Rafet ULUTÜRK
Her toplumun bir karanlık tarihi vardır ama bazı ülkelerde karanlık, geçmişte değil bugünde yaşamaya devam eder. Bulgaristan, neredeyse yüz elli yıldır kendi elitini, kendi aydınını, kendi devlet aklını eliyle yok etmiş bir ülke. Bu yüzden bugün meclisteki yumruklar, sokaktaki öfke, bürokrasideki kifayetsizlik, sadece güncel bir çürümenin değil; yüzyıllık bir genetik tahribatın sonucu.
Bu tarih, ne 1944’te başladı ne de Jivkov döneminde.
Kökleri, daha modern Bulgar devletinin doğduğu ilk yıllara kadar gider.
1895: Stefan Stambolov’un Öldürülmesi — Beynin İlk Kesintisi
Bulgar devletinin gerçek kurucularından biri sayılan Stefan Stambolov, 1895’te Sofya sokaklarında satırlarla parçalanarak öldürüldü. Avrupa’da modernleşme reformları yapan liderler heykellerle onurlandırılırken; Bulgaristan’da modern devlet aklının temsilcisi “vatan haini” ilan edilip linç edildi.
Bir ülke ilk önce kendi düşünürünü, kurucusunu öldürdü.
Bu, Balkan siyasetinin genetik koduna ilk müdahaleydi.
Beyin hücrelerinin kesilmesinin başlangıcı.
1923: Aleksandar Stamboliyski’nin Katli — Köylü Popülizmine Cezanın Kırbacı
1923 darbesinde ise bu kez hedef, halkçı reformlarla Bulgar köylüsünü ayağa kaldırmaya çalışan Aleksandar Stamboliyski idi. Onu öldürenler, sadece bir başbakanı değil; Bulgaristan’ın modernleşme ihtimalini, köylülükle devlet arasındaki güven hattını da öldürdüler.
Stamboliyski’nin kesilmiş sağ eli “bu elle anlaşmalara imza attı” diye teşhir edildi.
Yani mesaj şuydu:
“Bizim düzenimize dokunanın bedenini parça parça ederiz.”
Bulgar siyasi kültürüne işlenen ikinci travma buydu:
Yöneten öldürülür, reform yapan cezalandırılır, değişim talep eden susturulur.
1934 Darbesi: Entelektüel Ailelerin Avlanması
1934’te Zveno darbesi, Bulgaristan’ın siyasal sınıfını bir kez daha hedef aldı.
Bu darbe, sadece bir yönetim değişikliği değildi; sokaklarda asılan insanlar, evlerinden alınan gazeteciler, kapıları kırılarak götürülen bürokratlar ile Bulgaristan’ın düşünsel damarlarını bir kez daha kesen bir kırılmaydı.
Darbeci subaylar, “eski düzenin kalıntılarını” temizlemek adına entelijansiyayı avladı.
Kısacası, Bulgaristan modernleşme yoluna her girdiğinde, bir grup “devlet kurtarıcısı”, o yolun taşlarını söküp attı.
Bugün Bulgaristan’ın siyasi elitinin zayıflığını anlamak için 1934 sokaklarındaki o idamlara bakmak yeter.
Ve Son Perde: 1944’ün Genetik Kırılması
Eğer 1895, 1923 ve 1934’te olanlar Bulgar elit katliamının önsözleriyse,
1944 sonbaharı — 9 Eylül darbesi — romanın kıyamet bölümüdür.
1944’te ülke, yalnızca Sovyet destekli bir rejim değişikliği yaşamadı.
Ulusal dokusunun omurgası kırıldı.
11.122 kişi yargılandı.
2.730 kişi idam edildi.
1944–45 arasında 10.000–40.000 arası insan kayboldu, vuruldu, çukurlara gömüldü.
Subaylar, profesörler, doktorlar, gazeteciler, sanatçılar, öğretmenler tasfiye edildi.
Okumuş olmak, kitap sahibi olmak bile “sınıf düşmanlığı” sayıldı.
Bu, bir siyasi tasfiye değil;
bilinçli bir ulusal soykırımdı.
Bulgaristan kendi elitini öldürdü.
Daha doğrusu, öldürmesine izin verdi.
Bugün Parlamento’da bağırarak konuşan, kavga ile siyaset yapan tipolojinin kökleri işte burada:
Bir ülke, kendi zekâ rezervini tükettiğinde, geriye bağıranların hâkimiyeti kalır.
Kimlik Mühendisliğinden Kimliksizlik Üretmeye
1944 rejimi yalnızca insanları öldürmekle kalmadı;
tarihi, kimliği, kahramanları bile yeniden yazdı.
Pirin Makedonyası’nın Bulgarları bir gecede “Makedon” ilan edildi.
Goce Delçev’in kemikleri bile siyasi jest olarak taşındı.
Bulgar ulusal hafızasının sinir sistemine bistüri sokuldu.
Yani öldürülen sadece insanlar değildi;
yüzyıllık kimlik birikimi de mezara gömüldü.
1989’a Gelince… Makyaj Değişti, Genetik Değişmedi
Komünizmin çöküşü teoriye göre bir özgürleşmeydi.
Pratiğe göre ise aynı kadroların yeni takımlarla sahneye çıktığı bir dekor değişimiydi.
“Yoldaş” diyenler “Commissioner” demeye başladı.
Parti kartları, AB kartlarına dönüştü.
Ama devlet ahlakı, bürokratik refleks, nepotizm kültürü hiç değişmedi.
Bugün “neden nitelikli siyasetçi yok?” sorusunun cevabı basittir:
Çünkü onların ataları 1895’te, 1923’te, 1934’te ve 1944’te öldürüldü.
Yeni nesiller ise korku–itaat–çıkara dayalı bir sistemden başka bir şey görmedi.
Bu Bir Bulgar–Türk Hikâyesi Değil; Bir Ülkenin Kendi Kendini Yok Edişi
Bulgaristan’da Türk azınlık da bu trajedinin içinde iki kez kırıldı:
- Bulgar elitinin öldürülmesiyle tüm ülke gibi onlar da modernleşme fırsatını kaybetti.
- 1980’lerdeki zorla asimilasyon kampanyalarıyla doğrudan hedef alındılar.
Yani bu topraklarda yalnızca Bulgar entelijansiyası değil,
birlikte yaşama ihtimali taşıyan ortak bir gelecek de öldürüldü.
Bugünün Sorusu: Bu Çöküş Tersine Döner mi?
Evet, ama tek şartla:
Bulgaristan, önce kendi öldürdüğü elitlerinin yasını tutmayı öğrenmeli.
Tarihle yüzleşmeyen toplumlar, geleceği hak etmez.
Öldürülenlerin adları yalnızca mezar taşlarında değil, ulusun vicdanında da dirilmedikçe;
siyaset değişmez, devlet ahlakı değişmez, kültürel genetik onarılmaz.
Aksi hâlde Bulgaristan’ın kaderi,
“çarıklı”dan “Avrupa takım elbiseli çarıklı”ya evrilen aynı döngünün sonsuz tekrarıdır.
Soykırım, Katliam Değildir; Bir Mirasın Yok Edilişidir
Bulgaristan’ın yüz yılda dört kez kendi aydınlarını öldürmesi, yalnızca siyasi bir kargaşa değildir;
ulusal bir intihardır.
Bugün ülke hâlâ toparlanamıyorsa bunun sebebi,
geçmişte öldürülenlerin yalnızca bedenleri değil,
Bulgaristan’ın geleceği olmasıdır.
Bir ülke elitini kaybettiğinde,
kendi karanlığının içinde debelenir.
Bugün Bulgaristan’ın yaşadığı, işte bu karanlığın tortusudur.

Türkiye ile Azerbaycan arasında akademik işbirliği güçleniyor
Bulgaristan’da İstifanın Ardından: Sessiz Bir Gece, Yükselen Bir Hafıza
Bulgaristan Hükümetinin İstifası Sonrası Siyasal Dönüşüm Dinamikleri ve Olası Politik Yönelimler
Bulgaristan’da Hükümet İstifa Etti
Hüseyin Nihal Atsız’ın İz Bırakan Mirası
Една Държава, Която Се Страхуваше от Собствените си Деца
БЪЛГАРИЯ И НЕЙНОТО САМОУБИЙСТВЕНО МИНАЛО: Нация, Която Застреля Своя Собствен Мозък, Сърце и Бъдеще
BULGARİSTAN’IN KENDİNE KIYDIĞI TARİH: Bir Ulusun Aklını, Yüreğini ve Kardeşliğini Kurşuna Dizmesi