Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’na henüz girmeden önce, Osmanlı Hükümeti’nin savaşta safını belirlemesine fırsat bırakmayan İngilizler, 1914 yılının Ekim ayında 4.500 İngiliz ve 16.000 Hintli’den oluşan bir kuvvetle Irak’ta askerî harekât başlatmışlardır. Fav, Basra ve son olarak 8 Aralık’ta Kurna’yı ele geçiren İngilizler, yayılmacı işgallerini sürdürürken bölgedeki halka, Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında kullandığı söylemi uygulama yolunu seçmişler, Arap halkına düşman olmadıklarını, kendilerini Türk idaresinden kurtararak özgür ve eşitlikçi bir sistem kuracaklarını söylemişlerdir.
Osmanlı Genel Kurmayı, İngilizlerin Irak’taki tehlikeli ilerleyişi karşısında tedbir alma ihtiyacı duymuştur. Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askeri Bey bölgeye giderek yerli kuvvetleri organize etmiş ve İngilizlere karşı direnişte Ahvaz ve Nasiriye ele geçirilmiştir. Teşkilat-Mahsusa üyeleri petrol boru hatlarında tahribatlar yaparak İngilizlere zarar vermiş ve Basra’yı tekrar ele geçirmek isteyen Süleyman Askeri Bey, yenilgi üzerine intihar etmiştir. Süleyman Askeri’nin faaliyetleri İngilizleri Basra konusunda endişeye sevk etmiş ve Petrol açısından hayati öneme haiz gördükleri Basra’nın güvenliğini sağlamak amacıyla 200 km. kuzeyde olan Nasiriye ve Kut-ül Amâre’yi ele geçirmek için General Townshend’i görevlendirmişlerdir. İngilizler Türk kuvvetlerini geriye iterek önce Amara’ya, sonra 25 Temmuz’da da Nasiriye’ye girmişlerdir. Başarıları İngilizleri cesaretlendirmiş ve yaz sıcakları bittikten sonra Kut-ül Amâre üzerine yürümeyi hedeflemişlerdir. Bu boşluktan yararlanan Osmanlı ordusu 7.000 kişilik kuvvetle Nurettin Paşa’yı bölgede görevlendirmiştir[1].
1915 yılının Eylül ayında harekete geçen İngilizler, Tümgeneral Charles Townshend komutasında Bağdat’a ilerlemişlerdir. İngiliz 6. Poona Tümeni (Hint Tümeni) ile Irak Ordusu Komutanı Mirliva Halil Paşa komutasındaki Türk birliği arasında 22-23 Kasım 1915 günü Bağdat’ın 160 km güneyinde kalan kadim Tizpon şehri yakınlarında gerçekleşen Selman-ı Pak Muharebesi yaşanmıştır. İngiliz kuvvetlerinin, Nurettin Paşa’nın kuvvetleri ile girdikleri bu savaşta ağır kayıplar vermeleri üzerine geri çekilerek 8000 kişilik İngiliz gücü ile 3 Aralık’ta Kut-ül Amâre’ye sığınmıştır.
Kut, Dicle nehrinin kıyısında üç tarafı suyla çevrili kerpiç evlerden oluşan bir köydü. İngilizler dördüncü kenara siperler kazdılar ve kale benzeri bir mevzi oluşturdular. Türklerin girmeleri, kendilerini de dışarı çıkması çok güçleşmişti. Townshend, kurtarılma planını devreye sokmak istedi ancak şansı sıfırdı ve 1916 yılı Nisan ayına kadar yetecek erzakı mevcutken, İngiliz yetkililere çektiği telgrafta ocak ayına kadar yetecek malzemesi olduğunu bildirdi. Bu taktik hata, yardıma gelecek birliklere zaman kaybettirdi[2].
Halil Paşa komutasındaki Türk birliğinin şehri kuşatmaya başlaması ile Irak ve Havalisi Komutanı Miralay Sakallı Nurettin Bey’in birlikleri ve bölgede konuşlu diğer birliklerin de yardım ve takviyesi ile Kut şehir tamamen kuşatılmıştır. Osmanlı Devleti’nin müttefiki Alman Mareşal Goldz Paşa gelişmeleri Bağdat’tan takip etmiştir.
Kut şehrini ve kuşatılan İngiliz askerlerini kurtarabilmek amacıyla Korgeneral Fenton Aylmer komutasında Tigris (Dicle) kolordusu ile hücuma geçerek kuşatmayı yarmak istese de Şeyh Saad Muharebesi olarak kayıtlara geçen çarpışmalarda 4.262 askerini kaybederek 6 Ocak 1916 günü geri çekilmiştir. Bu arada 9. Kolordu Komutanı Miralay Sakallı Nurettin Bey de Kut’tan geri çekilme emri vermiş ancak Enver Paşa tarafından görevden alınmış ve yerine Halil Paşa atanmıştır.
13 Ocak 1916 tarihi itibariyle Korgeneral Fenton Aylmer komutasında 19.000 kişilik yardım birliği oluşturan İngilizler, Vadi Muharebesi adı verilen çarpışmalar ile Türk birliğine karşı yarma harekâtı yapılmış; fakat ölü ve yaralı 1.600 kayıp vererek geri çekilmiştir.
21 Ocak tarihinde 20.000 kişilik İngiliz birlikleri Dicle ve Suwaikiya bataklığı arasında daralan kuru zemin sahası olan Vadi’nin yukarısındaki Felahiye bölgesinden (Hanna) yeni bir yarma harekâtı icra etmiş ancak daha önceden bu bölgeye mevzilenen Osmanlı ordusunun şiddetli karşı koyması neticesinde İngilizler ölü ve yaralı 2.741 kayıp vererek geri çekilmiştir.
Kuşatmayı yarabilmek amacıyla Aylmer komutasında Sabis (Dujaila) sahasından 8 Mart 1916 tarihinde yeni bir saldırı gerçekleştiren İngilizler, Miralay Ali İhsan Bey komutasında bölgede konuşlu 13. Türk Kolordusu tarafından durdurulmuş ve 3.500 kayıpla geri çekilmek zorunda kalmıştır. Başarısızlıkları nedeniyle 12 Mart 1916 tarihinde görevden alınan Aylmer’in yerine General Frederick Gorringe getirilmiştir.
Halil Paşa da yaklaşık 30.000 kişilik takviye kuvveti destek vermek amacıyla cepheye katılımını sağlamıştır. İngiliz birliğine yeni atanan General Gorringe, hazırlıklarını tamamlayarak 5 Nisan 1916 günü yaklaşık 30.000 kişilik kuvvetleriyle; Felahiye, Beit Asia ve Sannaiyat bölgelerinden saldırı başlatmıştır. 22 Nisan 1916 gününe kadar devam eden çarpışmalarda başarılı olamamış ve 1.200 kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Bu çatışmalarda tarihte ilk defa İngilizler tarafından kuşatma altındaki birliklerine havadan mühimmat ve yiyecek takviyesi yapılmış ancak attıkları malzemelerin zaman zaman Türk tarafına veya Dicle Nehrine düşmesi nedenleriyle başarı oranı düşük kalmıştır. Bu arada Bağdat’ta 6. Kolordu Komutanı ünvanıyla harekâtı takip eden Mareşal Goltz Paşa tifüs nedeniyle hayatını kaybedince yerine Mirliva Halil Paşa atanmıştır.
Kut’ta bulunan İngiliz garnizonu son erzaklarını 26 Nisan’da kullandıktan sonra Londra Savunma Bakanlığı teslim anlaşmasını müzakere etmek üzere arabulucu olarak Yüzbaşı Aubrey Herbert ile Yüzbaşı T.E. Lawrence’yi önermiştir. Kahire Arap bürosuna bağlı yüzbaşılar propaganda faaliyetlerini yürütmek amacıyla Mezopotamya’ya yeni gelmişlerdi. Yüzbaşı Herbert İngiliz Parlamento üyesi ve savaş öncesi Osmanlı dostu sayılan birsi olarak göze çarpmaktadır[3].
146. gününe ulaşan Kut kuşatmasında İngiliz ordusunda açlık hat safhaya varmış, mühimmat sıkıntısı baş göstermiş, bekledikleri takviye kuvvetler Türk askeri kuşatmasını aşamamış ve nihayet 29 Nisan 1916 günü General Townshend, komutası altındaki 5 General, 481 subay ve 13.300 erden oluşan birliği ile Osmanlı Kuvvetleri’ne teslim olmuştur.
Kut yenilgisinin İngiliz basınında ve kamuoyunda çok büyük bir infial uyandırdığı ve İngiliz tarihçi James Morris tarafından bu olay için “Britanya askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi” olarak tanımlandığı kaynaklarda görülmektedir.
Kut’ül Amâre Savaşı esnasında; İngiliz kuvvetleri 23.000 ölü ve yaralı, Osmanlı kuvvetleri ise 10.000 şehit ve yaralı vermiş, 13.000 İngiliz ve Hint askeri esir alınmıştır.
Halil Paşa, Zaferin ardından 6. Ordu’ya yayınladığı mesaj ile;
“Arslanlar! Bütün Osmanlılara şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir; fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.”
Sözleriyle kahraman askerlerini tebrik etmiştir.
David Fromkin, Kut-ül Amâre zaferini “Türklerin Dicle Zaferi” olarak adlandırmış ve İngiliz istihbaratın Arap Bürosu’nun 1916’da iç ihanetle yıkmaya çalıştığı Osmanlıların, İngiltere’ye ulusal bir aşağılama yaşattığını söylemiştir[4].
Sonuç Olarak;
Türk tarihi için muazzam bir askeri başarı olan Kut’ül Amâre Zaferi’ne ithafen Halil Paşa’ya Mustafa Kemal Atatürk tarafından KUT soyadı verilmiştir. Ayrıca Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girmesine kadar bayram olarak kutlanan 29 Nisan 1916 Kut’ül Amâre Zaferi, Adnan Menderes hükumeti tarafından kutlanmasına son verilmiştir.
NATO’ya giriş döneminde sırf müttefiklerini memnun etmek için Türk Tarihi’nin eşsiz zaferlerinden birisi olan Kut-ül Amâre Zaferi örneğinde olduğu gibi bayramların kutlanmasının iptal edilmesi son derece yanlış bir uygulama olduğu muhakkaktır. Türkiye Cumhuriyeti karar alıcı mekanizmaları Kut-ül Amâre Zaferini tekrar bayram olarak kutlanmasını sağlamalı ve gelecekteki olası ittifaklarda asla bu tür tavizlerde bulunmamalıdır.
Son söz olarak;
29 Nisan 1916 Kut’ül Amâre Zaferi’nin 106. yıl dönümü vesilesiyle başta Halil Kut Paşa olmak üzere bu Zaferde yer alan ve katkısı bulunanlar ile Türk Milleti’nin tarih sahnesine çıktığı günden itibaren kanlarını dökerek, canlarını seve seve vererek toprakları yurt yapan bütün Şehit ve Gazilerimizi şükranla yad ediyorum.
:
İsmail CİNGÖZ; Uluslararası Siyaset Uzmanı/M.A.
BULTÜRK Ankara Temsilcisi. TDPB Basın Kulübü Başkanı. cingozismail01@gmail.com
[1] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. IX, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2011, s.486-487.
[2] David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, çev. Mehmet Harmancı, Epsilon Yayıncılık, İstanbul., 2013, s.170.
[3] Fromkin, a.g.e., s.170.
[4] Fromkin, a.g.e., s.171.