Türkiye Balkansız, Balkanlar da Türkiye’siz huzurlu ve istikrarlı olamaz. Gelecekte Türkiye’ye en büyük dış darbe, Balkanlarda vurulabilir. Son zamanlarda Balkanlarda artan Türkiye karşıtı propagandalar, böyle bir tehlikenin habercisidir.

.

Ramazan BİÇER

Balkanlar ile aile bağımız vardır. Kültürel açıdan Balkanlar, Türk-İslam kültürünün merkezlerinden biridir. Zira Türkler Balkanlara, Osmanlılardan çok önceleri gitmişlerdir.

Balkanlara ilk gelen Türk kavmi, Avarlar olmuştur. Avarlar 7’nci yüzyılda Balkanların önemli bir kısmına egemen olmuş ve yönetmiştir. Aslında Bizans kaynakları daha 461 ve 465 yıllarında Balkanlarda, Türkçe konuşan Avar ve Sabarların varlığından bahsetmektedirler.

Bulgaristan’ın çok eskiden beri bir Türk toprağı olduğu tarihçiler tarafından bilinmektedir. M.S. 376’dan itibaren Doğu Avrupa Hunları Balkanlara ulaşmıştır. Hunlar arasında Avarlar, Bulgarlar, Sabarlar, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Uzlar vardı. Bunların tümü birer Türk boyu idi.

Bu Türk boyları Balkanları yurt edinerek bölgeyi hem vatan edinmişler hem de Balkan milletlerinin teşekküllerinde ve kültürel gelişmelerinde önemli roller oynamışlardır.

Balkanlarda çok öncelere dayanan Türk varlığı, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yoğun bir şekilde devam etmiştir. Bu doğrultuda Aliya İzzetbegoviç’in, kendilerinin hem Boşnak hem de Türk olarak vurgulaması anlamlıdır.

Türk ve Müslümanların geleceği
Osmanlılar, Balkanlarda çok yönlü bir etki bırakmıştır. Bu etkiler, Balkanların mamur ve uygarlığında kalıcı tesir etmiştir. Balkanların tarihinde önemli iki aktör bulunmaktadır. Bunlardan biri siyasal-dinsel etki bırakan Bizans; diğeri ise yarımadaya kendi dilinden isim veren ve en uzun siyasal birliğini kuran Osmanlılardır.

Bulgar araştırmacı Maria Todorova’ya göre, “Balkanların Osmanlı mirası olduğu sonucuna varmak abartma değildir.” Zira ona göre, “Demografi ve halk kültürü alanında Osmanlı mirası kalıcı ve kesintisiz etkiler bırakmıştır.”

Günümüzde, Müslüman olan ve olmayan tüm Balkan halkları, Osmanlı dönemindekinden daha huzurlu ve mutlu değildir. Tüm Balkanlarda Türk, Müslüman olarak anlaşılır. Yani Türk demek “Müslüman” demektir. Hatta bir Hristiyan Müslüman olduğunda, onun için “Türk oldu” denir.

Nitekim temel dini ve itikadi bilgilerin öğretildiği bir Boşnakça ilmihalde, bizim ilmihallerde geçen, “Ne zamandan beri Müslümansın?” sorusuna “Kalu beladan beri” cevabı verilirken, orada “Ne zamandan beri Türk’sün?” şeklinde yer almaktadır. Balkanlarda “Türklük” kavramı bir ırk-soy tanımının ötesinde, Müslümanlık ile özdeşleşmiş kültürel bir terimdir.

Balkanları bekleyen en büyük sıkıntı, Balkanizasyon kavramı altında yatmaktadır. Balkanizasyon; bölme, parçalama ve birbirlerine düşürme gibi anlamlara gelmektedir.

Balkanlardaki dinî, siyasi, etnik ve kültürel farklılıkların ayrılık gerekçesi olması ve söz konusu her kesimin kendisine özgü bir yönetim biçimine talip olması sonucu, küçük ölçekli devletlerin oluşması anlamına gelen Balkanizasyon, Balkan ülkelerinin ayrılış ve bölünmeye müstait olduğunu göstermektedir.

Balkanizasyonun en fazla uygulandığı alan, ırkçılık olmuştur. Zira Balkanlarda ırk, aynı zamanda dinî bir anlam taşır. Nitekim Sırpların Ortodoks, Hırvatların Katolik, Boşnakların ve Türklerin Müslüman olması bu yönlü bir farklılığa zemin hazırlamaktadır.

Balkan milletleri arasında yöneticilerinin Müslüman olduğu ülkelerde bile, en fazla haksızlık, zulüm ve baskıya maruz kalanlar, Müslümanlardır. Sözgelimi, Kosova, Arnavutluk, Bosna- Hersek’te mağdur olanların büyük kısmı Müslümanlardır.

Yönetim biçimi itibarıyla Müslüman olmayan Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Karadağ, Hırvatistan gibi ülkelerde ayırımcılığa ve baskıya maruz kalanlar ise büyük oranda Müslümanlardır.

Müslümanların kimlik ve aidiyet sorunu
Balkanlardaki Müslümanların en öncü sorunu, kimlik ve aidiyettir. Sözgelimi Sırpların hâkim olduğu bölgelerde, Türk aidiyeti kabul edilmiyor ve Müslüman olarak tanımlanıyor. Bu sorun Bulgaristan, Makedonya, Karadağ, Hırvatistan gibi Balkan ülkelerinde de mevcuttur.

Bu doğrultuda da Türklere karşı hâlâ devam eden ciddi bir asimilasyon söz konusudur. Özellikle okullar, devlet daireleri ve kamuya açık alanlarda Müslüman ve Türklere belirgin bir baskı vardır.

Öte yandan Balkanlarda güçlü bir Arnavut aidiyeti mevcuttur. Arnavut kimliğini, Müslüman kimliğinden ayrı olarak tanımlama çabası içerisinde olanlar vardır.

Yine Balkanlarda azımsanmayacak derecede esmer vatandaşlar yani Romanlar mevcut. Bunların ezici çoğunluğu Türkçe konuşuyor ve Türk kültürüne sahipler. Yaşadıkları devletlerde kendilerini Türk olarak belirtmelerine rağmen, kabul edilmeyip, Müslüman olarak tanımlanıyorlar.

Yine Türk kültürüyle yoğrulmuş Boşnaklar da Sırp, Hırvat ve Bulgarlar tarafından ayrı bir etnik yapı olarak tanımlanmak istenmiyor. Boşnakları “Sırp Müslümanlar” olarak tanımlıyorlar. Onların bu tanımları, maalesef Türkiye’de birçok akademisyen tarafından da kullanılıyor.

Bu büyük bir yanlıştır. Zira Boşnakça sözlüğü yazıldığında, Sırpların bir lügati bile yoktu.Boşnaklar birçok Balkan milleti gibi farklı etkilere maruz kalmakla birlikte, kendilerine özgü kültürel yapısı olan, büyük oranda Avar ve Peçenek Türklerinin kültürel birikimiyle şekillenmiş, özgün bir millettir.

Dini istismar eden radikal akımların yükselişi
Özellikle Bosna-Hersek Savaşı sonrası Orta Doğu’dan Balkanlara yoğun bir yöneliş oldu. Bunların önemli bir kısmı, Selefi düşünceye sahip kimselerdi ve tüm Balkanlara yayıldılar.

Bulundukları yerlerde öncelikle Müslümanlara yönelik faaliyetlere giriştiler. Hedef kitleleri ise Müslümanlar oldu. Sosyalist dönemde dinî açıdan zayıflayan Müslümanlar, bunlar karşısında kendilerini savunmakta yetersiz kaldılar.

Bilindiği gibi Balkan Müslümanlarının ezici çoğunluğu, Hanefi-Matüridi’dir. Selefi düşünce mensupları ise, Hanefi-Matüridi inanç ve akaid sistemine karşıdırlar.

Zira Matüridilik, dinî metinlerin anlaşılmasında akla öncelik verir ve dinî olgunluğun, diğer bir tabirle tahkiki imanın, ancak aklı kullanmakla mümkün olacağını savunur. Selefiler ise, dini konularda aklı kullanmaya karşıdırlar. Kuran ayetlerini, olduğu gibi düz anlamıyla kabul ederler.

Bu şekildeki bir anlayış, Kuran’ın ana temasıyla çelişmektedir. Zira Kuran’da yorumsal (müteşabih) çok sayıda ayet vardır ki bunlar üzerinde akıl yürütülüp, yorumlanmayı gerektirir.

Bu anlayış farklılığından dolayı Selefilerin en büyük hedefi, Hanefi-Sünni Müslümanların büyük çoğunluğunu içeren Türklerdir. Zira Türkiye, Ehl-i sünnet inancının kalesidir.

Selefiler, diğer tüm Müslüman ülkelerde olduğu gibi, Ehl-i sünnet inancına mensup kimseleri ana hedef edindiler. Ehl-i sünnet itikadına göre, “Kıbleye karşı namaz kılmayı kabul eden herkes Müslümandır.” Oysaki Selefilere göre, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlar, şirk içerisindedir ve şirk koşan ise öldürülür.

Bu anlayışları doğrultusunda hep Müslüman kitlelere ‘cihat ilan edip’ savaştılar. Aynı zamanda Selefiler, Osmanlıya, onun miras ve kültürüne yoğun bir karşıtlık içerisindedir. O nedenle de Osmanlılara ait tarihi eser olarak ne varsa, tahrip etmektedirler.

Büyük bir maddi desteğe sahip olan Selefiler, Balkanlarda bazı baş müftü, müftü ve imamları da kontrolleri altına almakta ve kendi propagandalarını yaptıracak imamlar atanmasını sağlamaktadırlar. Hatta Müslümanlar arasında ayrımcılık yaparak, kendi camilerini oluşturmuşlardır.

Öte yandan söz konusu, dini istismar ve şiddeti tasvip eden radikal Selefi gruplar, bulundukları yörelerde DEAŞ gibi örgütlere eleman devşirmektedirler. Bu bilinmesine rağmen Balkan devletlerinin birçoğunun bu oluşumlara yönelik tedbir almaması da dikkat çekicidir.

Misyonerlik ve Bektaşilik üzerine oyunlar
Balkan Müslümanları bir yandan da yoğun bir şekilde Hristiyan misyonerlerinin propagandası altındadırlar. Avrupa, ABD ve Güney Kore’den gelen birçok Misyoner, ekonomik durumu zayıf olan belirli Müslüman kesimlerde etkili olmaya çalışmaktadırlar.

Bunlara karşı hemen hemen her Balkan ülkesinde bulunan İslam Birliği Başkanlıkları, Müslüman halkları korumak amacıyla yoğun çalışmak yapmaktadırlar, ancak yetersiz kalmaktadırlar.

Balkanların hemen hemen her yerinde bulunan Bektaşiler, Osmanlı döneminde güçlü bir şekilde yörede var olmuşlardır. Onların kalıntısı olarak günümüzde Balkanlarda ciddi bir Bektaşi birikimi mevcuttur. Türbeler yanında Bektaşi tekkeleri, hâlâ etkili bir güce sahiptirler

Tamamen İslami bir duygu ve düşünceye sahip olan Bektaşilik, son zamanlarda İslam’dan koparılarak, yeni bir din hâline getirilmek istenmektedir.

Oysaki Bektaşiliğin özü, İslami öğretilerden oluşmuştur. O nedenle, İslam’dan kopan ve uzaklaşan bir Bektaşilik, özgün varlığını koruyamaz ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin öğretilerinden uzak, bambaşka bir inanç sistemi hâline gelir.

Balkanlar ve Türkiye
Balkan topraklarının hemen hemen her yerinde Türk kültürü bulunmakta ve hâlâ etkisi görülmektedir. Zira Osmanlılardan çok öncelerine dayanan Balkanlardaki Türk varlığı, günümüzde de hâlâ diridir.

Balkanların pek çok yerinden Türkiye’ye göçler olmuştur. Göç ederek Türkiye’ye yerleşen bu kesimlerin Balkanlarla bağı kopmamış ve orada kalan akrabalarıyla iletişimleri sürmüştür. Böylece Balkanlarda çok güçlü bir Türk diasporası bulunmaktadır.

Bunun farkında olan Sırplar ve Bulgarlar gibi radikal yönetimler, bu bağı koparmak için çok çaba harcamış, hâlâ da harcamaktadırlar. Buna rağmen Balkan halklarının Türkiye ile güçlü bir bağı vardır.

Türkiye Devleti, imkân ve şartlar doğrultusunda Balkan ülkeleriyle iyi ilişkilerini sürdürmektedir. Balkan devletleri de oy potansiyelini göz önüne alarak ve halkın Türkiye ile bağlantısını düşünerek, Türkiye ile iyi geçinme görüntüleri vermektedir.

Türkiye’nin Balkanlardaki resmî kurumları, yöredeki Müslümanları ve özellikle Türkleri memnun edememektedir. Bunun hem o taraf hem de bu tarafa yönelik haklı gerekçeleri bulunmaktadır. Balkan Türkleri, Türkiye’yi “anavatan” olarak görmektedir. Bu doğrultuda da beklentileri yüksek olmaktadır.

TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlarımız, kendilerine yüklenen misyon doğrultusunda görevlerini yapmaya çalışmaktadır. Ancak sözgelimi TİKA’nın yaptırdığı, onardığı bazı camiler Selefilerin kontrolüne geçmekte ve imamları tarafından Türkiye aleyhine propagandaların yapıldığı bir karargâh olmaktadır.

Bölgede var olan ve gittikçe de yaygınlaşan işsizlik ve ekonomik darboğaz nedeniyle özellikle Türk soylular, kendilerine iş kazandıracak etkinlik ve faaliyetler beklemektedirler.

Nitekim, ABD ve Çin gibi ülkeler, yapmış oldukları İngilizce eğitim ve kültürel faaliyetler yanında bilişim, teknoloji ve iletişime yönelik kurslarla, kabiliyetli ve zeki, Türk ve Müslüman çocuklara sahip olmakta ve kontrol altına almaktadırlar. Dolayısıyla önümüzdeki neslin Türk ve Türkiye ile ilgili algıları, olumsuz yönde şekillenmektedir.

Balkanlardaki Türk partilerinin oylarında hızlı bir düşüş yaşanmaktadır. Bunun nedeni, Türk partilerinin görev bilincini yitirmeleri ve halkın güvenini kaybetmeleridir.

Tüm bu veriler doğrultusunda Türkiye Balkansız, Balkanlar da Türkiyesiz huzurlu ve istikrarlı olamaz. Gelecekte Türkiye’ye en büyük dış darbe, Balkanlardan vurulabilir. Son zamanlarda Balkanlarda artan Türkiye karşıtı propagandalar, böyle bir tehlikenin habercileridir.

Balkan Türk ve Müslümanlarının beklentileri yüksek olmakla birlikte bekledikleri en önemli ve öncelikli adım, kendilerine sahip çıkılması, unutulmuşluklarının unutturulması ve Türkiye’nin her daim onları dinlediği, ilgilendiği ve sahip çıktığı duygusunun Türk bürokrasi ve resmi makamlarınca verilmesidir.

 

 

 

Yazar