Raziye ÇAKIR

Son yıllarda, toplum olarak bizi biz yapan değerlerden, inceliklerden ve kadim geleneklerimizden hızla uzaklaştığımızı görüyorum. Öyle ki, artık cenazelerin nasıl kalktığını bile unutmuş durumdayız. Hüzün, yerini alkışa bırakıyor; bir vedanın ağırlığı hafif bir eğlenceye dönüşüyor. Oysa cenazeler, bir milletin asaletinin, hayata ve ölüme karşı gösterdiği inceliklerin en önemli sahnelerindendir. Ve ne yazık ki, bu sahnede giderek özümüzden kopuyoruz.

Cenaze Alkışlanmaz: Hayata ve Ölüme Saygı

Bir cenaze, bir insanın bu dünyadan son yolculuğudur. O anın ağırlığı, hem ölen kişiye hem de yaşamın kutsallığına duyulan bir saygıyı gerektirir. Ancak bugün cenazelerde alkışların, şovlara dönüşen gösterilerin yer aldığını görüyoruz. Ne oldu bize? Hayatın bu en derin gerçeği olan ölüm karşısında bile gösterişe, popüler kültüre ve anlamsız ritüellere yenik düşüyoruz.

Cenaze alkışlanmaz. Çünkü alkış, bir onaydır, bir kutlamadır. Oysa cenaze, kutlama değil; bir vedanın, bir hüzünlü tefekkürün anıdır. Alkış, o ağırlığı hafifletir, o vedanın derinliğini sığlaştırır. Bizler millet olarak asaletimizi bu inceliklerden alırız. Hayatın geçiciliğine, ölümün kesinliğine gösterdiğimiz tavır bizim kim olduğumuzu belirler. Ama görüyorum ki, bu asaletin izlerini kaybetmek üzereyiz.

Asalet: Hayatın Ölüm Karşısındaki İnceliği

Asalet, yalnızca bir duruş ya da bir tavır değildir. Asalet, hayatın ölüme karşı sergilediği inceliktir. Hayata nasıl değer veriyorsak, ölüme de aynı şekilde yaklaşırız. Eğer cenazelere gösterdiğimiz saygıyı kaybedersek, aslında hayatın değerine de sırt çevirmiş oluruz.

Eskiden cenazelerde sessizlik hâkimdi. Dua edilir, Allah’ın rahmeti ve merhameti dilenirdi. İnsanlar başlarını öne eğer, kaybın acısını sessizce paylaşırdı. Şimdi ise, kimi zaman alkışlarla, kimi zaman gereksiz gösterişlerle o kutsal vedayı adeta bir ritüel olmaktan çıkarıyoruz. Bu, sadece geleneklerimizi kaybetmek değil; insanlığımızdan bir şeyler yitirmek demektir.

Kendimize Gelmeliyiz

Artık bir durup düşünmenin zamanı geldi. Bu gidişle, geçmişten gelen asaletimizi ve inceliğimizi tamamen kaybedeceğiz. Cenazelerde alkışlayan eller, aslında bizi köklerimizden uzaklaştırıyor. Kendimize şu soruyu sormalıyız: Biz kimiz? Bizi diğer toplumlardan ayıran o nezaket ve incelik nerede? Cenazeyi bir şovdan arındırmak ve ölene karşı derin bir saygıyla veda etmek, yalnızca bir gelenek değil; insan olmanın ve insan kalmanın bir gereğidir.

Asaleti Korumak Hepimizin Görevi

Cenazeler, toplumsal hafızamızın ve kimliğimizin bir aynasıdır. Bugün cenazelerde gösterdiğimiz tavır, aslında toplum olarak kim olduğumuzu, nelere değer verdiğimizi ve neleri unuttuğumuzu gösteriyor. Eğer bu değerlerimizi kaybedersek, biz de kim olduğumuzu kaybederiz.

Cenazelerde alkış yerine dua yükselmelidir. Gösteriş yerine tevazu hâkim olmalıdır. Bu, yalnızca ölen kişiye değil, kendimize ve hayata gösterdiğimiz saygının da bir ifadesidir. Unutmayalım ki, ölüm bir son değil; bir hesaplaşma, bir geçiş anıdır. Ve bu an, sessizlikle, tevazuyla ve dua ile karşılanmayı hak eder.

Son Söz: Özü Hatırlamak

Milletçe kendimize gelmeliyiz. Cenazelerde alkış yerine başımızı eğmeli, susmalı ve dua etmeliyiz. Çünkü ölüm, hayata karşı gösterdiğimiz en büyük inceliktir. Bu incelik, bizi biz yapan değerlerin en önemli parçasıdır. Eğer bu inceliği kaybedersek, yalnızca cenazelerde değil, hayatın her alanında asaletimizi kaybederiz. Ve bir millet için, asaletin kaybı, kimliğin ve değerlerin kaybı demektir. Öyleyse şimdi, özümüze dönmenin ve kendimize gelmenin vaktidir.

Yazar