2011’de başlayan olaylara Suriye rejim askerlerinin sert müdahalesinin ardından küresel güçlerin de dahil olmasıyla kısa sürede ülke geneline yayılan gösteriler, iç ve dış göçleri de beraberinde getirmiştir. Suriye halkının en fazla göç ettiği ülke olması hasebiyle en fazla etkilenen ülke de doğal olarak Türkiye olmuştur. Türkiye’nin 911 Km. sınırı ile güney komşusu Suriye’de yaşanan iç savaştan kaynaklanan otorite boşluğundan yararlanan ve çoğu uluslararası aktörlerce desteklenen onlarca terör örgütü bu ülkeye yerleşmiş ve sadece Suriye için değil Türkiye’nin de beka sorununa varacak derecede tehlike arz eder duruma gelmiştir.

Suriye rejiminin devamını isteyen Rusya ve İran tarafından desteklenen örgütler ile Esat rejiminin devrilmesini isteyen ve bazı ülkeler tarafından da desteklenen muhalif örgütler nedeniyle Suriye topraklarında vekalet savaşları yaşanırken diğer bir taraftan da çıkar çatışmaları nedeniyle bazı örgütlerin sık sık saf değiştirdikleri bir ortamda, olan elbette ki masum sivil halka olmuştur. Tüm bunlar yaşanırken başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere (Suudi Arabistan hariç) göç eden Suriyeli sığınmacılar sorunu uluslararası bir sorun halini alarak devam eder bir hale dönüşmüştür. Türkiye’nin “Geçici Koruma Saikiyle” diyerek kabul ettiği Suriyeliler resmi rakamlara göre 3,6 milyon civarında gösterilse de bazı kaynaklar tarafından gayri resmi rakamlarla 5 milyonu geçtiği zikredilmektedir. Ve Suriyelilerin Türk halkı tarafından artık ilk günlerdeki kadar sempatik karşılanmamaya başlandıkları gözlenmektedir. Zira sığınmacıların “Sahil kentlerindeki eğlence görüntüleri, nargile keyfi yaparlarken fotoğrafları, bayram tatillerini ülkelerinde geçirip tekrar Türkiye’ye dönmeleri, asayiş olaylarına karışanların her geçen gün artış göstermesi…” gibi nedenlerle yaşanan olumsuz etkiler; “Ne zaman dönecekler?” ya da “Bayram tatillerini geçirebilecek kadar güvenliyse, artık ülkelerine dönmeliler” gibi söylemleri de beraberinde getirmeye başlamıştır.

Suriyeli sığınmacılar konusunda elbette farklı görüşler vardır. Fakat ulusal ve uluslararası kamuoyunun farklı görüşlerle değerlendirmesi, Türkiye’nin beka sorunu halini alan gelişmeler karşısında; Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarıyla sınır ötesinde faaliyetler icra etmesini, 12 gözlem noktasıyla İdlib Planı dahilinde Türk askerinin Suriye’de bulunuyor olması gerçeğini değiştirmemektedir. Suriye rejim kuvvetlerinin İdlib bölgesinde Rusya destekli olarak Nisan 2019’da başlattığı ve son günlerde yoğunlaştırdığı operasyonların, yeni bir Suriyeli sığınmacı dalgasına sebep olacağı endişelerine sebep olmaktadır. Hatta başta IŞİD/DAEŞ olmak üzere çeşitli örgüt elemanlarının da bu sığınmacı sivil halkın arasına karışarak Türkiye’ye gire(bile)cekleri değerlendirilmektedir. Bu nedenledir ki Türkiye’nin “Güvenli Bölge” oluşturma çalışmaları yoğun bir şekilde devam etmektedir.

Çünkü Türkiye ve Rusya arasında 17 Eylül 2018’de imzalanan mutabakattan bu yana rejim ve Rusya’nın saldırıları nedeniyle İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde 945 bin 992 sivilin yerinden edildiği, 219’u kadın, 341’i çocuk olmak üzere 1.282 sivilin hayatını kaybettiği[1] basın kuruluşlarında yer almıştır. Bunlara ek olarak son günlerde hastanelerin dahi hedef alınarak İdlib’in güneyinde yer alan; Kefrenbil ilçesi, Cercenaz beldesi, Kefersecne, Hiş, Ureynibe, Has, Deyr Şarki ve Deyr Garbi köylerinin bombardıman edilmesi Suriyelileri Türk sınırına doğru hareketlendirmiştir. 30-31 Ağustos 2019 günlerinde Türkiye-Suriye sınırında yer alan Atme mülteci kampı ile Bab al Hawa sınır kapısında barınan Suriyelilerin Esad ve Rusya aleyhinde düzenledikleri gösterilerin ardından “Türkiye sınırını aşan bazı silahlı grupların olduğu” şeklinde haberler gelse de resmi makamlar bu girişimlerin Türk askeri tarafından önlendiğini açıklamıştır.

Türkiye’nin girişimleri sonucunda Rusya Savunma Bakanlığı tarafından; “Rejimin askeri birliklerinin İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde 31 Ağustos 2019 günü saat: 06.00 itibariyle tek taraflı olarak ateşkes ilan ettiğini” duyurması ile Türk sınırında yaşanan olayların durmasının sağlanacağı düşünülürken bu defa ABD’nin saldırı haberiyle şaşkınlık yaşanmıştır. Reuters’ın TASS Haber Ajansı’na dayandırarak verdiği habere göre; Suriye’nin ateşkesi yürürlüğe koymasından 9 saat sonra ABD’nin, İdlib Gerilimi Azaltma Bölgesinde yer alan Maaret-Misrin ve Kafer-Haya yerleşimlerine hava saldırısı düzenlediği ve çok sayıda can kaybı ile geniş çaplı yıkım meydana geldiği[2] bildirilmiştir. ABD her ne kadar El Kaide hedeflerini vurduğunu açıklamış olsa da bu hareketiyle ateşkesi tehlikeye düşürmüş ve çatışmaların tekrar başlama ihtimaline sebep olmuştur.

Esasında 1-2 Ağustos 2019 günlerinde Kazakistan’ın başkenti Nur Sultan’da garantör ülkeler “Türkiye-Rusya-İran” ile birlikte gözlemci statüsü ile Lübnan, Irak, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Kızılhaç temsilcileri ve Suriye rejiminin de katılımıyla gerçekleşen 13. Astana toplantısında Suriye rejimi temsilcileri 24 saat içerisinde Türkiye’den “M-4 ve M-5 otoyollarını açmasını, 15-20 Km.lik çember içerisinde ‘terör örgütleri ve ağır silahlardan arındırılmış bölge’ tesis edilmesini” talep etmişlerdi.

Bu kadar kısa sürede gerçekleşmesi imkânsız olan bu istekler karşılığında ateşkesi kabul eden Suriye rejiminin 5 Ağustos 2019 günü ateşkesin bittiğini duyurarak Rus hava kuvvetleri ile özel kuvvetler desteğinde güçlendirdiği ordusuyla saldırı başlatması[3] yaşanan olayların habercisi olmuştu. Zira 2011’den beridir milyonlarca Suriyeliye hiçbir kısıtlama uygulamadan ev sahipliği yapan Türkiye’nin, yeni sığınmacı dalgasını kabul etmediği ve garantör ülke olarak Rusya ile Suriye rejimi tarafından düzenlenen operasyonları engelle(ye)mediği gerekçesiyle gösterilerle protesto edildiği haberleri[4] gelmiştir. Sınırında yapılan gösterilerde Türkiye’nin kendilerini saldırılardan korumasını ya da Türkiye’ye ve Avrupa ülkelerine geçişleri için sınır kapılarının açılmasını talep ettikleri görülmüştür.

Sonuç olarak;

Suriye rejiminin Rusya destekli olarak İdlib bölgesinde harekât düzenleyeceği beklenen bir durumdu. Zira Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim tarafından; “… Rejim kuvvetleri ülkenin tümünü kontrol altına alana kadar savaşı durdurmayacak…. Terörist gruplara yardım etmeye çalışan ve onlara sınırsız destek veren Türkiye’nin müdahalesine karşın savaş devam edecek…” açıklamaları çeşitli basın kuruluşları tarafından duyurulmuştu. Bu açıklamalardan bir süre sonra 19 Ağustos 2019 günü İdlib’de Gerginliği Azaltma Bölgesi’ndeki gözlem noktasını koruyacak Türk Silahlı Kuvvetleri konvoyuna saldırı yapılması, Türkiye için kabul edilemez bir durumdur.

Bu tür saldırıların devam etmesi hali, Türkiye’nin de Suriye içlerinde fiilen savaşa sürüklenmesine sebep olma riskini de beraberinde taşımaktadır. Böyle bir durum Türkiye’nin aynı zamanda Rusya ile de karşı karşıya gelmesi anlamına gelecektir. Dolayısı ile son yıllarda büyük bir ivme kazanan Türkiye-Rusya ilişkilerinden rahatsızlık duyan tarafların olası faaliyetlerine karşı iki ülkenin de hazırlıklı olması gerekmektedir.

Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında yer alan kamplarda barınan Suriyelilerin çeşitli gösterilerinde zaman zaman Türkiye aleyhine de sloganlar atılması, Türkiye sınırını zorlayarak Türk askerine karşı eylemler düzenlemeleri, provokatörler aracılığıyla iki ülke halkının da karşı karşıya getirilmeye çalışıldığının bir göstergesi olduğu aşikardır. Türkiye ve Türk halkı sakin davranarak olası provokasyonlara kapılmamalıdır.

Türkiye’nin güvenlik kaygılarıyla ABD ile birlikte Güvenli Bölge oluşturma çabalarıyla denge politikası yürüttüğünü anlayışla karşıladığı değerlendirilen Rusya’nın, 7 Eylül 2019’da Türkiye’de gerçekleştirilecek olan Astana çerçevesindeki görüşmelere kadar Türkiye’yi baskı altında tutacağı değerlendirilmektedir. Zira İdlib’de devam eden Suriye rejim harekâtı ile Han Şeyhun’u, M-4 ve M-5 oto yollarını güvence altına almaya müteakip Cisr el Şuğur’u da hedefine koyacağına kesin gözüyle bakılmaktadır.

Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin zorlu Suriye politikalarında radikal değişikliklere gitmek zorunda kalabileceği değerlendirilmektedir. Rusya’nın telkin ve zorlamaları ile Türkiye’nin, Suriye rejimi ile diyalog geliştirmek zorunda kalacağı öngörülmektedir. Zira 2011’den bu yana yaşananlar; Esad rejiminin Rusya ve İran istemediği sürece uzaklaştırılamayacağını göstermiştir. Dolayısı ile Türkiye’nin; Güney sınırlarında güvenliği tekrar ihdas edilebilmesi, beka sorunu haline gelen Suriye olaylarının durdurulabilmesi, sınırlarında ABD destekli olarak korunup-kollanan PYD/YPG/PKK terör örgütünün uzaklaştırılabilmesi ve Suriyeli sığınmacılar sorunun çözülebilmesi için Suriye politikasında radikal değişikliklere gitmesi elzem hale gelmektedir. Fakat aynı zamanda ABD ile diyaloğun da devam ettirilmesi zorunluluğu Türkiye’yi adeta açmaza sürüklemektedir.

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. -BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

[1] AA, “İdlib›de On Binlerce Sivil Rejim ve Rusya’yı Protesto Etti”, 30.08.2019.

[2] Sputnik; “Rusya: ABD, Moskova ve Ankara’ya Bildirimde Bulunmadan İdlib›e Saldırdı”, 01.09.2019.

[3] Fehim TAŞTEKİN; “Han Şeyhun: İdlib›in ‘Kale Kapısı’nın Düşmesi, Suriye’de Savaşın Seyrini ve Türkiye’yi Nasıl Etkileyebilir?”, BBC, 21.08.2019.

[4] Deutsche Welle Türkçe; “Türkiye’nin Suriye Sınırında Protesto”, 30.08.2019.

Yazar