Rotterdam – Lahey
Avrasya Vakfı Başkanı Fatma Aktaş Hanımefendi’nin daveti üzerine Hollanda’ya giden misafir heyet, üç gün süren ziyaret kapsamında önemli temaslarda bulundu. Hollanda Ziyaretimizden…
Bazen yolculuklar yalnızca mesafeleri katetmekten ibaret değildir; kalpleri, fikirleri ve idealleri birbirine bağlar. Avrasya Vakfı’nın daveti üzerine çıktığımız bu Hollanda yolculuğu da tam olarak böyleydi.
Rotterdam’dan Lahey’e uzanan bu üç günlük seyahatte yalnızca şehirler görmedik; tarihin izlerini, insanlığın ortak ideallerini ve Türk milletinin dünyanın neresinde olursa olsun yüreklere dokunan ruhunu yeniden keşfettik.
Her anı ayrı bir anlam taşıyan bu ziyaret, bize hem geçmişin gururunu hem de geleceğin sorumluluğunu hatırlattı. Kimi zaman bir bayrağın dalgalanışıyla göğsümüz kabardı, kimi zaman gençlerin sorularındaki heyecanla umudumuz tazelendi. Ve her defasında şunu bir kez daha idrak ettik: Türk milleti, nerede olursa olsun, adaletin, vicdanın ve merhametin temsilcisidir.
1. Gün – Rotterdam’dan Lahey’e Yolculuk
3 Eylül sabahı saat 06.30’da Rotterdam’a inen heyeti, bizzat Avrasya Vakfı Başkanı Fatma Aktaş Hanımefendi havaalanında karşıladı. Böylesine erken bir saatte, böylesine zarif bir karşılama heyette derin bir minnettarlık ve sevinç duygusu uyandırdı. Daha ilk andan itibaren Fatma Hanım’ın samimiyeti ve misafirperverliği hissediliyordu.
Rotterdam’dan hareket ederek Lahey’e doğru yol aldık. Burası, adaletin merkezi olarak bilinen tarihi bir şehirdi. Yol üzerinde Armada isimli bir Türk restoranına uğradık. İçtiğimiz çorba ve tattığımız yemekler Türkiye’nin lezzetlerini aratmıyor, bize memleket havasını solutuyordu. Sanki İstanbul’daymışız gibi hissettik.
Kısa bir süre otelde dinlendikten sonra öğle vakti yeniden buluştuk ve Avrasya Vakfı’na geçtik. Burada vakfın yöneticileri ve gönüllüleriyle tanıştık. Özellikle kadınların yoğun bir şekilde görev aldığını görmek sevindiriciydi. Ökkeş abimiz ve diğer dostlarla yaptığımız sohbet oldukça samimi geçti. Bu sırada Fatma Hanım, ertesi gün gençlerle birlikte Kırcaali Efsanesi filmini izleyeceğimizi söyledi ve organizasyonu gençlik kolları başkanı Arda Bey’e emanet etti.
Öğleden sonra Lahey’in tarihî dokusunu keşfetme fırsatı bulduk. Eski parlamento binasının yanından geçerken bir derenin kıyısında yaptığımız yürüyüş şehrin dinginliğini hissettirdi. Eski kiliseler, taş sokaklar ve tarihî yapılar, bu kadim şehrin kimliğini gözler önüne seriyordu.
Günün ilerleyen saatlerinde Diyanet Vakfı binasına uğradık; ne yazık ki kapalı olduğu için içeri giremedik. Akşamüstü ise Türk Büyükelçiliği’nin bulunduğu sokaktan geçerken ay yıldızlı bayrağımızın karanlıkta en parlak şekilde dalgalanışına şahit olduk. O an hepimizin göğsü kabardı, içimiz gururla doldu.
Yoğun geçen bu ilk günün ardından yorgun ama mutlu bir şekilde otele döndük.
2. Gün – Gençlerle Kırcaali Efsanesi Buluşması
Sabah erkenden kalkıp Lahey’in merkezini dolaştım. Sessiz sokakları ve tarih kokan caddeleriyle şehir, yeni bir güne huzurla hazırlanıyordu. Öğleye doğru vakfa geçtim. O gün vakfın salonu heyecanla doluydu; yalnızca Türk gençleri değil, farklı milletlerden gençler de oradaydı.
Programın ilk bölümünde Kırcaali Efsanesi filminin çekilme sebebini anlattım. Ardından filmi birlikte izledik. Film bittiğinde salonda bir sessizlik oldu; hemen ardından sorular peş peşe gelmeye başladı. Adeta yağmur gibi yağan sorular, gençlerin ne kadar ilgili ve meraklı olduklarını gösteriyordu.
En çok tartışılan konular “Yeni Dünya Düzeni” ve “Dünyada neler oluyor?” başlıklarıydı. Onlara şu sözlerle seslendim:
- Biz Türkler sadece akılla düşünmeyiz, kararlarımız kalpten çıkar.
- Bizler yalnızca insanlara değil, bütün canlılara; hatta ormanlardaki ağaçlara bile sahip çıkan bir medeniyetin torunlarıyız.
- Türk olmak yalnızca bir isim değildir; adaletli, merhametli, vicdanlı, hakkaniyetli ve cesaretli olan insandır Türk.
- Biz dünyayı güzelleştirmek, insanlığa faydalı olmak için varız.
Sabah erkenden kalkıp Lahey’in merkezini dolaştım. Sessiz sokakları ve tarih kokan caddeleriyle şehir, yeni bir güne huzurla hazırlanıyordu. Öğleye doğru vakfa geçtim. O gün vakfın salonu heyecanla doluydu; yalnızca Türk gençleri değil, farklı milletlerden gençler de oradaydı.
Programın ilk bölümünde Kırcaali Efsanesi filminin çekilme sebebini anlattım. Ardından filmi birlikte izledik. Film bittiğinde salonda bir sessizlik oldu; hemen ardından sorular peş peşe gelmeye başladı. Adeta yağmur gibi yağan sorular, gençlerin ne kadar ilgili ve meraklı olduklarını gösteriyordu.
En çok tartışılan konular “Yeni Dünya Düzeni” ve “Dünyada neler oluyor?” başlıklarıydı. Onlara şu sözlerle seslendim:
- Biz Türkler sadece akılla düşünmeyiz, kararlarımız kalpten çıkar.
- Bizler yalnızca insanlara değil, bütün canlılara; hatta ormanlardaki ağaçlara bile sahip çıkan bir medeniyetin torunlarıyız.
- Türk olmak yalnızca bir isim değildir; adaletli, merhametli, vicdanlı, hakkaniyetli ve cesaretli olan insandır Türk.
- Biz dünyayı güzelleştirmek, insanlığa faydalı olmak için varız.
Bu noktada Kırcaali’nin tarihî yolculuğunu da gençlere hatırlattım. Kırcaali, Buhara’dan çıkarak Ahlat’a yerleşen; oradan da görev alarak bu uzun ve kutlu yolculuğa çıkan bir ruhtur. Bu yolculuk, Ahmet Yesevî ocaklarının nefesiyle; Nizam-ı Âlem, Kızılelma ve Turan ideali uğruna çıkılan bir yoldur. Bu ideal, yalnızca bir milletin değil, tüm insanlığın huzurunu ve adaletini gözeten bir davanın adıdır.
Bu sözler salonda büyük yankı uyandırdı. Gençlerin gözlerindeki heyecan, kalplerindeki umut bana derin bir sevinç verdi. Türkiye’ye duydukları ilgi ve sevgi her kelimelerine yansıyordu. Özellikle Türkiye’den giden orta yaşlıların duyarlılığı da dikkate değerdi.
Günün geri kalanında Kırcaali’nin kurucusundan bolca bahsettik. Sohbetler samimi, sorular içten, cevaplar ise kalpten geldi. Akşam olduğunda yorgundum ama yüreğim doluydu. Otele dönerken, bu gençlerle paylaşılan anların kalıcı bir iz bıraktığını hissediyordum.
3. Gün – Barış Sarayı ve Uluslararası Konferans
Ziyaretimizin üçüncü gününde rotamız Lahey’deki Barış Sarayı oldu. Daha kapısından girerken, ihtişamı ve sembolik anlamlarıyla insanın içine işleyen bir mekândı burası. Fatma Aktaş Hanımefendi, büyük bir incelikle sarayın tarihini, duvarlarının taşıdığı hikâyeleri bizlerle paylaştı.
Girişte, ülkelerin barışa katkı niyetiyle getirdiği taşların arasında 180. numarada Ankara’dan gönderilen Kapadokya taşı da yer alıyordu. Anadolu’nun kadim ruhu, bu taşla barış mabedinde kendi izini bırakmış gibiydi. Hemen yanı başında yanmakta olan “sönmeyen barış meşalesi” ise insanlığa dair bir umudu sembolleştiriyordu. Fakat bugün, bu meşale sembolik olarak yanmaya devam etse de Gazze’deki insanlık dramına karşı sergilenen sessizlik, sarayın ihtişamıyla derin bir çelişki oluşturuyordu.
Sarayın en gurur verici detaylarından biri de Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in dokunmasını emrettiği Hereke halısıydı. 160 metrekarelik tek parça yün halı 106 yıl boyunca bu salonda serili kalmış, ardından altı yılda dokunan 20 metrekarelik ipek halıyla değiştirilmişti. O halıyı görememek bir eksiklikti belki ama düşüncesi bile bizlere gurur verdi.
Fransız mimar Louis M. Cordonnier’in Gotik ve Rönesans çizgilerini harmanladığı bu yapı, zarafet ve ihtişamı aynı çatı altında buluşturuyordu. Heybetli saat kulesi ebedi adaletin simgesi gibi göğe yükseliyor, bronz kapılar adalet ve barışı temsil eden figürlerle bambaşka bir dünyaya davet ediyordu. Uluslararası Adalet Divanı’nın toplandığı Büyük Adalet Salonu ise vitray pencereleri, freskleri ve yüksek tavanıyla, burada alınan kararların ağırlığını mekânın ruhuna kazıyordu.
Ziyaretin sonunda dilek köşesinde kaleme aldığımız şu cümle, gönlümüzden kopan bir dua gibiydi:
“Yolumuz Nizam-ı Âlem, hedefimiz Kızılelma.”
Konferans ve Dostlarla Buluşma
Öğleden sonra Kuzey Denizi kıyısına gittik. Dalga sesleri eşliğinde balık çeşitlerinden oluşan mükellef bir sofra bizleri bekliyordu. Fatma Hanım’ın rehberliğiyle tattığımız lezzetlerin ardından sahilde kahvelerimizi içtik.
Akşam olduğunda ise farklı milletlerden yüzlerce insanın bir araya geldiği bir kültür merkezinde konferans düzenlendi. Afrika’dan, Balkanlar’dan, Avrupa’dan katılımcılar aynı çatı altında buluşmuştu. TRT sanatçılarının seslendirdiği türküler, salona ayrı bir renk ve duygu kattı.
Sonrasında ise Balkanlardan, özellikle de Bulgaristan’ın özellikle Kırcaali yöresinden gelen o derinlikli müziklerin ve türkülerinin tadını çıkardık. Şarkıyı söyleyen: Nazlı Elik Yüksel Klarinet: Yiğit Şahan Yüksel söyledikleri, yürekten yükselen, nazlı bir duyarlılıkla salona yayılan ezgiler… “Göçmen Kızı”, “Arda Boyları” ve “Deryalar” gibi eserler söylendikçe, salon adeta bir tarih sahnesine dönüştü. Bu türküler yalnızca melodiler değil; göç yollarının acısını, sürgünlerin hüznünü ve ayrılığın sızısını taşıyan sözlerdi. Her bir kıta, geçmişin derin yaralarını bugüne taşıyor, dinleyen herkesin yüreğine dokunuyordu.
Şarkılar, sürgün edilmiş ve yerlerinden koparılmış insanların feryatlarını canlandırırken, salonda derin bir sessizlik hakimdi. Gözyaşlarını tutamayanlar oldu. Çünkü bu türküler, Balkan Türklerinin ortak hafızasının bir parçasıydı; bir milletin acılarını, özlemlerini ve köklerine bağlılığını dile getiriyordu.
Müzik bazen tarihin anlatamadığını anlatır. O akşam Balkan ezgilerinde yalnızca bir sanat icrası değil, aynı zamanda bir kültürün haykırışı vardı. Ve biz, o ezgilerle birlikte geçmişle bugünü buluşturduk, ortak acılarda birleşerek geleceğe umutla bakmanın gereğini bir kez daha hissettik.
Konferans sonrası Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’den gelen eski dostlarla karşılaştım. Onlarla yeniden kucaklaşmak, eski günleri yad etmek tarifsiz bir mutluluktu. Ziyaretin sonunda Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’den katılan eski dostlarla bir araya gelinerek samimi sohbetler gerçekleştirildi. Böyle bir organizasyonu başarıyla gerçekleştiren Fatma Aktaş Hanımefendi’yi gönülden kutladım.
Veda
Son gün sabahı, yolda, geride bıraktığımız dolu dolu günleri ve unutulmaz hatıraları düşündüm. Hollanda’dan ayrılırken gönlümde derin bir minnet, kalbimde tarifsiz bir huzur vardı.
Yeni dostlukların, tazelenen bağların ve paylaşılan ideallerin ışığında Ökkeş Bey’in eşliğinde havaalanına geçen heyet, İstanbul’a İstanbul’a doğru yola çıktım.

“Türk Töresi” Füzuli’de: yaratıcı ve öğretici üç günlük eğitim programı
Türk Asrına Doğru: Geçmişin Sınavından Geleceğin Ufuklarına
Birliğin Unutulan Hikâyesi: Doğu Türkistan’dan Bugüne Uzanan Ders
Almatı’da Hissedilen Türkiye: 4 Kasım 2025’ten Türk Asrı’na
Sofya’dan Bugüne: Bir Askerin Ruhu, Bir Milletin Sorumluluğu
Bir Kalbin Attığı Yer: Bayrampaşa’da Türk Dünyası
Türk Dünyası Medyasında Tarihi Buluşma: Kazakistan’dan Yükselen Ses
Türk Dünyasının İletişim ve Sanat Zirvesi Almatı’da Başlıyor!
Bulgaristan`da Aşırı Yüklü Kamyonlara Sensörlü Otomatik Ceza Sistemi Başladı