Rafet ULUTÜRK
Tarih, sadece dış düşmanlarla yazılmaz.
Bazı ülkeler, kendi içlerine çöken karanlıkla yıkılır.
Bulgaristan’ın son yüz elli yıllık hikâyesi işte böyle bir yıkımın izleriyle doludur:
Darbe bildirilerinde, sokak köşelerinde, idam listelerinde saklanan bir sessiz iç savaş…
Bu savaşta düşman, kendi vatandaşıydı; kurban ise hem Bulgar hem Türk’tü.
Bir ulus, kendi elitini yok ederek aklını; Türklerin kimliğine saldırarak vicdanını kaybetti. Geriye düşünmekten korkan, konuşmaktan çekinen, geleceğe güvenemeyen bir toplum kaldı.
Stambolov: Kesilen Kurucu Akıl
1895 yazında Sofya sokaklarında bir adam yere düştü. Bu, modern Bulgar devletinin aklını temsil eden Stefan Stambolov’du. Batı ile denge kurmaya çalışan, kurum inşa eden, devlet aklı yaratabilecek bir lider…
Ama o aklı taşıyan baş, bir köşe başında satırlarla parçalandı. Bu sadece bir cinayet değil; Bulgaristan’ın ilk beyin ölümü girişimiydi.
Tarihe kazınan mesaj kesindi:
“Bu ülkede, bizden akıllı olan yaşamaz.”
Bulgaristan, geleceğini taşıyacak aklı daha doğmadan toprağa gömdü.
Stamboliyski: Değişimin Ellerini Koparan Ülke
1923 darbesinde Aleksandar Stamboliyski aynı kaderi paylaştı. Köylüyü güçlendiren, yolsuzluğa karşı duran, halkın devletini kurmak isteyen bir vizyonerdi. Onun imza atan eli kesilip meydanlarda teşhir edildi. Bu, yalnızca bir reformcunun değil, değişimin kendisinin infazıydı.
Devlet, çocuklarına şu dersi verdi:
“Değişim istiyorsan ölümü göze al.”
Bir ülke yenilenmek isteyenleri öldürdüğünde, sadece bugününü değil yarınını da kaybeder.
1934 Darbesi: Entelektüel Ailelerin Sessiz Avı
1934 darbesiyle Bulgaristan, düşünceyi suç sayan bir karanlığa gömüldü. Bu kez hedef siyasetçilerle sınırlı değildi; gazeteciler, akademisyenler, öğretmenler, kitap dolu evlerdi. Kitaplar delil, düşünmek tehlike ilan edildi. Anne-babalar çocuklarına ilk kez şöyle fısıldadı:
“Okulda sakın bir şey söyleme.”
Bir ulusun damarlarına o yıl korku karıştı.
Cesaret küçüldü, suskunluk büyüdü.
1944: Ulusal Lobotomi – Bir Ülkenin Beyninin Sökülüşü
9 Eylül 1944, sadece rejim değişimi değil, Bulgaristan’ın ulusal hafızasının silinmesidir.
“Halk Mahkemesi” adı verilen intikam makinesi, benzeri görülmemiş bir iç soykırıma yol açtı:
11.122 kişi yargılandı, 9.155 kişi mahkûm edildi, 2.730 kişi idam edildi, 10.000–40.000 arası insan yargısız infazla yok edildi.
Profesörler, doktorlar, generaller, öğretmenler, gazeteciler…
Özne ve yüklemle cümle kurabilen herkes tehlikeli ilan edildi.
Bir ülke, kendi beyin hücrelerini sistemli biçimde yok etti. Düşünce öldü; itaat kaldı. Bugün Bulgar parlamentosunda hakaretle konuşan, yumrukla siyaset yapan, iki cümleyi yan yana getirmekte zorlanan tipolojinin kökeni işte o hendeklerdedir.
Türk–Bulgar Kardeşliğinin Doğmadan Ölmesi
Bu iç soykırım sadece Bulgar elitini yok etmedi. Türklerle kurulabilecek doğal kardeşliğin de temellerini daha atılmadan dinamitle patlattı. Oysa aynı köyde tütün kıran, aynı pazarda alışveriş eden, aynı çeşmeden su içen iki halk vardı. Yüzyıllarca yan yana yaşadılar, aynı sofrayı paylaştılar.
Peki bugün neden Türk–Bulgar kardeşliği tam anlamıyla yeşeremiyor?
Cevap, tarihin suskun satırlarında saklı:
Çünkü o kardeşliği kuracak insanlar öldürüldü. İki halka da adil davranabilecek aydınlar, köprü kuracak öğretmenler, sağduyulu politikacılar tasfiye edildi. Bilgi, vicdan ve adalet taşıyan kuşaklar yok edildi.
Kardeşliğin temeli olan üç şey; bilgi, kültür ve adalet gömüldüyse geriye korku ve propagandanın çocukları kalır.
Bulgaristan’daki devlet şiddeti etnik köken tanımadı. Bulgarlar 1895–1944 arasında dört kez kendi elitlerini kaybetti. Türkler 1970–80’lerde isim yasakları ve asimilasyonla ikinci kez kırıldı.
Birinin aklı alındı, diğerinin dili. Biri düşünmesin diye, diğeri konuşmasın diye cezalandırıldı. Ama ikisini de aynı bıçak kesti. Aynı karanlık, iki halktan da geleceği çaldı. Bugün birbirlerine temkinli bakmalarının nedeni düşmanlık değil; ortak yaradır.
Gerçek Türk–Bulgar kardeşliği, sloganlarla değil;
acıyla yüzleşme cesaretiyle mümkündür. Bulgaristan, önce kendi Bulgarına yaptığını kabul etmeden,
Türk’e yaptığını da tam anlayamaz.
Çünkü bu ülke:
önce kendi aklını öldürdü, sonra Türk’ün sesini, en sonunda da kendi vicdanını kaybetti.
Bir ülke, farklı düşüneni öldürürse muhalefeti değil umudu yok eder. Kendi elitini kurşuna dizerse, geleceği sönmüş bir mumun dumanına döner.
Bugün Bulgaristan’ın ihtiyacı olan tek şey mezarların üzerindeki korku betonunu kaldırmak ve adını anmaktan çekindiği insanlara iade-i itibar etmektir. Ancak o zaman Türk de Bulgar da aynı toprağa baktığında farklı geçmişler değil, ortak bir gelecek görebilir.
Çünkü o toprak, hepimizin kanıyla yoğruldu.
Ve ancak o gerçeği birlikte kabul ettiğimizde yeniden insan oluruz.

Türkiye ile Azerbaycan arasında akademik işbirliği güçleniyor
Bulgaristan’da İstifanın Ardından: Sessiz Bir Gece, Yükselen Bir Hafıza
Bulgaristan Hükümetinin İstifası Sonrası Siyasal Dönüşüm Dinamikleri ve Olası Politik Yönelimler
Bulgaristan’da Hükümet İstifa Etti
Hüseyin Nihal Atsız’ın İz Bırakan Mirası
Една Държава, Която Се Страхуваше от Собствените си Деца
БЪЛГАРИЯ И НЕЙНОТО САМОУБИЙСТВЕНО МИНАЛО: Нация, Която Застреля Своя Собствен Мозък, Сърце и Бъдеще
BULGARİSTAN’IN KENDİNE KIYDIĞI TARİH: Bir Ulusun Aklını, Yüreğini ve Kardeşliğini Kurşuna Dizmesi