Ibrahim SOYTURK

Bir zamanlar bilim, insanlığın ışığı olarak görülürdü. Gerçeği aramanın, bilinmeyeni çözmenin ve toplumları daha adil, daha huzurlu bir geleceğe taşımanın yoluydu. Bugün ise bu idealin ne kadar uzağında olduğumuzu görmemek mümkün değil.

Araştırmalar, makaleler, raporlar…
Kâğıt üzerinde hepsi bilimin ürünü. Ama işin perde arkasına baktığınızda karşınıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Fon sağlayan kurumlar hangi araştırmanın destekleneceğini belirliyor.
Büyük şirketler kendi çıkarlarına uygun sonuçların öne çıkması için milyarlar harcıyor.
Siyasetçiler bilimi kendi ajandalarına yedeklemekten çekinmiyor.

Sonuç? Halkın karşısına çıkan bilgi, çoğu zaman ham gerçek değil, süzgeçten geçmiş, cilalanmış, yönlendirilmiş bir versiyon oluyor. Bilim insanı olmak “hakikatin izini sürmek”ten çok, “kimin çıkarına hizmet edeceğini seçmek” meselesine dönüşüyor.

Elbette bütün bilim insanlarını ya da tüm çalışmaları aynı kefeye koyamayız.
Hâlâ gerçeğin peşinde, adaletin yanında duran araştırmacılar var.
Ama sistemin genel işleyişi, onları da köşeye sıkıştırıyor.
Yayın yapma baskısı, kariyer kaygısı, fon bulma zorunluluğu…
Tüm bunlar, bilimin özündeki ahlaki sorumluluğu gölgede bırakıyor.

Oysa bilim, topluma güven vermek zorundadır.
Adaletin olmadığı yerde bilimin değeri yoktur.
Halkı yönlendirmek, manipüle etmek için değil; bilinçlendirmek, aydınlatmak için vardır.
Eğer bilimin pusulası çıkar ilişkilerine teslim olursa, geriye yalnızca bilgi kirliliği ve güven erozyonu kalır.

Bugün ihtiyacımız olan şey, bilimi yeniden hakikatin saf arayışı haline getirmek.
Bunun için şeffaflık, hesap verebilirlik ve en önemlisi etik değerlere bağlılık şart.
Aksi halde bilim, gerçekten insanlığın en büyük çöplüğü haline gelecek.

Yazar