İdealist bir öğretmen bir ülkenin kaderini de değiştirebilir. Tıpkı İsmail Hakkı Tonguç gibi. Elbette izin verildiği kadar…
1893 yılında Silistre’de (Bulgaristan) doğan İsmail Hakkı Tonguç, 1914 yılında köyünü bırakıp okumak için İstanbul’a gelir. Zaten az olan parasını da tanıdık bir avukata kaptırır. Saatlerce ağladıktan sonra Eğitim Bakanlığına gider ve bir dilekçeyle bakanın karşısına çıkar:
“Göçmen çocuğuyum. Affınızı dilerim” diyerek Eğitim Bakanı Şükrü Bey’e derdini anlatır. Şükrü Bey karşısındaki delikanlının saflığından etkilenir, İsmail’i öğretmen olması için kendi memleketi olan Kastamonu’ya göndereceğini söyledikten sonra ekler: “Eğer beğenmezsen bana yazarsın. Seni aldırır, İstanbul’un en iyi okuluna yazdırırım.”
İsmail, Kastamonu’da geçirdiği bir buçuk yılın sonunda, bakana sözünü anımsatan bir mektup yazarak iyi bir okul olduğunu duyduğu Moda’daki İstanbul Öğretmen Okuluna geçmek istediğini söyler. Yanıt gene olumludur.
Moda’daki Öğretmen Okuluna geçen İsmail’in adına Hakkı eklenir. 1918 yılında öğretmen olarak mezun olan İsmail Hakkı aynı yıl öğrenimini sürdürmek için bir grup arkadaşıyla birlikte Almanya’ya gönderilir ve Almanya’da kaldığı 7 ay boyunca hem öğrenim görür hem de Alman toplumunu tanır, müzeleri gezer, tiyatroya, operaya gider, doğa gezilerine katılır.
Düşman işgali nedeniyle öğrenimini tamamlamadan yurda çağrılır. İlginç bir rastlantıyla 19 Mayıs 1919’da Haydarpaşa’ya yanaşan gemiyle yurda döner ve ilk görev yeri olan Eskişehir’e gider.
Bir gece okulu işgal etmek isteyen İngilizlere direnince İngiliz teğmen İsmail Hakkı’ya bir tokat atar. Genç öğretmen, tokadın öcünü almak isteyen öğrencilerini sakinleştirir: “Sorun sokak kavgalarıyla değil, bağımsızlığımızı kazanarak çözülebilir. Bağımsız olmayan uluslar böyle tokatlara layıktırlar.”
Eskişehir boşaltılınca bir bölümü yaya, bir bölümü öküz arabalarının üstünde Beypazarı’na gelir. Maaşı yoktur, sokakta köfte satar. Ankara’daki yeni hükümet eğitime olağanüstü bir önem vermektedir ancak ekonomik koşullar çok kötüdür. Büyük bir yoksulluğun içinde İsmail Hakkı’yı çok şaşırtan bir gelişme olur.
Öğretmenlerin maaşını ödeyemeyen hükümet, öğrenimi eksik kalan İsmail Hakkı’yı yeniden Almanya’ya gönderecektir. İsmail Hakkı grafik, tahta işleri ve illüstrasyon eğitimi görmek üzere Karlsruhe’deki Güzel Sanatlar Yüksek Okuluna gönderilir.
Yurda dönüp Konya’da Resim-Elişi ve Beden Eğitimi Öğretmeni olarak çalışmaya başlar. Daha sonra Ankara, Adana ve Konya’da görev alır. 1925 yılında incelemeler yapmak üzere yeniden Avrupa’ya gönderilir.
İngiltere’de, Almanya’da özellikle iş eğitimini uygulayan okulları inceler, farklı sanat eğitimi yöntemleri hakkında bilgi sahibi olur. Döndüğünde Gazi Eğitim Resim-Elişi öğretmenliği görevine getirilir.
İsmail Hakkı, ülkeye şans eseri gelmiş bir devrimci değildi, cumhuriyet yönetiminin tüm yokluklara karşın bin bir zorlukla yetiştirdiği bir cumhuriyet öğretmeniydi.
İsmail Hakkı Tonguç, zamanla geleneksel eğitim sisteminin kurallarından uzaklaşarak oyun çağındaki çocukların oyunla, daha büyük olanların ise bir iş üstünde, uygulayarak, deneyerek, görüp dokunarak öğrenmesinin daha verimli olduğunu fark eder. Öğrenimi iş, sanat ve üretimle harmanlayan yeni bir eğitim anlayışı üzerine düşünmeye başlar.
Mustafa Necati’nin ölümünden sonra Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanı olduğu 1935’e kadar eğitim alanında büyük bir ilerleme olmaz. Saffet Arıkan bakan olduğunda kokuşmuş eğitim sistemi içinde bir yıldız gibi parlayan Resim-Elişi öğretmenini hemen fark eder. Birkaç kez sohbet ettikten sonra bir gün onu bakanlığa çağırarak kendisini İlköğretim Genel Müdürü olarak atadığını bildirir.
Yükseköğrenim görmemiş basit bir resim öğretmeninin bu göreve atanamayacağı söylense de Almanya’daki öğrenim belgelerinin yeterli olacağı söylenerek Tonguç göreve getirilir.
Elbette o tarihte İsmail Hakkı Tonguç dışında kimse bu atama ile Türkiye’de büyük bir devrimin başlayacağını bilmemektedir. Tonguç ise kendisine verilen görevin bir ülkeyi ayağa kaldırabilecek yegâne görev olduğunun farkındadır.
Hemen kolları sıvayıp işe koyulur. Adımlarını çok göze batmadan, planlayarak atar. Önce eğitmenlerin yetiştirilmesi ve Köy Öğretmen Okulları, sonra Köy Enstitüleri ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ile cumhuriyetin kılcal damarlarını açmaya başlar.
Yüzyıllardır uğranmamış köyler can suyunu almakla coşarlar. Tarlalar derslik halini alır. Üretim bilgiyle, kitap köylü çocuklarla buluşur. Yurdun dört bir yanındaki köylerde umut filizlenir.
Ancak bu değişim yalnızca okulun içinde kalmaz, Köy Enstitüleri binlerce yıllık köhne bir anlayışı da sarsmaya başlar. Bundan rahatsızlık duyan eski düzenin sahipleri de köylerde filizlenen bu yeni okullara cephe alırlar. Köy Enstitülerine en büyük desteği veren İsmet İnönü bile geri adım atmak zorunda kalır devamında. CHP içindeki sağcılar, eğitim kadrolarını ele geçirince ilk işleri köylere can veren enstitülere saldırmak olur. 1946 yılında Köy Enstitülerine düşman kadrolar kesin bir üstünlük sağlar.
Serbest okuma saatleri kaldırılır, öğretmenler enstitülerden uzaklaştırılır. Üretimle eğitim birbirinden ayrılmaya başlar. Tonguç görevinden alınır, komünistlikle suçlanır. Çok sayıda soruşturmaya uğrar ancak hepsinden aklanır. 1950 yılına gelindiğinde zaten içi boşaltılmış durumdaki köy enstitülerinin bir tek yasal olarak kapatılması kalmıştır. Bunu da Demokrat Parti yapar. Böylece köylere uzanan ışık kararır.
Ancak Tonguç umudunu hiçbir zaman yitirmez. Zaman Tonguç’u haklı çıkartır. Enstitüler kapatılsa da toprağa atılan tohumlar çoktan filiz vermiştir, öğretmenler köylerde ateş böcekleri gibi çevrelerini ışıtmaya başlamışlardır.
Zorluklar karşısında direnen, köylünün, emeğin, toprağın yanında saf tutanlar hep onlardır. Demek ki görevde kaldığı 11 yıl içinde 61 il merkezi, 305 ilçe ve 9.105 köy gezen bu devrimci öğretmenin emekleri boşa gitmemiştir.
Büyük Oğul Efsanesi, işte bu büyük maceranın romanı. Romanın arka planındaki Türkiye tablosu, cumhuriyet kadrolarındaki yozlaşmayı, CHP ve İsmet İnönü’nün açmazlarını, savaş yıllarını ve Demokrat Partili yılları gözlerimizin önüne seriyor.
Başladığınızda bir daha elinizden bırakamayacağınız, bazen kahkahalarla gülerek bazen gözleriniz dolarak ancak her sayfasında cumhuriyetin büyük devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç’u özleyerek okuyacağınız bir roman Büyük Oğul Efsanesi. Ülkesinin yazgısını değiştiren bir Resim-Elişi öğretmeninin zorluklarla dolu yaşam öyküsü. Her öğretmenin, her cumhuriyet sevdalısının mutlaka okuması gereken sıcacık bir roman.
Bilgi Yayınevi