Dünya’nın %70’ini su oluşturuyor olsa da bu oranın %97,5’i tuzlu yani okyanus ve deniz sularından ibarettir. Dolayısı ile ancak %2,5 oranında tatlı suya sahip olmakla esasında dünyanın daha başlangıç aşamasında su sorunu yaşadığı söylenebilir. Ayrıca yeryüzünde su oranının orantısız dağılımı ile birlikte bir de küresel ısınma, iklim değişikliği, yaşanan doğal felaketler, afetler, su kaynaklarının kirlenmesi ve bilinçsiz tüketimler gibi sebeplerle doğru orantılı olarak her geçen gün su sorunu artmaktadır.

            Vazgeçilemez yaşam kaynağı olan su, son yıllarda sadece bölgesel ve ulusal gündemin değil dünya kamuoyunun da ana gündem maddeleri arasında yer aldığı görülmektedir. Zira her geçen gün nüfus artışı ve su temininde yaşanan güçlükler dikkate alındığında, gelecek 20-25 yıl içerisinde dünya genelinde su sorunlarının büyük krizlere hatta savaşlara dönüşebilecek riskler taşıyor olması, ülkelerin karar alıcı mekanizmalarını endişelendirmektedir. Dolayısı ile tarihin her evresinde uygarlığın gelişimi ile doğrudan ilişkili olan su kaynaklarının azalması artık bir küresel sorun haline evrilmiştir.

            Yakın gelecekte petrolden daha stratejik bir madde halini alacak olan su, su kaynaklarına sahip olan ülkeleri de suya ihtiyacı olan ülkeleri de yeni stratejik hamlelere yönlendireceği muhakkaktır; çünkü dünyanın birçok bölgesinde var olan “Sınır Aşan Sular” ve “Uluslararası Sular” sorunlarının her geçen gün artma eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak durum her bölgenin kendine özgü jeopolitik karakterler taşıması, taraf ülkelerin farklı parametrelere sahip olmaları[1] sorunun standart bir çözüm ile halledilmesine imkân vermemektedir.

            Tatlı su temini için alternatif olarak deniz sularını arıtma tesislerinden istifade oranında artış olmuştur. Pahalı bir yöntem olan arıtma tekniğine özellikle petrol zengini Körfez Ülkelerinin yöneldiği görülmektedir. Ancak Bizans İmparatoru Jüstinyen’in (527-565) İstanbul’a inşa ettirdiği Yerebatan Sarnıcı örneğinde olduğu gibi daha basit ve ekonomik bir alternatif olarak yağmur sularının toplanabilirliği de önerilmektedir[2].

            Somut ve teorik mevcut veriler incelendiğinde duyulan endişelerin haklılığı görülmektedir. Zira Ortadoğu bölgesi başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde yaşanabilecek krizlerin küçümsenemeyeceği kuvvetle muhtemel hale gelmiştir. Dolayısı ile jeopolitik konumu, mevcut sınır aşan suları, son yılarda artan su eksenli stratejik proje ve yatırımlarıyla “su sorunu” Türkiye’yi de doğrudan ve yakinen ilgilendirmektedir.

            Türkiye, 25 akarsu havzasından oluşmaktadır ve akarsularının büyük bir kısmı ülke içerisinde doğmakta ve kendi denizlerine dökülmektedir. Türkiye içerisinde doğarak yine Türkiye denizlerine dökülen akarsuların en önemlileri arasında Kızılırmak (1.151 km), Sakarya (824 km), Büyük Menderes (584 km), Seyhan (560 km), Yeşilırmak (519 km), Ceyhan (509 km), Gediz (275 km), ve Küçük Menderes (129 km) nehirleri[3] gösterilebilir.

            Dicle ve Fırat nehirleri eksenli olarak 1920’lerde başlangıçta elektrik ihtiyacının karşılanması üzerine ilk projelerin düşünüldüğü görülen Doğu Anadolu bölgesi, ilerleyen yıllarda daha geniş kapsamlı projelere sahne olmuştur. 1980’li yılların başında sosyal ve ekonomik kalkınma programına dönüşen ve Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) adıyla; hidroelektrik enerjisi, tarım, sulama, kırsal ve kentsel altyapı, ormancılık, eğitim ve sağlık gibi komplike bir çalışma ile tarihte yerini alan projenin tamamlanma çalışmaları halen devam etmektedir. Ancak bölgede irili-ufaklı daha birçok akarsu olduğu ve Asi Nehri hariç tamamının Türkiye’den İran, Irak ve Suriye istikametine aktığı hatırda tutulmalıdır. Ayrıca Ermenistan ve Gürcistan tarafına akan akarsular da vardır.

            Türkiye’nin sınır hattının bir kısmını akarsuların oluşturduğu, bazı akarsularının ise uluslararası hukuk açısından “Sınır Aşan Sular” statüsünde olduğu görülmektedir.

Sınır Oluşturan Akarsular;

            – Aras Nehri, Türkiye-Azerbaycan-İran-Ermenistan sınırı

            – Arpaçay, Türkiye-Ermenistan sınırı

            – Hezil Çayı (Dicle’nin kolu), Türkiye-Irak sınırı

            – Karasu (Asi Nehri’nin kolu), Türkiye-Suriye sınırı

            – Meriç Nehri, Türkiye-Bulgaristan-Yunanistan sınırı

            – Mutludere, Türkiye-Bulgaristan sınırı

Bu suların bir kısmı Türkiye’nin komşuları ile sınır hattını oluşturmaktadır.

 

Türkiye’den çıkarak Sınır Aşan Sular;

            – Suriye istikametine: Afrin Çayı, Balık Suyu, Büyük Cırcıp Suyu, Culap Deresi, Habur Çayı, Karacurum Çayı, Karasu, Nerduş Çayı, Çağ Çağ Suyu, Sabun Suyu, Sayur Çayı, Senpas Suyu, Zerkan Suyu.

            – Irak-İran İstikametine: Dicle Nehri, Fırat Nehri

            – İran istikametine: Aras Nehri, Sarısu

            – Irak istikametine: Drahini Suyu, Şemdinli Çayı, Büyük Zap Suyu

            – Türkiye-Gürcistan İstikametine: Çoruh Nehri

            – Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan İstikametine: Kura Nehri

            – Türkiye-Bulgaristan İstikametine: Kocadere (Veleke)

 

Yurtdışından Türkiye İstikametine Sınır Aşan Sular;

            – Lübnan-Suriye-Türkiye İstikametine: Asi Nehri,

            – Bulgaristan-Türkiye İstikametine: Tunca Nehri.

 

            Türkiye, başta Dicle ve Fırat nehirleri olmak üzere sınır aşan sularını egemenlik meselesi olarak kabul etmiştir. Ancak özellikle Suriye ve Irak devletleri “Uluslararası Sular” kapsamında paylaşım anlaşmaları talep ediyor olsalar da Türkiye, uluslararası hukuk açısından tezlerine tezat oluşturduğu için su tahsisini kabul etmediğini duyurmuştur.

            Bu arada Türkiye’nin, özellikle GAP ile birlikte Suriye ve Irak ile su konusunda zaman zaman karşı karşıya geldiği görülmektedir. Suriye ve Irak Türkiye’den geçmekte olan sular için “Uluslararası Sular” statüsü ile işlem görülmesi iddialarına karşılık, Türkiye, bu suların “Sınır Aşan Sular” statüsünde olduğunu savunmaktadır. Bu arada Asi Nehri için Türkiye’nin taleplerine ise Suriye, “Hatay’ın kendi toprakları arasında yer aldığı ve dolayısı ile Asi Nehri’nin kendi toprakları üzerinde Akdeniz’e ulaştığı iddialarıyla müzakere etmeyeceğini” beyan etmektedir[4].

            Irak ile 1950’lere kadar su eksenli bir sorun yaşanmamıştır. Suriye ile ilişkiler ise Hatay meselesi nedeniyle Fransız Manda İdaresinden bağımsızlığını elde ettiği ilk günden itibaren sorunlarla başlamıştır. 1960’lı yıllarda Türkiye, su kaynaklarının kullanımına ilişkin projeler üretmeye başlamasıyla birlikte Irak ve Suriye ile eş zamanlı olarak sınır aşan sular konusunda sorunlar da başlamıştır[5].

            1965-1975 yıllarında Keban ve 1983-1992 yıllarında Atatürk Barajlarının inşa dönemlerinde olduğu gibi Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan her baraj projesinde Suriye ve Irak’ın sorun çıkarttığı görülmektedir. Hatta uluslararası kamuoyu oluşturarak konunun çok taraflı hal alması için uğraştıkları bilinmektedir.

            Atatürk Barajı’nın su tutmaya başlamasıyla birlikte Alman Die Welt gazetesinde; Suriye’nin Türkiye ile savaşacağı, bundan sonra petrol için değil su için savaşlar çıkacağı ve 21’inci yüzyıl içerisinde Ortadoğu coğrafyasının su nedeniyle kan gölüne döneceği[6] iddialarını içeren yayınlar çıkması dikkat çekicidir. Bu teoriyi desteklercesine; 2007-2010 yılları arasında en kurak tarihini yaşayan Suriye’de yüzbinlerce kişinin kırsal alandan şehirlere göç ettiği bilinmektedir. Dolayısı ile 2011 yılında Arap Baharı olayların sirayetiyle Suriye’de yaşanan ve halen devam eden iç savaşın bir sebebinin de mevcut su sıkıntısına bağlayan[7] teorisyenlerin olduğu görülmektedir.

            Akarsular haricinde Türkiye’de; Van Gölü (3 713 km2), Tuz Gölü (1 300 km2), Beyşehir Gölü (656 km2), Eğirdir Gölü (482 km2) en büyükleri olmak üzere 320 adet doğal göl bulunmaktadır. Ancak bu göllerin bir kısmı mevsimsel niteliklidir ve yaz aylarında kuraklığa bağlı olarak kurumaktadır. Türkiye’de ayrıca işletimde 861 adet baraj bulunmaktadır. Bu barajlardan en büyüğü 817 Km2 ile Atatürk Barajı’dır. Keban Barajı 675 Km2, Ilısu Barajı 313 km2, Karakaya Barajı 298 km2 ve Hirfanlı Barajı 263 km2 yüzey alanına sahip olan diğer büyük baraj gölleridir[8].

            Dünya standartları açısından yıllık kişi başı 2000 m3 su rezervinin altında olan ülkeler su azlığı yaşayan ülke kategorisinde değerlendirilmektedir ve Türkiye kişi başına yıllık yaklaşık 1.519 m3 ile kullanılabilir su potansiyeline sahip olduğu göz önüne alınırsa su zengini bir ülke değildir. Ayrıca Türkiye’nin brüt yer üstü su potansiyeli 172 milyar m3’tür. Kıyaslamanın daha anlaşılabilmesi açından belirtmek gerekirse sadece Tuna Nehri’nin yıllık su potansiyeli 206 milyar m3 olduğu[9] hatırda tutulmalıdır.

            ***

            Küresel boyut halini alan su sorunun en büyük sebebi su kaynaklarının zaman ve mekân olarak yeryüzüne eşit dağılmamasıdır. Amazon Nehri’nden bir dakikada Atlas Okyanusu’na akan su miktarının New York şehrinin 3 yıllık su tüketimine eşit olduğu göz önüne alındığında, birçok bölgede su kıtlığı yaşanırken bazı bölgelerin aşırı kaynaklara sahip olduğu görülmektedir[10]. Ancak Ortadoğu bölgesinde yaşanan su sorununun en önemli sebebi ise Birinci Dünya Savaşı’nın ardından işgal edilen Osmanlı toprakları üzerinde o dönemin en büyük emperyalist devletlerinden İngiltere ve Fransa tarafından suni ve yapay sınırlar çizilerek devletler oluşturulmasından kaynaklandığı hatırda tutulmalıdır.

            Sonuç Olarak;

            Türkiye, kendi topraklarından komşu ülkelere geçen sular için “sınır aşan sular” tezi üzerinden hareket etmektedir. Dolayısı ile siyasilerin ve bürokratların bu hususa vakıf olmaları önemlidir. Zira uluslararası platformlarda bu tezlerle çelişebilecek ifadelerden şiddetle kaçınmaları önem arz etmektedir.

            Siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan bölgesel ve uluslararası istikrar, uzun vadede ulusal ve küresel güvenliğin tesisi için en önemli dinamiklerden birisinin su güvenliğinin sağlanması olduğu görülmektedir. Zira son yıllarda küresel boyutlara ulaşabilecek savaş senaryolarının çok sık telaffuz edilir olduğu günler yaşanmaktadır. Dolayısı ile suya güvenli erişimin sağlanamaması, kuraklık, su kıtlığı ve su kirliliği gibi hususların hasıl olması durumunda başlangıçta istikrarsızlığa, akabinde bölgesel ve küresel çatışmalara dönüşebileceğini karar alıcı mekanizmalar hatırdan çıkartmamalı, olası savaş senaryolarını görmezden gelmemelidirler. Ki, olası su savaşı senaryolarının 1960’lı yılların ortalarında Türkiye’nin GAP’ı uygulama planlarıyla birlikte görülmeye başlanması tesadüf olmasa gerekir.

            Türkiye’nin GAP hedeflerini sekteye uğratmak için her yola başvuran Irak ve Suriye’nin yıllarca PKK terör örgütü başta olmak üzere Türkiye aleyhine her türlü terör örgütüne destek olduğu bir gerçek vardır. Öyle ki bu ülkeler Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde kendi teorilerine destek olacakları beklentisiyle olası bir Kürt devletine bile destek verdikleri unutulmamalıdır.

            Türkiye, her ne kadar su zengini bir ülke olmasa da Suriye, Irak, İsrail, Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez Ülkeleri gibi bölge ülkeleri açısından nispeten daha iyi durumdadır. Bu ülkelerin yakın gelecekte Türkiye’den çok daha önce su sıkıntısına düşeceği muhakkaktır. Mevcut su kaynakları açısından bu ülkelerin Türkiye’yi su zengini olarak gördükleri de bilinmektedir. Dolaysı ile başta Suriye ve Irak olmak üzere bölge ülkelerinin Türkiye’nin sınır aşan suları üzerinde her geçen gün daha fazla hak iddia edecekleri öngörülmektedir.

            Buradan hareketle Türkiye, kendi su endeksli tezlerini zaman da kaybetmeksizin ama uluslararası kamuoyunun müzakeresine de açmadan deklare eden kararlı duruşunu gösteren uluslararası siyasi hamleler yapmalıdır. Zira sadece güney komşuları ile değil neredeyse bütün komşularıyla gelecekte su sorunu yaşama ihtimali olan Türkiye, şimdiden çok geniş çerçeveli olarak hazırlıklı olmalıdır.

            Öyle ki Hatay’ı kendi toprakları kabul eden Suriye, Asi Nehri’nin bütün sularını istediği planda kullanmakta ve yaz aylarında akarsu yatağının kurumasına sebep olduğu görülmektedir. Buna mukabil kış mevsimlerinde ise bildirimde bulunmaksızın baraj kapaklarını açarak Amik Ovası’ndaki ürünlerin zarar görmesine sebep olmaktadır. Benzer şekilde Bulgaristan’dan Türkiye istikametine gelen suları üzerine yaptığı barajlar vasıtasıyla yaz aylarında neredeyse tamamını kullanan Bulgaristan’ın da su konusunda Türkiye ile zaman zaman sorunlar yaşadığı görülmektedir. Ayrıca 1993 yılında Bulgaristan’ın suları kesmesi üzerine Türkiye’nin bu ülkeden su satın aldığı da unutulmamalıdır.

           Son söz olarak; Su sorununa çözümün su tasarrufu ile başladığı unutulmamalıdır. Türkiye’de de maksimum su tasarrufuna riayet edilmesi önemlidir. Eğitim-öğretimin her seviyesinde su tasarrufları uygulamalı olarak bilinçlere yerleştirilmelidir. Ayrıca minimum su sarfiyatıyla maksimum tarım ürünü elde etme sistemlerinin çiftçilere ve tarım sektörüne Tarım Bakanlığı tarafından finanse edilerek desteklenmesi halinde de mutlaka su tasarrufu sağlanacağı karar alıcı mekanizmaların hatırında olmalıdır.

            Son sözün sonu; küresel ısınma ve kuraklık her geçen gün artmakta ve su savaşları adım adım yaklaşmaktadır…

                        :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com

 

[1] Fatma Betül ŞENGÜL; “Dünden Bugüne Fırat-Dicle Bağlamında Türkiye’nin Güney Komşuları ile Su Sorunu”, S. 4, T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2014, İstanbul.

[2] Tim SMEDLEY; “Dergi-Dünyada Tatlı Su Kaynakları Tükeniyor Mu?”, BBC News, 19.04.2017.

[3] DSİ Genel Müdürlüğü; “Toprak Su Kaynakları”, https://www.dsi.gov.tr/Sayfa/Detay/754 (Erişim:14.07.2021)

[4] İsmail CİNGÖZ; Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü Arap Baharı ve Hatay Faktörü, s. 43-46, Yade Yayınevi, 2018, Ankara.

[5] Duygu Doğan KIRKICI; “Sınıraşan Sular Bağlamında Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri”, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlı, Uzmanlık Tezi, ss. 69 ve 79, 2014, Ankara.

[6] Mesut KAYAER ve Salih ÇİFTÇİ; “Su Sorunu ve Türkiye’nin Tatlısu Potansiyeli Çerçevesinde Türkiye’nin Sınıraşan Sularının Stratejik, Etik ve Hukuki Boyutlarının Değerlendirilmesi”, PESA Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.4, S.3, ss. 386-404, Kasım 2018.

[7] Tim SMEDLEY; a.g.m.

[8] DSİ Genel Müdürlüğü; “Toprak Su Kaynakları”.

[9] Mesut KAYAER ve Salih ÇİFTÇİ; a.g.m.

[10] Mithat RENDE; “Dünyanın Hızla Artan Su İhtiyacına Çözüm Arayışları: Dünya Üçüncü Su Forumu ve Bakanlar Konferansı”, T.C. Dışişleri Bakanlığı. https://www.mfa.gov.tr/dunyanin-hizla-artan-su-ihtiyacina-cozum-arayislari_-dunya-ucuncu-su-forumu-ve-bakanlar-konferansi.tr.mfa (Erişim: 15.07.2021)

Yazar