Raziye ÇAKIR
Türk Dünyası Yazarlar Buluşması, yüzeyde edebi bir etkinlik gibi görünse de, aslında çok daha derin bir anlam taşıyor. Bu buluşmanın arka planında, yüzlerce yıllık bir sessizliğin yankıları var. O sessizlik, unutulmaya yüz tutmuş hikayelerin, silikleşen kimliklerin ve sıkışıp kalmış hayatların sesi. İşte tam da bu sessizlik içinde, benim de hikayem var: Bulgaristan’daki Türklerin ve onların kimlik mücadelesinin hikayesi.
Kitaplarımda anlattığım Bulgaristan Türklerinin öyküsü, sadece bir ulusun tarihine sıkışıp kalmış bir anlatı değil. Bu, aynı zamanda geçmişin gölgelerinden sıyrılıp, bugünün Türk dünyasına ayna tutan bir içsel yolculuk. Bulgaristan’daki Türkler, sessizce yaşadıkları onca zorluğa rağmen kimliklerini koruyarak ayakta kalmayı başardılar. Ancak bu başarı, dışarıdan bakıldığında pek fark edilmeyen bir hikaye. Buluşmaya katıldığımda, o sessiz hikayeyi herkesin duyabilmesi için, adeta bir yankı gibi kitaplarımla dile getirmeyi amaçladım.
Bir toplumun varoluş mücadelesi, her zaman büyük savaşlar, siyasi zaferler ya da coşkulu mitinglerle verilmez. Kimi zaman, bu mücadele evlerin içinde, bir dilin konuşulmaya devam ettiği odalarda, bir annenin çocuğuna öğrettiği dua veya bir dedenin torununa anlattığı masallarla sürer. Bulgaristan Türklerinin yaşadığı kimlik mücadelesi de tam olarak böyle bir şey. Sadece siyasi bir direniş değil, aynı zamanda gündelik hayatın içinde verilen bir varoluş savaşı. Sessiz, fakat derin izler bırakan bir mücadele.
“Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü” ve “Bulgaristan’da Kimlik Mücadelesi” eserlerimde, bu sessiz direnişin izlerini sürüyorum. Kitaplarım, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yaşadığı baskıları ve bu baskılara karşı verdikleri mücadeleyi detaylandırıyor. Ancak asıl mesele, bu hikayelerin sadece birer tarihi olaydan ibaret olmadığını göstermekti. Bu hikayeler, günümüz Türk dünyasının da çözmesi gereken soruları barındırıyor. Bugün bizler, Bulgaristan Türklerinin yaşadığı acılardan ne kadar ders çıkardık? Sessiz mücadeleyi bugünün siyasi sahnesinde nasıl yankılandırıyoruz?
Belki de en derin mesaj, bu buluşmada paylaştığım “Kırcaali Efsanesi” adlı kitabımda yatıyor. Kırcaali, sadece bir coğrafya değil; aynı zamanda Türk kimliğinin direnişinin sembolü. Ancak bu direniş, kılıçların ya da orduların savaşı değil, bir halkın kültürel mirasını koruma çabası. Bu miras, bugün Türk dünyasında yeniden keşfedilmek zorunda. Birbirimize anlattığımız efsanelerle, şiirlerle, hikayelerle o mirası canlandırmalıyız.
Tarihi olaylar genellikle büyük figürlerle ya da devlet adamlarıyla anılır. Ancak gerçekte, o figürlerin arkasında sessiz bir halkın mücadelesi vardır. İşte bu buluşma, o sessiz kahramanların hikayelerini gün yüzüne çıkarma fırsatı sundu. Her kitap, o sessiz kahramanların sesini duyurmak için yazıldı. Geçmişin yankıları, bugün Türk dünyasının geleceğine ışık tutuyor.
En nihayetinde, “Turan Kızılelma Yoluna Adanmış Bir Ömür” eserim, bu sessiz mücadelenin bir yansımasıdır. Turan ülküsü, yüksek bir ideal gibi görünse de, aslında derinlerde kök salmış bir halkın tarihinden doğmuştur. Bu ülkü, sessizce ama kararlı bir şekilde, her zaman var olmuştur. Benim görevim, bu sessizliği dile getirmek ve Türk dünyasına bir yol haritası sunmak.
Türk Dünyası Yazarlar Buluşması’na katıldığımda fark ettiğim en önemli şey, bu etkinliğin sadece bir edebiyat buluşması olmadığıydı. Her yazar, kendi halkının sessiz ama derin izlerini taşıyordu. Biz orada sadece kelimeleri paylaşmadık; geçmişin mirasını, geleceğin vizyonunu ve sessiz mücadelelerin yankılarını paylaştık. Bu buluşma, Türk dünyasının sadece bir araya gelme çabası değil, aynı zamanda bir halkın sessiz hikayelerini geleceğe taşıma sorumluluğuydu.
Bugün, bu hikayeler ve mücadeleler, Türk dünyasının geleceği için bir umut ışığı olabilir. Ancak bu ışığı canlandırmak, geçmişin sessiz yankılarını duymakla başlar. Çünkü bir halkın sesi, her zaman en yüksek perdeden duyulmaz. Kimi zaman o ses, sadece sessiz bir mücadeleden yankılanır ve en derin izleri bırakır.