Yazıya başlarken öncelikli olarak değinilmesi gereken nokta, bu çalışmanın Oğuzlar’ın kökeni, dilleri, kültürleri üzerine derin bir açıklamadan ziyade Oğuz kitlesinin Selçuklular zamanı öncesindeki yaşantısı ve siyasi tarihi üzerine genel bir bakış olduğudur. Türkiye’de yaşayan Türklerin ve Türk dünyasının da büyük bir çoğunluğunu oluşturan Oğuzlar’ın, erken tarihinin Türkiye’de gerekenden çok daha az bilinmesi ve gölgede kalması bu konuda çalışmanın önemini açıkça ortaya koymaktadır. Bu anlamda önemli bir konuyu genel hatlarıyla değerlendirmek, Türkçe Tarih okuyucusuyla buluşturmak ve değerli tarihçilerin önemli kaynaklarından önerilerde bulunmak için giriş niteliğindeki bu yazıyı hazırlamak ihtiyacı hissettim.

Oğuz Adı Üzerine

‘’Oğuz’’ adı hakkında uzun zamandır farklı görüşler mevcut olmuşsa da günümüzde üzerinde genel olarak ittifak edilen görüş Oğuz adının ‘’boy’’ , ‘’kabile’’ anlamına geldiğidir. Ahmet Bican Ercilasun’un aktardığına göre bu fikir 1921 yılında Gyula Németh’in ortaya koyduğu görüştür ve ona göre sözcük ok + z şeklinde tahlil edilir. ‘’Ok’’ kabile demek ve ‘’z’’ ise eski Türkçede çokluk ekidir. Bu nedenle Oğuz sözcüğü günümüzde ’’boylar’’ olarak kabul edilmektedir. Bizans kaynaklarında da geçen ‘’Ogur’’ ve Uygur dilindeki ‘’Oguş’’ sözcüğünün de bu anlamda olduğu düşünülmekte ve farklı zamanlarda farklı birlikler olarak vücuda gelmiş Türk topluluklarının Oğuz olarak adlandırıldığı sanılmaktadır. Hüseyin Namık Orkun da ok sözcüğünün en eski zamanlarda ‘’kabile’’ manasına geldiğini söylemektedir. Yine Faruk Sümer de TDV İslam Ansiklopedisindeki ‘’Oğuzlar’’ maddesinde kelimenin kökeni hakkında çeşitli görüşlerin olduğunu ancak bunlardan ‘’ok’’ kelimesiyle en eski Türkçedeki çokluk eki olan ‘’z’’ den oluşan okuzdan (oklar) geldiği görüşünün en isabetli görüş olduğunu ifade etmektedir. Tarihi kaynaklarda da geçtiği üzere günümüzde Oğuzların kökenini temsilen en uygun teşekkülün Batı Türkleri olduğu görüşüdür. Yani Göktürkler döneminden beri Türk, Çin, İran kaynaklarında adlandırılan ‘’Oğuz’’ topluluğu farklı boylardan Batı Türklerinin zaman içerisinde kendi aralarında oluşturdukları bir bozkır boylar topluluğudur.

Oğuzların Siyasi Tarihi Üzerine

Oğuzların yani bir diğer deyişle Batı Türklerinin vücuda getirdiği boylar konfederasyonunun teşkilatlanma yapısının, farklı dönemlerde farklı sayıda boyların bir araya gelmesiyle olduğunu bilmekteyiz. Bu durum onların zaman zaman dokuz boy, on boy, yirmi iki boy ve nihayetinde yirmi dört, yirmi beş boy olarak tanımlanmasına sebep olmuştur. Çeşitli dönemlerde farklı sayıda boyları temsilen söylenen Oğuzların da hepsinin birbirinin devamı olduğunu söylemek kesin anlamıyla mümkün değildir. Bir dönemde Oğuz boy konfederasyonu içinde bulunmayan hatta Oğuzlarla düşman olan boyların daha sonraki bir dönemde ongunu ve tamgasıyla Oğuzlar arasında yerini aldığını görebiliriz. Bunun en açık örneği Peçeneklerdir. Peçenekler 10. yüzyılın sonlarında Karadeniz’in kuzeyinde, yani Oğuzların batısında yaşayan bir Türk topluluğudur. Oğuzlar ve Peçenekler savaşmış, yenilen Peçeneklerden bir kısmı Balkanlara kaçarak yerleşmiş ve orada Bulgar Krallığı’na dahil olmuşlardır. Ancak büyük bir kısmı ise Oğuzlara dahil olmuş ve daha geç dönemlerdeki kaynaklarda Peçenek adı Oğuzların bir boyu olarak geçmiştir.

Oğuzların kaynaklarda ilk görülmesi Göktürkler dönemine denk gelir. Göktürklere bağlı bulunmalarına rağmen zaman zaman isyan girişimleri olmuş ve bastırılmışlardır. Faruk Sümer’in aktardığına göre Göktürklere bağlı bulunan Dokuz-Oğuzlar 7. yüzyılın ikinci yarısı ile 8. yüzyılın ilk yarısında Tula ırmağı boylarında yaşıyorlardı. Bu Dokuz-Oğuzlar Göktürk Kağanlığı yıkılıp Uygur Kağanlığı kurulduğunda da onlara dahil olmuşlardır. Sonrasında ise Dokuz-Oğuzların akıbeti belirsiz hale gelmiştir.

Yine Faruk Sümer şu ifadeleri kullanır; 10. yüzyılda Seyhun (Sir Derya)kıyılarında yaşayan Oğuzların doğrudan doğruya bu Dokuz-Oğuzların torunları olmaları pek az muhtemeldir. Buna karşılık Sir-Derya Oğuzları’nın evvelce Batı Göktürk birliğine mensup olduklarını ileri sürmek, daha isabetli bir mütalaa gibi görünüyor (Oğuzlar-Türkmenler giriş bölümünden). Dolayısıyla 10. yüzyılda Seyhun boylarında ve Aral Gölü çevresinde yaşayan Oğuzların, Oğuz Yabgu Devleti olarak adlandırılan devleti kurmadan önce Türgiş Devleti’ni kurmuş olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Yani gelecekte Selçuklu Devleti’ni kuracak olan Oğuzların önce Batı Göktürklere bağlı bulunduklarını, Göktürklerin yıkılmasıyla Seyhun boylarında Türgiş Devletini kurduklarını ve bu devletin de yıkılmasıyla Oğuz Yabguluğu olarak adladırılan yapı içinde bir araya geldiklerini söyleyebiliriz. Oğuzların kurdukları veya içerisine dahil oldukları tüm bu devletlerin teşkilat biçimi göçebe konfederasyonu şeklinde olmuştur. Bu teşkilat biçimi çeşitli boyların, gücü eline almış tek bir hakim boyun altında birleştiği bir yönetim şeklidir. Merkezde Kağan veya Yabgu etrafında birleşen ve ona bağlı bulunan beylerin yönetimi söz konusudur. Yabgu etrafında birleşen boylardan zamanla bazılarının güneye inişi ve İslamiyeti kabulü ile Selçuklu Devleti vücuda gelecektir. Ancak bizim ele adlığımız konu Selçuklu devri öncesindeki Oğuzlar olduğu için siyasi tarihi burada noktalayıp diğer bir başlıkta Oğuzların yaşantısına dair bazı konuları inceleyeceğim.

Oğuzların Yaşantısı, Kültürleri ve İnançları Üzerine

Oğuzların Selçuklular öncesindeki dönemde genel olarak göçebe hayat yaşadıklarını söylemek mümkündür. Ancak yine de Maveraünnehir ve onun kuzeyinde bazı şehirlerde Oğuz ahalinin bulunduğunu da El-Biruni ve Kaşgarlı Mahmut’un ifadelerinden öğrenebilmekteyiz. Bu dönemlerde yerleşik ve Müslüman Oğuzlar artık Türkmen diye de adlandırılır olmuştur ve bu geçiş döneminde yerleşik bulunanlarla göçebe Oğuzlar arasında askeri mücadelelerin olduğunu bilinmektedir.

Omid Safi’nin aktardığına göre anonim bir kaynak olan, ancak İslam devletlerinden birine bağlı bulunduğu ve göçebe Oğuzlardan pek de hoşlanmadığını belli eden bir kimse tarafından yazıldığı açık olan Hudud’ül-alem’de göçebe Oğuzlardan ‘’Guz’’ diye bahsedilerek şu ifadeler kullanılır;

‘’Guzların kibirli suratları vardır (suh-ruy) ve kavgacıdırlar (sitiza-kar), muzip (badh-rag) ve kinci (hasud). Yaz ve kış meralarda ve otlaklarda dolaşırlar (charagah-va-giya-hvar). Zenginlik kaynakları, atlar, inekler, koyunlar, silahlar ve az miktarda av hayvanlarıdır. Aralarında tüccarlar pek çoktur. Bunların sahip olduğu iyi ve güzel her şey Guzlar için kutsal bir nesnedir. Tabiplere (tabibân) itibâr ederler ve onları ne zaman görürlerse hürmet ederler (namaz barand) ve bu doktorların hayatlarını ve eşyalarını koruduğunu düşünürler. Guzların evleri yoktur fakat aralarında keçe barakalara sahib olanlar pek çoktur. Silahları ve teçhizatları vardır (silah ve alat) ve cesaretli ve savaşmaya cüretlidirler (Guh). Sürekli olarak İslam topraklarına akınlar (gazve) yaparlar (navahi-yi İslam), yolları üzerinde hangi yer varsa vurur (ba har ja’i uftadh), yağmalar (bar-kuband) ve mümkün olan en çabuk şekilde kaçarlar. Her kabilenin (ayrı) bir reisi vardır ki, birbirleriyle kavgalarını (na-sazandagi) önler. ‘’

Tabi ki Oğuzlar sadece bu eserde bahsedildiği gibi değillerdi ancak onlarla ilgili kısıtlı kaynağa sahip olduğumuzdan ötürü bu kaynak erken Oğuz dönemine dair önemli bilgiler içermektedir.

Oğuzlar genel itibari ile göçebe bir hayat sürdükleri için ekonomileri de hayvancılığa dayanmaktaydı. Beslenme için koyun sürüleri, binek hayvanı olarak at sürüleri ve taşımacılıkta kullandıkları deve sürüleri vardı. Faruk Sümer’in aktardığına göre kaynaklarda koyun etine ek olarak at eti de tükettikleri yazılıdır. Bunlar Oğuzların en önemli servetleriydi. İçlerinde barış zamanlarında İslam şehirleriyle ticaret yapan bir çok tüccarın olduğunu da İbn Fadlan’dan öğrenmekteyiz. İslam şehirleriyle yaptıkları ticarette sattıkları başlıca şey koyundu. Maveraünnehir halkının büyük kısmı Oğuzların sattıkları koyunlarla besleniyordu. Oğuzlar ise bu ticaretin karşılığında ürün olarak genelde dokuma malzemeleri almaktaydılar.

Oğuzların kültürlerine bakınca dikkat çeken en önemli nokta kadının toplumdaki yeridir. Çoğu yerleşik medeniyette olanın aksine Oğuzlarda kadınlar sosyal hayatta geri planda durmamıştır. Yerleşik Avrupalı, Doğu Asyalı veya Orta Doğulu kültürlerin aksine kadın erkekle aynı sosyal ortamda bulunabilen, at binen ve erkeğin yaptığı hemen hemen her işi yapan bir konumdadır. Bu olgu farklı zamanlarda Oğuz-Türkmen diyarlarını gezmiş Avrupalı ve Arap gezginlerini her zaman şaşırtmıştır. Zeki Velidi Togan’ın İbn Fadlan’dan aktardığına göre Oğuz erkekleri sakal uzatmazlar ve yalnızca bıyık bırakırları. Diğer tüm Türk topluluklarında görüldüğü üzere saçları uzundu. Bundan başka Oğuzlara dair yün ve keçe kıyafetler giydiklerini, keçe çadırlarda kaldıklarını, çok iyi at bindiklerini, yay yapmada ve atlı okçulukta çok iyi olduklarını bilmekteyiz. Yaşadıkları coğrafyanın iklimi ve göçebeliğin zor şartlarından dolayı da sert mizaçlı, keskin ve savaşmayı, mücadele etmeyi iyi bilen bir topluluk olduklarını tahmin etmek hiç de zor değildir.

İslamiyet öncesinde Oğuzların inançlarına dair bilinenler ise yine İslamiyet öncesi diğer Türk topluluklarından farklı değildir. Oğuzlar Tengri’ye inanmaktaydı. İbadetleri ve mabetleri olup olmadığı konusunda çok net bir bilgi olmaması yanında toplumda dini anlamda sayılan kişilerle ilgili Faruk Sümer şunları aktarmaktadır: ‘’Tabiplik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan, yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup olmayacağına hükmeden, dini törenlere başkanlık eden bu manevi şahsiyetlere Oğuzların kam mı dedikleri, yoksa başka bir ad mı (mesela ata) verdikleri bilinemiyor.’’ (Oğuzlar-Türkmenler sf.45) Oğuzların ölü gömme adeti de diğer soydaşlarıyla yakından örtüşmektedir.

Ölülerini değerli eşyaları, binek hayvanları ve silahlarıyla birlikte kurgan adı verilen oda şeklinde mezarlara gömmekteydiler.

Yazının başından da belirttiğim üzere amacım Türkçe Tarih okuruna Oğuzlar hakkında genel bilgiler vermekti. İslamiyet öncesi Oğuzların siyasi tarihlerinden, kültürlerinden, yaşantılarından en sade şekilde bahsederek, Oğuzlar mevzubahis olduğunda akla gelen ilk sembollerden Oğuz Kağan konusuna girmeden (Destan olması sebebiyle başka bir araştırmanın konusudur), kısaca özetlemek istedim. Bu sebeple vereceğim bilgiler bu kadar olmakla birlikte Oğuzlarla ilgili detaylı araştırma yapmak isteyen okuyucuya kaynakçada bulunan eserleri edinmesini ve Oğuzların büyük tarihine değerli tarihçilerimizin gözünden ve onların araştırmalarından bakmasını tavsiye ediyorum.

KAYNAKÇA:

5. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Oğuzlar: Dilleri, Tarihleri ve Kültürleri (2015, ANKARA)

Ahmet Bican Ercilasun, Oğuzlar ve Oğuz Adı Üzerine (2008)

Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), (1972, ANKARA)

Hüseyin Namık Orkun, Oğuzlara Dair (1935, ANKARA)

Osman Karatay, İlk Oğuzlar (2017)

Peter B. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş ( Osman Karatay çev.), (2006, ÇORUM)

Türkler Ansiklopedisi 4.Cilt, 23.Bölüm: Oğuzlar-Türkmenler (2002, ANKARA)

 

 

Yazar