Gülten RAYİMOĞLU
Bir insan ne zaman ölür?
Kalbi durduğunda mı?
Yoksa adı anılmaz olduğunda mı?
31 Mart 1918’de Azerbaycan topraklarında ölenler yalnızca bedenleriyle değil, uzun yıllar adları anılmadığı için de ikinci kez öldüler. Sessizlik, bazen kurşundan daha ağırdır.
Bakü’nün, Şamahı’nın, Kuba’nın sokaklarında yankılanan çığlıklar; kulağımızı kapattığımız, görmek istemediğimiz bir hakikatin hayaletleri gibi dolaşıyor aramızda.
Bugün bizlere “soykırım” kelimesi pek çok şeyi çağrıştırabilir ama 31 Mart dediğimizde hâlâ birçok zihin suskun. Oysa bu tarih, sadece Azerbaycanlıların değil, tüm Türk dünyasının görmezden gelinmiş acı dolu bir sayfasıdır.
Ermeni Taşnak çeteleri ve Bolşeviklerin ortaklaşa yürüttüğü bu katliamda yalnızca insanlar değil, köyler, mezarlıklar, camiler, hatta tarih bile hedef alındı. Amaç sadece can almak değil, bir milleti hafızasız bırakmaktı. Unutturmak, silmek, susturmak…
Yüz yıl geçti ama bazı acılar zamanla değil, farkındalıkla iyileşir.
Bugün Azerbaycan bu kara günü anarken, biz de dönüp kendimize sormalıyız:
Geçmişin acılarına ne kadar sahibiz? Tarihe ne kadar hakkını veriyoruz?
Soykırımlar sadece kurbanlarıyla değil, sessiz kalanlarıyla da yazılır tarihe.
Biz artık sessiz kalmayalım. Çünkü suskunluk, yeni faciaların davetiyesidir.
31 Mart; yalnızca bir matem değil, yüzleşmenin, uyanışın ve tarihi adaletin haykırışıdır.