Batı’nın emperyalist ülkelerinin Mondros Mütarekesi ile başlattığı işgale karşı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının öncülüğünde olağanüstü şartlar altında bir Millî Mücadele sergileyen Türk Milleti, olmaz denileni oldurmuş ve Osmanlı Devleti’nin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmayı başarmıştır.

Öyle ki Mahatma Gandhi’nin “Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar tanrıyı da İngiliz zannediyordum….” sözlerinden de anlaşılacağı üzere zamanın süper güçlerini denize döken Kuvây-i Milliye ruhu, genç Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte yönünü Batı’ya dönmüştür. Ancak Millî Mücadele’nin zor günlerinde yapılan Rus desteğini de unutmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu, Sovyet Rusya ile 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması ile başlayan dostluk ilişkilerini İki Kutuplu Dünya Sistemi’nin şekillendiği İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam ettirmiştir.

İki Kutuplu Dünya Sistemi’nde Türkiye NATO kanadı ile Batı Bloğunda yer almış olsa da genel manada Sovyet Rusya ile ekonomik ve ticari ilişkilerini sürdürmüştür. Ayrıca Türkiye, sanayi ve teknolojik yatırımlar inşasında Rusya’dan ciddi manada aldığı destekler ile tesisler kurmuş, yatırımlar yapmıştır.

Bu arada 1990’lara kadar NATO’nun ileri karakol üssü konumunda olan Türkiye, Sovyet Rusya’nın kontrollü bir şekilde dağılmasıyla birlikte, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere NATO kapsamında yıllardır stratejik müttefiklik(!) ilişkisi içerisinde bulunduğu Batı ülkeleri için adeta gözden düştüğü görülmüştür. Bu süreçte dünyanın tek lideri konumuna dönüşen ABD’nin dünya jandarmalığına soyunduğu bir dönem de yaşanmıştır.

Rusya’nın kısa zamanda kendisini toparlaması ile birlikte uluslararası arenaya tekrar dönmesi, küresel ve bölgesel çıkarların çakışması ile birlikte NATO için gözden düşmüş olan Türkiye’nin yönünü doğuya dönerek Rusya, Çin ve İran seçeneklerini masaya koyması, bağımsızlığını elde eden Türk Cumhuriyetleri ile sadece ekonomik ve siyasi değil gönül bağı üzerinden ilişkilerini geliştirmesi ABD ve Batılı eski stratejik müttefiklerini(!) rahatsız etmiştir.

Ötelenen Türkiye’nin Rusya ile her geçen gün gelişen ilişkileri, Kafkaslar, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Libya, Ege ve Karadeniz bölgelerinde güç ve nüfuz mücadelesi veren ABD’nin yavaş yavaş Türkiye’yi kuşatmakta olduğu[1] dikkatli gözlerden kaçmamıştır.

Bu dönemle eş zamanlı olarak; Türkiye ile ABD’nin son yıllarda Ortadoğu politikalarında yaşanan çakışmalar nedeniyle sık sık karşı karşıya geldikleri dönemde; Türkiye’nin Rusya, İran ve Çin eksenli yeni stratejik ilişkiler geliştirme çabalarına ek olarak, hava savunma sistemlerini yenilemek ve güçlendirmek için Rusya’dan S-400 füze sistemi almak istemesi, Trump’ın 6 Aralık 2017’de, Kudüs’ü “İsrail’in başkenti” olarak tanıdığını açıklaması ve ABD Büyükelçiliğinin 14 Mayıs 2018’de Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması karşısında Türkiye’nin karşı tutumu[2], ABD vatandaşı rahip Andrew Craig Brunson olayı gibi başlıca sebeplerle ikili ilişkilerin sık sık gerginlikler yaşandığı görülmüştür.

Türkiye’nin kararlı tutumu ile S-400’ler’in 12 Temmuz 2019 günü Ankara Mürtet Hava Üssüne gelmeye başlaması, Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da gerilmesine sebep olmuş ve ilerleyen süreçte Türkiye, 1,4 milyar Amerikan doları ödemesine rağmen F-35 Savaş Uçağı Projesi’nden çıkartılmıştır.

Tarihe 1 Mart Tezkere Krizi olarak geçen olay nedeniyle karşı karşıya gelen Türkiye-ABD arasında farklı bir ilişki boyutuna geçilmiştir. Bu dönemden itibaren ABD’nin Türkiye eksenli hareketleri dikkatle incelendiğinde Türkiye’nin ABD tarafından kuşatılmakta olduğu görülmektedir.

20 Mart 2003 tarihi itibariyle ABD ve Birleşik Krallık (İngiltere) oluşturulan çokuluslu Koalisyon Kuvvetleriyle Irak ABD tarafından işgal edilmiştir. Sonrasında kurduğu üsler vasıtasıyla Irak’a yerleşen ABD, 2010’da Arap Baharı olaylarının bölgesel etkilerini kalkan olarak kullanarak Türkiye’yi Akdeniz ve Suriye üzerinden PYD/YPG/PKK ile çevrelemeye başlamıştır.

Süreç içerisinde ABD’nin Yunanistan’a olağanın üstünde askeri yığınak yapması ve ucu açık anlaşmalarla yeni üsler inşa etmekte olduğu dikkat çekmiştir. Öyle ki Yunanistan muhalefet partilerinden ve halktan da tepkilere sebep olacak şekilde göze batan ABD askeri varlığı ile ilgili olumsuz yaklaşımlar uluslararası basın kuruluşlarında bile yer almıştır[3].

Bu arada Türkiye’nin çevrelenmesi; Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya üzerinden kuşatma haline dönüşürken, Almanya’da bulunan asker sayısında artırıma cihetine gitmiştir[4].

Bunlar yaşanırken Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyesi olma düşüncelerini destekleyen ABD, Ege dahil Yunanistan topraklarında yeni üsler inşa sürecini başlatmıştır. Yaptığı bölgesel hamlelerini NATO konsepti ile perdelemeye çalışan ABD’nin Türkiye’yi çepeçevre ablukaya almaya çalıştığını açıkça ortaya çıkarmaktadır.

Nihayetinde Ukrayna-Rusya krizi sürecinde Ukrayna tarafını destekleyen ABD, NATO ve Batılı müttefiklerinin de desteğini almaya, Rusya’ya karşı askeri olarak destek alamayacağının ortaya çıkması ile ekonomik ambargo ile Rusya’yı caydırmaya çalışmıştır. Rusya-Ukrayna krizinde Türkiye de arabuluculuk girişimlerinde bulunmuş, yapıcı öneriler getirmiştir; çünkü her iki ülke ile de sadece komşuluk ilişkileri değil stratejik ortaklık seviyesine varacak kadar ilişkileri vardır.

Hem Ukrayna hem de Rusya ile silah sanayii ve askeri eksen başta olmak üzere bölgesel siyasette karşılıklı çıkar ilişkileri olan Türkiye, bu zamanda ne Rusya’dan ne de Ukrayna’dan vazgeçebilecek konumda olmadığı aşikardır.

ABD başta olmak üzere NATO kanadındaki müttefiklerinden(!) destek göremeyen Türkiye, kendi imkân kabiliyetlerini arttırma, yerli üretimi güçlendirme ve ürettiği silahları ihraç edebilme arayışları sürecinde 2015’ten itibaren Ukrayna ile askeri işbirliği temelli ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Türkiye-Ukrayna arasında 2016 yılında ortak askeri-teknik işbirliği koordinasyon grubu kurulmuş ve ilerleyen süreçte askeri sanayi alanında stratejik işbirliği memorandumu imzalamışlardır. Zira NATO üyesi müttefiklerinden(!) askeri malzeme temininde güçlük yaşamaya başlayan Türkiye, Ukrayna’nın Sovyet Rusya döneminde gelişme gösteren savunma teknolojilerini çeşitlendirerek silah ihracat hacimlerini artırmak, askeri sanayi sektörünü güçlendirmek ve askeri sanayiinin en zayıf halkası motor üretimindeki açığı kapatarak 2023 yılına kadar dünyanın savunma ürünleri satan en büyük 6 ülkesinin arasına girmeyi planladığı[5] görülmektedir.

Türkiye, hazır silah almak yerine silah teknolojilerini temin ederek kendine yeter hale gelme hedefiyle Ukrayna ile ilişkilerini geliştirmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır. Ancak bu süreçte 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya ile yaşadığı uçak düşürme krizinin aşılması ile ilişkilerin normalleşme evresine girmesiyle Ukrayna ilişkilerini yavaşlatmış olsa da devam ettirdiği görülmüştür.

Türk dış politikasının bir de Rusya ayağı vardır;

Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ sahasında aynı tarafta yer almasalar da Türkiye’nin stratejik ortaklık seviyesi düzeyine ulaşacak derecede Rusya ile de ilişkileri vardır. Hatta 2014 yılında Ukrayna toprağı Kırım’ı ilhak eden “ilhakını tanımadığını açıkça beyan etmesine”, İdlib’te çatışmanın eşiğine gelinmesine rağmen Rusya-Türkiye ilişkilerinin yürütülmesi bir şekilde başarılmıştır.

Rusya ekonomisi için hayati öneme haiz Mavi Akım ve Türk Akım projeleri ile Türkiye-Rusya arasında ve Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine doğalgaz boru hatları, yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali gibi stratejik tesisler başta olmak üzere Türkiye-Rusya arasında askeri ve karşılıklı ticari ilişkiler vardır.

Türkiye-Rusya, Türkiye-Ukrayna ilişkilerinin her geçen gün artarak devam ettiği bir süreç; Ukrayna’nın Avrupa Birliği ve NATO üyeliği hedefleri olmasını kendi güvenliği için tehlikeli gören Rusya nedeniyle bir süredir devam eden gerilim, maalesef ki Rusya’nın işgal harekâtı başlatmasıyla yeni bir şekle evrilme eğilimine girmiştir.

Ancak unutulmaması gereken bir şey de; Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin işgal harekâtı öncesinde “ABD’nin siyasi manevra alanı kazanmak ve Kremlin ile Moskova’nın Donbass üzerindeki kontrolünü güçlendirecek bir anlaşma yapmak için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in savaş tehdidini özellikle abarttığını”[6] söylemiş olduğudur.

Nihayetinde 24 Şubat 2022 günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’a özel askeri operasyon başlattıkları duyurusu ile başlayan işgal harekâtının hemen öncesinde ve ilk iki günü özellikle ABD ve NATO’nun “çatışmaya asker göndermeyeceklerini” açıklamaları önemlidir. Bu iki önemli unsurun asker göndermeyeceğini açıklaması, zaten askeri harekata katılmakta isteksiz olan Batılı diğer ülkelerin de sessiz kalmalarına yol açmış, sadece ekonomik yaptırımlar üzerinde söylemler gelmeye başlamıştır.

Bu süreçte gerek Rusya gerekse Ukrayna ile diyaloğu sürdürmeyi başaran Türkiye, Kırım örneğinde olduğu gibi Ukrayna’nın işgaline de karşı olduğunu deklare etmiştir. Rusya tarafından yapılan Türkiye için “Kırım’ın ilhakını tanımasalar da ilişkilerimizin devam ettiği gibi şimdi de devam edecektir” açıklaması önemlidir.

***

Rusya işgal harekâtını başlatmadan önce Ukrayna’nın doğu bölgesinde yer alan ve 2014 yılında tek taraflı bağımsızlık ilan etmesine rağmen tanınmayan Donetsk ve Lugansk cumhuriyetlerini tanıdığını açıklaması, artık işgal harekâtına başlamanın son evresine gelindiğinin göstergesi olmuştur. Zira uzun bir süredir bu sahanın hemen karşısına yaklaşık 130 bin asker yığan Rusya’nın Donetsk ve Lugansk yönetimlerinin “talebi” ile “koruma” amaçlı Ukrayna’nın doğu bölgesinde bir kara harekâtı beklenmeye başlanmıştır.

Lakin Rusya ilk gün askeri harekât ile birlikte sabotajcıları vasıtasıyla Ukrayna içlerinde 24 farklı sahada eş zamanlı olarak başlattığı saldırılarında Kiev’i ve Başkan Zelenskiy’i hedefe alarak ilerleme düşüncesi, beklediği başarıyı getirmediği görülmüştür. Bir de Ukrayna askeri ile birlikte Ukraynalıların da cansiperane direniş göstermeleri Rusya’nın beklediği ilerlemeyi getirmemiştir.

Ukrayna askeri ve halkının direndiğini ve Rus askerlerinin yeterli başarıyı gösterememesi üzerine ABD, NATO ve Avrupa ülkeleri başlangıçtaki tarafsızlık sessizliğini bozarak açıktan Ukrayna’ya destek verme gayretine girdikleri görülmektedir. Uluslararası çağrıların da etkisiyle yavaştan da olsa müzakere görüşmelerinin başladığı görülmekle birlikte Rusya’nın bu savaştan mağlubiyetle çıkacağı ve geri çekilebileceği bir sürecin konuşulmaya başlandığı dikkat çekmeye başlamıştır.

Rusya’nın, Ukrayna’ya karşı galip gelmesi halinde Moldova başta olmak üzere başka bölge ülkelerine de işgal harekâtı yürüteceği, Kafkaslar ve Türk Cumhuriyetlerine karşı daha agresif hareketlerle adeta yeniden Rus İmparatorluğu tesis etmeye yönelebileceği gibi çeşitli varsayımların çeşitli kaynaklar tarafından dile getirildiği, basın kuruluşlarında tartışıldığı bir süreç yaşanmaktadır.

Rusya’nın yenilgiyi kabul etmesi halinde Putin’in de iktidardan düşeceği, hatta saray içi bir darbe ile Putin’in devrilmeye çalışılacağı gibi senaryoları dillendirenlerin de olduğu görülmektedir.

Bu senaryolardan birisi gerçekleşse ve Rusya’nın/Putin’in kaybettiği bir sürece gelinse galip devletlerin liderliğini kaptırmamak için ilk sahneye çıkacak ülkenin ABD olacağı muhakkaktır.

Şimdi bu durumda can alıcı sorular akla gelmektedir;

ABD’nin yeni hedefi kim olacaktır?

Evet bu durumda ABD’nin hedefi Türkiye olmayacak mıdır?

2003’yılından buyana adım adım kuşatmakta olduğu, güneyden, batıdan ve kuzeyden kuşatmasını tamamladığı Türkiye’nin Rusya gibi bir müttefiki olamayacağı, Ukrayna’nın da ABD kontrolüne gireceği bu süreçte Türkiye yapayalnız kalmayacak mıdır?

Türkiye’nin cansiperane, karşılıksız dostu Pakistan oldukça uzak bir konumdadır. Tek Millet İki Devlet Azerbaycan başta olmak üzere Türk Cumhuriyetleri Rusya’nın onay vermediği bir durumda Türkiye’ye ne kadar destek olabileceklerdir?

Onlarca yıldır Doğu Türkistan’da yaşananlara, Azerbaycan’ın 30 yıldır Ermenistan ile devam eden sorunlarına, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası kimliğinin tanınmaması gibi örneklerden de anlaşılacağı üzere Türk Cumhuriyetleri ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi oluşumlardan Türkiye’ye destek gelmeyeceği de muhakkak olduğuna göre ABD’nin muhtemel saldırı planları hatırda tutuluyor mu?

Sonuç olarak;

Türkiye, Ukrayna-Rusya Krizi’nden kendisini soyutlama şansına sahip olmadığı, hatta bölge ülkeleri arasında en fazla etkilenecek ülkenin de Türkiye olduğu muhakkaktır.

Daha da önemlisi Türkiye, 18 Şubat 1952’de üyesi olduğu NATO içerisinde yalnızca askerî açıdan değil bütün kurumlarıyla ABD ile entegre olarak sistemini kurduğu halde gelinen süreçte ABD’nin yeni hedefi durumuna geldiği görülmektedir. ABD’nin savaş stratejisi olarak vekalet savaşları ve hibrit savaş taktiğini harmanlayarak Türkiye’yi yenme konseptini benimseyeceği hatırda tutulmalı ve karar alıcı mekanizmalar tarafından savunma planlarına dahil edilmelidir.

Kaldı ki yıllardır PKK terör örgütüne askeri ve lojistik desteğini esirgemeyen ABD ve Batı ülkelerini tarih en büyük terör destekçileri olarak kaydetmiştir. Muhtemel bir ABD saldırısında PKK başta olmak üzere çeşitli terör örgütlerini tekrar canlandırma hamlesini sahaya süreceği unutulmamalıdır.

Unutulmaması gereken bir diğer unsur ise Türkiye’nin hedef olma süreci sadece 1 Mart Tezkere Krizine bağlanmamalıdır. Zira Büyük İsrail’e giden yollar Türkiye üzerinden geçmektedir ve bu yolun açılması da bu aşamada Rusya’nın yenilgisi ile hızlanacağının hesap edildiği uluslararası gelişmelerden anlaşılmaktadır.

Dolayısı ile Türkiye karar alıcı mekanizmalarının Ukrayna-Rusya savaşında yürüteceği dış politikaları hiç de kolay olmamakla birlikte binlerce yıllık devlet geleneği olan Türkiye’nin bunu da aşabilecek kudrette olduğu dirayetle gösterilmelidir.

Sonsöz olarak;

Türkiye, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünden hareketle komşuları başta olmak üzere barışçıl dış politikasını sürdürürken, bir taraftan da ivedilikle, askeri alanda, sanayi, bilişim, yazılım sektörlerinde, tarım, hayvancılıkta kendine yeter hale gelmek için bir dakikasını bile boşa harcayacak zamanı kalmamıştır. Hatta bu sektörlerde tedarikçi ülke konumuna erişmelidir. Türkiye, bu sektörleri canlandırırken beyin göçünü engelleyici tedbirlerle birlikte, dışarıdaki değerli bilim insanlarının gelmelerini sağlayıcı imkân ve teşvikleri de ivedilikle hayata geçirmelidir.

                        :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com

 

[1] İsmail CİNGÖZ; “ABD Türkiye’yi Kuşatırken İran Karışıyor”, Ticari Hayat Gazetesi, 03.01.2018.

[2] İsmail CİNGÖZ; “Rahip Brunson Olayının Perde Arkası”, Ticari Hayat Gazetesi, 01.08.2018.

[3] İsmail CİNGÖZ; “ABD Yunanistan’a, Mısır Türkiye’ye”, Ticari Hayat Gazetesi, 10.03.2021.

[4] İsmail CİNGÖZ; “ABD Türkiye’yi Kuşatırken İran Karışıyor

[5] Sputnik News, “Türkiye ile Ukrayna Arasındaki Askeri İşbirliğinden Neler Beklenebilir?”, 22.07.2017.

[6] Sputnik News; “Politico: Zelenskiy, Biden’ın Rusya ile Anlaşmaya Varmak İçin Savaş Tehdidini Abarttığından Korkuyor”, 29.01.2022.

Yazar