tek uluslu bir devlet olarak mı gireceğiz, yoksa çok uluslu bir Bulgaristan olarak mı?” sorusunu yöneltmiştir. Bu konuşma 7 Ocak 1990’da yapılmıştır.

Bulgaristan’da halk iradesini yansıtan “çok uluslu devlet ve halk” fikri tarih kitaplarında bu nedenle yer alamadı. Devlet siyasetinde çarpıtıldı. Ahmet Doğan’ın gizli polis tarafından Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) başına getirilmesiyle meşrulaştı. “Bulgaristan Türkleri Bulgar Halkından bir parçadır” demesiyle Moskova’ya gidip “ben Bulgaristan Türklerinin yeni haklar (otonomi hakkı da bu arada) istemelerine izin vermeyeceğim bildirisi imzalaması ve 2007’de Bulgaristan AB’ye girmezden önce “Bulgaristan’da etnik sorun yoktur bildirisi” imzalaması, bağımsız özgürleşmemize engel olmuş ve bunalımları derinleştirmiştir. Bir yandan sözde “özelleştirilirken” öte yandan her şeyin önceden yasaklanmış olması da, Moskova tarihçilerinden kopyalanmış bir tarihsel yöntemdir.

Bu arada alfabemizin, kitaplarımızın, ders kitaplarımızın vs yasaklanması, Bulgaristan Türk edebiyatının okul kütüphanelerinden çıkarılıp imha edilmesi, Alman tarihçilerin Rusya arşivlerindeki  “çalışmalarını” andırmıyor mu?

Konumuza devam edeceğiz.

Bu yaşadığımız topraklara medeniyet getiren bir millet olarak maddi ve manevi mağduriyete itilmemiz ve problemlerimize kesin çözüm aramaya devam ederken, gerçekleri bütünsel öğrenmemiz zorunlu oldu. Yazılarımızı okuyunuz. Sizin için yazıyoruz. Davamız ortaktır.

Korona virüs karantina koşullarında olduğumuzu unutmayalım. Tedbirlere uyalım!

Paylaşınız.

Yazar