Rafet ULUTÜRK

Bazı sözler yalnızca dudaktan değil, gönülden çıkar. Bazı yeminler, sadece iki kişi arasında değil, yerle gök arasında yankılanır. İşte bu yeminlerden biri, eski Türklerin ruhunda ve töresinde yer etmiş “and içme” geleneğidir.

Gök Tanık Olsun…

Türkler için yemin, ilahi bir bağlılıktır. Tanrı, yer, su, dağ, ağaç… Her şeyin bir ruhu olduğuna inanılırdı. Bu yüzden yeminler doğanın önünde edilir, doğa şahit tutulurdu. “Gök tanık olsun” demek; yalnızca gökyüzü değil, Tanrı’nın huzurunda da söz verdim demektir.

Anda Olmak: Sözün Namusa Dönüşmesi

“And içtik, anda olduk.” Bu ifade, artık verilen sözün geriye dönülmez biçimde bağlayıcı hale geldiğini gösterir. Söz namustur. Eski Türkler için “anda olmak”, birinin uğruna can vermek kadar kutsaldı. Kan akıtılarak yapılan “kan kardeşliği” ritüeliyle mühürlenen bu yemin, yalnızca bireysel bir dostluk değil, toplumsal bir dayanışma ilanıydı.

Ağaç Tanık, Su Tanık: Doğayla Sözleşmek

Günümüzde bir mahkemede hâkim önünde yemin edilir. Ama Türk’ün töresinde doğa hâkimdir. Ağaçlar, sular, dağlar; hepsi yemin edilen sözün tanığıdır. Bu, sadece insanla insan arasında değil, insanla tabiat arasında da bir sözleşme olduğunu gösterir.

Bir Milletin Söze Verdiği Değer

Bugün “söz vermek” sıradanlaşmış, “yemin” basitleşmiştir. Ama Türk’ün geçmişinde yemin bir törendir, bir bağlılıktır, bir onurdur. Türk töresi, sözüne sadık olanla olmayanı ayırır. Anda sadık kalan, toplumda itibar kazanır. Sözünden dönense hem dünyevî hem uhrevî cezaya uğrar.

Son Söz Yerine: Kanla Yazılan Antlar

Bugün hâlâ dostluklarımızda, kardeşliğimizde, mücadelemizde o eski “anda”n izler taşırız. Belki kanla mühürlenmez artık, ama gönülle mühürlenir. Çünkü Türk’ün sözü, yazıyla değil, yürekle yazılır.

Gök tanık olsun,
Yer tanık olsun,
Ağaç tanık olsun,
Su tanık olsun…
Bu millet bir kez daha “anda”dır.

Unutanlara hatırlatmak, hatırlayanlara sahip çıkmak boynumuzun borcudur.
Çünkü Türk, verdiği sözle Türk’tür.

Yazar